|
Vatandaş memnuniyeti ile sağlık çalışanının memnuniyeti arasında bir yol bulmak

Son yazımda YÖK’ün denklik meselesi üzerine yazmaya sevk eden asıl konu Türkiye’de sağlık çalışanlarının ağır çalışma koşulları dolayısıyla yurtdışına gitmeye zorlandıkları iddiasıydı. Doğrusu benim açımdan denklik konusu ile bu konunun birbirine karışması sadece tesadüf ama elbette ikisinin birbiriyle ilişkisi de yok değil.

Denklik konusu özellikle tıp alanında ciddi bir sorun ve bu sorunun bir boyutu da zannedildiği gibi YÖK’le alakalı olduğu kadar, halihazırda Türkiye’de yürüyen ve kendini kanıtlamış bir tıp eğitim sisteminin kaçınılmaz sonucu. Türkiye’de tıp fakültesine girecek puanı alamayıp bir şekilde yurtdışından bir diploma alıp gelenlerin sıkı bir denetime, bir sınava tabi tutulmaları Türkiye’deki tıp kalitesinin de gerektirdiği bir şey. Zira Türkiye’de gerçekten tıp eğitimi çok zor ve çileli bir süreç. Bu vesileyle tıp çalışanlarının daha eğitim aşamasından itibaren ne kadar uzun ve çileli bir yolculuğu göze aldıklarını görmemek ve takdir etmemek insafsızlık olur.

Dolayısıyla denklik ve tıp çalışanlarının koşulları ile ilgili söylemler birbirine karışınca sağlıklı bir düşünme-tartışma yürütmek iyice zorlaşmış oluyor. Ancak bu vesileyle yine de şu gerçek bir daha en açık biçimiyle görünmüş oldu. Herkes sorunun kendini ilgilendiren boyutuyla, belki kendini yakan yanıyla çok daha fazla ilgileniyor. Gerisi kendisi için teferruat oluyor. Kimse konuya geniş bakamıyor ve biraz geniş bir perspektiften bakınca kendi sorununun görmezden gelinmiş olduğu hissine kapılarak tepkiler veriyor. Hiç kimseyle hiçbir tartışmaya girmeden bu konuda herkesin hakkını, hukukunu gözetecek daha empatik bir yaklaşım gerektiği çok açık.

Öncelikle sağlık çalışanları meselesi. Mesela yurtdışından Türkiye’de sağlık sektöründe belli projeler bazında çalışma talepleri, bizzat benim şahit olup ilgilendiğim bir husus. Ama insanlar kendi yaşadıklarından yola çıkarak böyle bir şeyin asla mümkün olmadığını kolaylıkla söyleyebiliyorlar. Böyle bir talebin veya ilginin varlığı, muhtemelen itiraz eden arkadaşların yaşadıklarının ağırlığı karşısından inanılmaz geliyor, ama oluyor işte.

Yabancı sermaye Türkiye’den kaçıyor, hiçbiri yatırım yapmaya cesaret etmiyor diyenlere rahatlıkla kendi yaşadıklarımdan Türkiye’de üstelik çok riskli alanlarda yatırım yapmakta olan yabancı yatırımcılar gösterebilirim. Bu, gerçekten de Türkiye’den kaçan bir sermayenin varlığını inkâr etmeyi de gerektirmez, ama Türkiye’nin bütün hikayesinin birkaç küçük tecrübeye indirgenemeyeceğini gösterir.

Bu arada sağlık çalışanları ile ilgili söylediklerimizden onların sorunlarını göz ardı ediyor olduğumuz sonucu asla çıkmamalı. Bilhassa Covid19’la mücadelenin en ağır yükü, bütün toplum adına onların sırtına binmiş durumda. Bu konuda hayat tarzlarına, tempolarına bir şekilde muttali olduğum çok sayıda sağlık çalışanının bu süreç içinde ne kadar yıprandıklarını, yorulduklarını ve buna rağmen mesleklerini ne kadar büyük bir fedakarlıkla yapıyor olduklarını hepimiz görüyoruz.

