|
Kuzey Irak"ta Türkiye siyaseti

Siyaset kavramının tanımına en iyi uyan etkinlik herhalde diplomasidir. Diplomasi kesinlikle dost diyemediğiniz ama ilişkileri de kestirip atamadığınız taraflarla ilişkileri en az zararla, hatta en yüksek faydayla sürdürebilmenin açık tutulan yollarında ilerlemektir. Diplomasi aynı zamanda sahip olduğunuz potansiyel imkânları aynî imkânlara dönüştürebilmeyi de kapsar.

Türkiye''nin dış politikasında geçmişte en büyük sorunlarından biri sahip olduğu imkânları yüksek bir verimlilikte kullanacak bir siyasi veya diplomatik performansı sergileyememesi olmuştur. “Türkiye''nin stratejik jeo-politik önemi” efsanesinin ardında siyasetçilerimiz de bürokratlarımız da yan gelip yatmış, kurulu bir düzeni bulduğu şekilde bırakmaktan başka bir şey düşünmemiş.

Siyaset biraz da taşları yerinden oynatmayı gerektiriyor. Diplomasi konusunda belli bir performans sergileyen Turgut Özal vefat ettiğinde halefi Demirel Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez ilk beyanatında, misyonunu “ülkede yerinden oynamış taşları tekrar yerine oturtmak” olarak tanımlamıştı.

Türkiye''nin jeo-stratejik konumunu herkes biliyor da niçin böyle olduğuna cevap verenler geçen zamanın neleri değiştirdiğinin farkında değil. Değişen dünyanın coğrafyaların önemini de bu önemin nedenlerini de değiştirebileceğini doğru dürüst takip eden bir siyaset ve diploması anlayışı her zaman en önemli konudur.

Doğrusu bu dönemde diploması alanında ardı ardına yaşadığımız olaylar, siyasetin veya diplomasinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Kıbrıs meselesi, örneğin, Türkiye''nin son 30 yılında tam bir “siyasi depresyon konusu” halini almıştı. Bugün Kıbrıs meselesi biraz daha diplomatik müzakereye açık hale getirildiğinde hiç de korkulan olmadı. Resmen milli depresyon sorununu aştık. Kıbrıs meselesi artık Rum kesimini, hatta AB kesimini sıkıntıya sokan bir konu halinde, onları kendi samimiyetleri ve tutarlılıklarıyla yüzleşmeye zorlamaktadır. Türkiye uzun süre bu siyasi manevranın psikolojik üstünlüğünün keyfini çıkarmayı hak etmiştir.

Yine geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum kesiminin Akdeniz''de petrol arama izni için anlaştığı ve aralarında Lübnan, İsrail ve Mısır''ın da bulunduğu ülkelerin hepsinin Türkiye''nin bu konudaki sert uyarısı üzerine geri adım atmalarına tanık olduk. Geri adım atan bütün bu ülkeler Türkiye''nin diplomatik münasebetlerin son zamanlarda iyice yoğunlaşmış olduğu ülkelerdir. Bu diplomatik köprüler pekiştirilmiş olmasa Türkiye''nin uyarıları bu kadar açık bir sonuç verebilir miydi? Hiç sanmıyorum.

İsrail''in Harem-i Şerif''te tek taraflı kararlarla kazı çalışmaları yapma konusunda Türkiye''ye hesap vermeyi kabullenmesi, başlı başına büyük bir kazanımdır, ancak bu sadece İsrail''in Türkiye''den korkmasına hamledilemez. Diplomatik münasebetler bir kez kurulduğunda, hele bu münasebetlerden taraflar karşılıklı olarak yararlandığında, kaybolması kolayca göze alınamayacak bir imkân alanı yaratırlar.

Kuzey Irak Kürtlerine yaklaşım konusunda ise Türkiye''nin hala, bugünlerde fazlasıyla istifade ettiği diplomatik imkânlarına bir türlü başvurmaması gerçekten tuhaf bir durum… Kürtleri muhatap almamakla aslında onları fena halde muhatap almış ve diplomatik olarak onları çok daha fazla taraf haline getirmiş olduğu hiç hesaplanmıyor. Irak''ın, hâlihazırda beğenseniz de beğenmeseniz de Cumhurbaşkanı olan şahıs hakkında konuşurken, adını bile anmayan bir siyaset anlayışı sadece kendi kalesine gol atmış oluyor. Koskoca TC''nin yetkilileri bu ağızla konuştuğunda, muhatap alınmayan isimlerin Türkiye''ye karşı fazla yüz-göz olup arsızlaşması ve giderek kendilerini gerçekten taraf hissetmeleri kaçınılmaz oluyor. Oysa muhatap alınmayan ama belli ki Irak''ın geleceğinde artık söz sahibi olmaları kesin görülen bu isimler, Türkiye''den gelecek herhangi bir sıcak mesajla eriyecek kadar bir kulakları hâla Türkiye''de olan insanlar. Tabii ki Türkiye''yi çok sevdikleri için değil belki ama Türkiye onlar için hiçbir şekilde gözden çıkarılabilir olmadığı için. Türkiye bunları muhatap almayınca bunlar yok olup gitmediği gibi, böylece müzmin husumetlerini kazanmaktan başka bir şey yapmış olmuyor. Kürtleri başka kapılara gitmeye teşvik ve tahrik eden bu küskün tavır ancak bir başarısızlık olarak kaydedilebilir.

Bir kez Kerkük''te “soydaşlarımız” konseptine dayalı bir siyaset anlayışı son derece yanlıştır. Türkiye Cumhuriyeti eğer bu bağlamda bir “soydaşlık” kavramına müracaat edecekse Kuzey Irak''taki herkesin (Türkmeniyle, Kürdüyle, Arabıyla) “soydaşımız” olduğu kabulünden hareket etmek zorundadır. Aksi takdirde Türkiye''nin bu politikasının Kuzey Irak''ta nasıl yankılandığını değil, öncelikle Diyarbakır''da nasıl bir karşılık bulduğunu hesap etmek zorundadır.

Birkaç gündür Hükümet ile Asker arasında bu konuda bir görüş ayrılığı olduğu söylentileri var. Ama aynı zamanda bu söylentilerin medyanın bir çarpıtması olduğuna dair güçlü işaretler de var. Böyle olmasını umut ediyorum. Yoksa başka konularda sergilenmiş bunca diplomatik kaliteye hiç yakışmayan bir çocuksuluğu sürdürme lüksü yok Türkiye''nin.

17 yıl önce
Kuzey Irak"ta Türkiye siyaseti
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi