11. tez için bir derkenar

00:0020/09/2012, Perşembe
G: 6/09/2019, Cuma
Süleyman Seyfi Öğün

Nereden ve nasıl bakıldığı ve kimin hangi niyetle baktığı, ne görüldüğünü de aşağı yukarı belirliyor. Bakmak her zaman o kadar da masûm bir eylem değil. Bakışlarda derinlik, kapsayıcılık ve kavrayıcılık sağlamak; kozmik ile dünyevî ölçüleri bir arada tutabilmeye bağlıdır. Burada kıvam kaçırıldığında, ihmâl edilenden yana vurgunun arttırılması bâzı ayarlamaları sağlayabilir. Eğer kozmik ölçüler abartılıyorsa dünyevî; eğer dünyevî ölçüler abartılıyorsa kozmik ölçüler vurgulanabilir. Ama bu vurgulamaların

Nereden ve nasıl bakıldığı ve kimin hangi niyetle baktığı, ne görüldüğünü de aşağı yukarı belirliyor. Bakmak her zaman o kadar da masûm bir eylem değil. Bakışlarda derinlik, kapsayıcılık ve kavrayıcılık sağlamak; kozmik ile dünyevî ölçüleri bir arada tutabilmeye bağlıdır. Burada kıvam kaçırıldığında, ihmâl edilenden yana vurgunun arttırılması bâzı ayarlamaları sağlayabilir. Eğer kozmik ölçüler abartılıyorsa dünyevî; eğer dünyevî ölçüler abartılıyorsa kozmik ölçüler vurgulanabilir. Ama bu vurgulamaların geçici olması gerekliliği ve esas olanın her iki bakış arasında bir kıvam tutturmak olduğu unutulmamalıdır.

İhmâller yoksaymalar olmak zorunda değildir. Kıvamın kaçırıldığı yerde yoksaymadan çok; bakışlardan birisini diğerine üstün kılma; ya da daha sık rastlandığı üzere ; tâbî kılma durumuyla karşılaşıyoruz. Meselâ modernlik öncesi Avrupa"da kozmik ölçüler o kadar tahammül edilmez sofistikasyonlara uğratıldı ki; dünyevî olandan yana vurguların önemi ve değeri arttı. Bunun sonucunda gerek Püritanlık; gerekse Katolik Aydınlanmada, kozmik olan dünyevîleştirilerek yorumlandı.

Kozmik olanın dünyevîleştirilmesi en güçlü karşılığını, bu köşede sık sık vurgulandığı üzere paganlıktır. Paganlar, kozmik algılamalarını dünyevî ihtiyaçlar ve karşılıklar üzerinden kurarlar. Paganlığı modernliğin gözünde sevimli kılan onun bu naif gerçekçiliğidir. Başlangıçta bu anlaşılır bir durumdur. Ama modernliğin tarihi içinde bu bakışın rutinleşmesi ve kültürel farklılıkların üstünde bir standart haline gelmesi boğuntu yaratıyor. Tatmin görmeyen metafizik ihtiyaçlar ve dine dönüş gibi kavramlarla anlatılmak istenen de bu boğuntudan başka bir şey değil. Gökkubbesiz bir yerküre başarısı, saltanat doğursa bile sıkıcı. Onun için düşündürücü sayıda ve sıklıkta, başarılı modernlerin dramatik hikâyeleri ile karşılaşıyoruz. Bu dramatik hikâyelerden bir tânesi de, paganlıkta çeşitlilik yaratarak gökkubbe ihtiyacını tatmin etmek. Yâni zâten paganlığı teşvik eden modernliğin koridorlarında büzüşen varlıklar için paganlık ilkesel anlamda tartışma konusu edilmiyor. Hatta, geç modern dünyadaki paganlık övgüsünün, modernliğin inşa süreçlerinde olduğundan daha fazla olduğunu da söyleyebiliyoruz. Bu konuda, her çeşit talebi ''pagan paketlerle'' karşılayan, bagajı kalabalık bir kültür endüstrisinin mevcûdiyetini de biliyoruz. Yerine ne konacağına dâir kesinlemeler yapacak değilim. Bildiğim; eğer gökkubbe ya da kozmik bakış eksilmişse; bunun telâfisinin yenipaganlık olmaması gerektiğidir. (Buradaki paganlık eleştirilerinin teolojik değil, sosyolojik nitelikli olduğunu belirtmeliyim).

Sorunlu bulduğum diğer bir husus; bakanın, baktığı ile geliştirdiği mesâfeyle âlâkalıdır. Bu mesâfe temelde, narodnizm ile elitizm arasındaki farkı anlatıyor. Bilindiği üzere, ilki mesâfe tanımayan, diğeri ise, mesâfe üzerinden baktığını nesneleştiren(aşağılayan) bakışları ifâde ediyordu. Bakanın baktığıyla özdeşlik kurması ne kadar sorunluysa; bakma deneyimini bakanın bakılan karşısında bir ayrıcalığa dönüştürmesi de o kadar sorunludur. Ama hayatın içinde bu keskin ayırım artık pek de teorik ayırımlar düzeyinde olduğu gibi yaşanmıyor. Hayat kitabı aşıyor.

Özvarlık üzerine yazdığım yazıda narodnik ve turistik bakışlar üzerinde durmuştum. Turistik bakış dökümcü bir bakış. Kendi esnekliği (kimileri için kaypaklık olabilir), hem narodnik hem de seçkinci bakışları massediyor. Ne narodnik gibi özdeşleşiyor ne de seçkinci bir ayrışıyor. Her ikisini de dönüşümlü olarak kullanabiliyor. Bu dönüşüm bir bakıma tutkuların ve duyguların kontrolü olarak sunuluyor. Oysa bu dönüşüm kontrolden çok, bâzı kayıpları; meselâ Mestroviç"in sözünü ettiği duygu kayıplarını ifâde ediyor. Coşan narodnik, kızan küsen elitist kadar duygusaldır. Oysa yeni entelektüel bakış, duygusallığın tasfiyesi; ya da duygu-ötesi durumlarla; daha vahimi; bakışın açısı, kapsama alanı ve kavrayışlardaki soğumalar , katılaşmalar ve de nesneleş(tir)melerle âlâkalı.

Senaryo şöyle işliyor: Önce müesses nizam ve bu nizamın savucusu olan seçkinci entelijensiyalar karşısında karşıtlığı üzerinden narodnik bir hava estiriliyor. Bu aşamada açık ya da örtük olarak paganlıkla buluşuluyor. Çünkü varsayım her türlü kötülüğün müesses dünyadan gelmesi; müesses olanın bütün kötülüklerin anası olduğu; saflığın ise müesses olmayan alanlarda yattığıdır. Yani; ''Yetiş ey sivil toplum'' söylemi... Ya da ''Sevgili kardeşim; acılarını anlıyorum. Senin canını acıtanları da biliyorum. Davanda senin yanındayım...'' edebiyatı ...Bu tıpkı Bauman"ın yazdığı gibi bir özdeşleşme deneyimi adına değil; tam tersine güzellemeler aracılığıyla veri bir üstünlüğü kesinlemek adına yapılıyor. (Sürecin, Nevizade"de ateş suyuyla kızıştırılmış dertlenmelerde olduğu üzere ekstazi yüklü bir pagan deneyim olduğunu söyleyebilirim). Daha ileri evrelerde, yâni bağların kalıcılığı ya da bağların yükümlülükleri gündeme geldiğinde, ya da sivil toplum öngörülenlerin ve kabul edilebilir olanların ötesinde dert çıkarmaya başladığında; o güne kadar yapılan savunmaların o kişiler ya da topluluklarla özdeşlik geliştirmek adına olmadığı; entelektüel sorumluluk ya da ödev ahlâkına dayandığı dile getiriliyor. Yani ekstazi dağılıyor. Nedense ilk başta akla gelmeyen ne kadar fiilî ve kabul edilemez husus varsa, bu defa nesnel ilkeler adına ve ''sivil toplum günahları'' sadedinde; üstelik müesses nizam ve onun sadık entelijensiyasına rahmet okutacak düzeyde ''kötü'' ayrıntılarla bezeli olarak hikâye edilmeye başlıyor. Dolayısıyla narodnik söylemlerle yüklü bir hava estirilerek başlayan süreç; aslında narodnik amaçların (saf ve bâkir olanla özdeşleşmek) bertaraf edilmesiyle sonuçlanıyor. Mesâfe tıpkı bir akordeon körüğü gibi bir kapatılıp bir açılıyor. Hâsılı, entelektüel dünya, müesses nizam-sivil toplum arasında dansını sürdürüyor. Bu pagan dansın koreografisi ayarsız harâretlenmeler ve soğumalardan ibâret.

Daha sâlim bir bakışın, kapılmalar ve bunların telâfisi üzerinden değil; daha baştan yatay bir mesâfe geliştirmekte yattığını söyleyebilirim. Mesâfenin illâ ki yukarıdan aşağıya olması gerekmiyor. Mesâfe pekalâ yatay bir çizgide de tutturulabilir. Öte yandan mesâfe uzaklık, kopuş, yabancılaşma anlamına gelmez. Bir de harâreti ayarlanmış duyumsamaların mümkün olabildiği yakın mesâfelerden bakmak diye bir şey olsa gerekir. Duyumsama anlamanın çok önemli bir koşulu olduğu muhakkak. İçeriye girme, dâhil olmayı ifâde eden duyumsama tek başına sadece paganlaşmış bir edebî deneyimdir. Anlamak için bundan fazlasına, zihnimizi oksijenlendirecek mesâfeye ihtiyacımız var. Kısaca söyleyelim: Zâten bâzı yorumlarıyla tartışmalı olan 11. Tez"in paganlıkla buluşması, maalesef yangınlara benzin taşımaktan başka bir sonuç doğurmaz..