Toplumca sağlık çalışanlarına ne kadar çok teşekkür etsek az. 36 saat aralıksız çalıştıktan sonra çok az dinlenip yine nöbetine devam etmenin mesleğin rutini haline geldiği bir yaşam tarzında çok şeyden feragat etmek gerekiyordur. Aile ortamından, arkadaş sohbetinden, bırakınız tatilden, en zorunlu dinlenmeden uzak bir hayat temposu. Bugün Türkiye’de Covid19 ile mücadele konusunda kat edilmiş göreli başarının en büyük payının onlara ait olduğu tartışılmaz bir gerçek. Belki Covid19 dolayısıyla sadece Türkiye’nin değil bütün ülkelerin sağlık çalışanlarının hayat tarzı çok kötü etkilendi, normalden de çok çalıştılar. Ancak Türkiye’de bu konuda sağlık çalışanlarının daha da büyük bir fedakarlığı göze alarak çalışmış olduklarını söylemek zorundayız ki neticesi ortada: Türkiye salgına karşı başka ülkelerden çok daha fazla vatandaş lehine bir sonuç ortaya koymuş oldu.

Kuşkusuz sağlık çalışanların Türkiye’deki çalışma şartları zorlukları sadece Covid19 salgın döneminin koşullarıyla ilintili değil. Normal şartlar altında dahi Türkiye’de tıp eğitimi ve hizmeti konusunda dünyada övünç kaynağı haline gelmiş olan sağlık sisteminin ağırlığı büyük ölçüde sağlık çalışanlarının sırtına bindirilmiş durumda. Eğitim süreci zaten diğer mesleklerden daha uzun, daha masraflı ve daha zor. Uzmanlık alıncaya kadar en az 10 yıl okumak durumunda kalan bir tıp öğrencisi bu süre içinde çok ağır bir disiplin altında, çok ağır iş yükü, insan doğasını zorlayan nöbet süreleriyle ve sorunlarıyla çalışmak zorunda kalıyor.

Türkiye’de AK Parti döneminde ciddi bir sağlık reformu hatta devrimi yaşandığı söylenebilir. Dünyanın her tarafından bakıldığında bu görülüyor. Hem sağlık hizmeti kalitesi hem de ucuzluğu dünyada en gelişmiş ülkelerle bile kıyas kabul etmez bir hal aldı. Ancak vatandaş memnuniyetini öncelikli olarak gözeten ve büyük ölçüde bunu sağlayan bu hizmet kalitesi ve ucuzluğunun da büyük ölçüde sağlık çalışanlarının sırtına binmiş olduğunu görmek gerekiyor.

Vatandaşın neredeyse doğrudan bütün tabiplere doğrudan erişimi var. Arada aile hekimliği kurumu aslında uzman doktorlara doğrudan akan hasta yoğunluğunu eleyerek azaltmak için düşünüldü ama hastanın doğrudan doktoruna gitme eğilimi bu sistemi işlemez kılıyor. Bu da hasta yükünün azalmadan sürekli artması, ancak buna paralel bir sağlık çalışanı artışının olmadığı bir durum oluşturuyor.

Bu konuda vatandaş memnuniyetini büyük ölçüde sağlamış olan sağlık sisteminin bundan sonra sağlık çalışanlarının da memnuniyetini olabildiğince sağlamaya çalışması, Türkiye’nin sağlık sisteminin sürdürülebilmesi açısından da çok önemli. Tabii işin bir yanında da ekonomik adalet var. Bu büyük fedakârlık ve emek kesinlikle çok daha fazlasını hak ediyor.

#YÖK
#Türkiye
#Yabancı Sermaye
#AK Parti
#Koronavirüs
3 yıl önce
Vatandaş memnuniyeti ile sağlık çalışanının memnuniyeti arasında bir yol bulmak
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler