İkinci el deneyim

04:005/01/2017, Perşembe
G: 17/09/2019, Salı
Sema Karabıyık

Ailenin çöküşü, ahlaki yozlaşma gibi toplumsal konularda tüm sorumluluğu televizyona ve dizilere yükleyen anlayışla, televizyonun ve dizilerin masum olduğunu iddia eden, etkisinin olmadığını savunan görüş sürekli bir çatışma halinde. Televizyon ve diziler yaşanan gelişmelerde tek başına suçlu olmadığı gibi etkisini reddetmek de sağlıklı bir analize götürmez bizi.



40 yaş üstü, çocukluk yıllarını sokakta oynayarak geçirmiş, televizyonla doğuştan değil sonradan tanışmış, tam gün yayın politikası gençlik yıllarına denk gelmiş, televizyonun dizileşme sürecini yaşayarak tecrübe etmiş kişilerin; genelde medya ve televizyon, özelde dizilerin genç dimağlar üzerindeki etkisini kendi çocuklukları üzerinden tespit etmeye çalışmaları en büyük yanlış.



Orta yaşlılık(gençlik) dönemini yaşayanlar için “her şey biz yaşarken oldu” cümlesi medyalaşma sürecini anlatmaya kafi gelirken; televizyonun ve dijitalleşmenin içine gözlerini açmış, internet, akıllı telefon, sosyal medya, televizyon öncesi hayatı tahayyül etmekte zorlanan genç kuşağın televizyondan etkilenme şekli ve derecesi oldukça farklıdır.



Bizler, kendimiz deneyimleyerek büyüdük. Hiper medyalaşma diye adlandırılan dönemde büyümeye çalışanlar ise birinci el deneyimden yoksun bırakılarak ikinci el deneyimlerin kucağında buldular kendilerini. Şehirleşme oranının artması, geleneksel aile yapısından çekirdek aile yapısına zorunlu ve hızlı geçiş, sokakların geçmiş yıllara göre tekinsiz hale gelmesi gibi pek çok etken var bu değişimin yaşanmasında. Gençlerin ve çocukların dizileri, filmleri seyretme, algılama, etkilenme, öğrenme, örnek alma tarzları ve biçimleri bu sebepten büyük farklılık gösterir.



Televizyon sadece bir iletişim aracı değildir; yeni bir insan tipi inşa etme gücüne sahiptir. Henüz okuma yazma öğrenmeden TV önünde saatlerce vakit geçiren çocuklarda anlama ve görme arasındaki ilişkiyi alt üst eder. Çocuğuna televizyon seyrettirmeyen ama tabletten ya da CD'den çizgi film seyrettiren ebeveyn, çocuğunu sadece reklam bombardımanından koruyabilir. Televizyon önünde vakit öldürmekle tablet önünde vakit öldürmek arasında fark yoktur, ikisi de özünde “ekran çocuğudur”.



Görsellik ve görme üzerine kurulu iletişimde, henüz doğru ile yanlış arasında herhangi bir mantıksal ayrım yapabilme yetisine sahip olmadan, bebeklikten itibaren ekrana bağımlı bir hayat döngüsüne giren çocuk, ilk eğitimini okuldan değil ekrandan alır. Gördüğü her şeyi sünger gibi emdiği ve belleğine kaydettiği bir dönemdir bu.



Görmeye koşullanmış çocuk; kitaplardan uzak, her türlü “kara ekrana” yakın eylemleri tercih eder. Ebeveyn kabul etmekte zorlansa da ekran bağımlısı olmuştur.



Okumayan, tahayyül etme yetisini geliştiremeyen çocuk, bilgisayar oyun dünyası için ideal insan modeline dönüşür.



Ekran çocuğunun olgunlaşması uzun zaman alan bir süreçtir. Bu çocukların tepkileri genellikle duygusaldır ve görsel olaylarla sınırlı kalır.



New York Times'ta yer alan bir makalede, aksiyon okurken beynin gerçek hayatta bu tür eylemden sorumlu olan, sese, kokuya, harekete tepki veren bölgelerin kelimeler tarafından uyarıldığı ifade ediliyor. Beyin bir deneyimin anlatısını okumakla gerçek hayatta o deneyimle karşılaşmak arasında pek fazla ayırım yapamıyor. Her iki durumda da aynı nörolojik bölgeler uyarılıyor. Seyretmek ise aksi bir etkiye sahip, bilgisayarda oyun oynarken ya da pasif seyirci konumundayken bahsi geçen bölgeler uyuşuyor.



Sözün özü televizyonu ve dizileri günah keçisi ilan etmekle masum olduğunu iddia etmek arasında özünde bir fark yok! Ve maalesef bu çatışma bizi hiçbir yere götürmüyor. Benzer şekilde reyting listesinin zirvesinde yer alan dizilerin içerik olarak geldiği noktaya bakıp suçu izlenme oranlarını baz alarak seyirciye atmak da ne teşhis olabilir ne de çözüme ulaştıracak bir tedavi. Çünkü televizyon yayıncılığında yapımcının, tüketiciyi başka hiçbir iletişim aracında olmadığı kadar yoğun biçimde ürettiği bilinen ve kabul gören bir gerçektir.




#Hiper medyalaşma
#Ekran çocuğu
#Görsellik