
Yeni Şafak’taki bu ilk yazıma konjonktürel bir değerlendirme yerine genelde ticaretin paradigması ve özelde bankacılık sektörü üzerine derinlemesine bir yorumla başlamak istedim. Böylece yüzeyde görülen problemlerin gerisinde çalışan asıl dinamikler üzerine yaygın bir farkındalığa sahip olabiliriz. Çünkü bunlar amaç problemleri.
Kâr, iktisat biliminin kendi varlığını kabul ettirmesiyle ekonomik faaliyetin ana amacı haline gelmiş olgudur. Sonradan getirilip kâr maksimizasyonu kavramının ifade ettiklerinin etrafından dolaşan yeni amaç ifadelerininse bu çarpıklığı giderdiği söylenemez.
Çarpıklık diyorum çünkü ekonomik faaliyetin amacı, kapitalist menfaatlerin maksimizasyonu değil, katma değerin ençoklanmasıdır.
Kâr, sunulan katma değerin ödülüdür. İktisadi faaliyetin çevresinin teklif edilen katma değerden aldığı tatmin, ödülün miktarını tayin eder. (Hatta klasik iktisadın kâr maksimizasyonu ifadesi bugün zihinlerde oluşan kavrayışa, ağızlara dolgun gelen rakamlara göre çizdiğim bu çerçeveye daha iyi uyar.) Tatminsizlik ise cezalandırılır; zarar sonucu üretir.
Bazı bir takım işlerinse sosyal veya kamusal bir hizmet olarak görülmesi gerekeceğinden kâr amaçlı kurgulanması en baştan ontolojik bir problem olarak algılanır. Mesela finansal hizmetler; örneğin bankacılık... Kârlılıklarına olan tepki bu yüzdendir; üstelik küresel ölçekte toplumsal reaksiyonların en müştereklerinden birisidir. Şöyle veriler de mevcut; Türkiye’de 860 bin reel sektör firmasının 2020 kârı 221.7 milyar lira (sadece 460 bini kârda), bu rakamdan az sayıdaki BİST reel sektör şirketlerinin 50.3 milyar lira ve holdinglerin 17.3 milyar liralık kârlarını düşerseniz 154.1 milyar lira kalır. Aynı yılda 32 mevduat bankasının kârı ise 48.7 milyar lira. Nerede 860 bin firma, nerede 32 banka…
Parasal aktarım mekanizmasındaki rolleri, “yatırımların finansmanı için” fon arz ve talebine aracılık etmeleri ve ödeme sistemi sunmaları hasebiyle bankacılığın bugünkü iktisadi tasavvurdaki yeri vazgeçilmez görülür. Birçok sıradan hizmetleri çoğu girişimci tarafından sunulabilecekse dahi bu sebeple imtiyazları altındadır. Hatta sayılarının az tutulması neredeyse BDDK’nın kutsal gayeleri arasında sayılabilir.
Bankaların toplumun varlıklarını topluma geri aktarıp yüksek mutlak kârlar elde etmesinin her bilanço döneminde tartışma konusu olmasının davranışsal geri planı budur.
Ya matematik denklemler? Kâr, bankalar için ortaklarından sermaye istemeksizin kaldıraçlarını ve faaliyetlerini geliştirmenin imkânını ifade eder. Kârlı olmaları düzenleyiciler açısından da müspettir. Gene de mesele sermayeyse düzenleyicilerin, müşteri kazanırken ortak ve sermaye gelişimi de sağlayan kooperatif bankacılığının Türkiye’de önünü tıkıyor olması hayli ilginçtir. Kooperatif finansını ekonomiye ikram etmemeleri bir yana Merkez Bankasından %14 ile borçlanıp %25’lerle kredi vermelerine göz yummaları daha da ilginçtir.
Kâr, diğer taraftan bankalar için tamamıyla kendi başarı ve kabiliyetlerinin karşılığı olarak görülür. Çünkü en başta TL mevduat az olduğu için ya da bir diğer ifadeyle dolarizasyon baskın olduğu için kredilerden aldığı faizin büyük bölümü kendisine kalmaktadır. Yani kredi talebi TL cinsinden ve yüksek faizlidir, mevduat ise yabancı döviz cinsinden ve düşük faizlidir. Bu yabancı döviz cinsi varlıkları swapla TL’ye dönme mahareti kendisininse faiz de bankanındır. (Kârın ikinci önemli bölümü finansal enstrümanlar üzerine gerçekleştirdiği spekülasyonlardan gelir. Bankacılık hizmet gelirleriyse sonuna kadar rekabetten korunan bankaların üçüncü önemli kâr bileşenidir.) İşte, tam da bu noktada bankaların dolarizasyonu besleyen yanlış kredi politikalarının da geride etkili olması gerçekten ironidir.
Kredi, proje veya fatura yahut başka bir reel ekonomik ilişki kurulmadan verilemez.
Kurun artmaya başladığı dönemde bankacıların amaçsız kredi alacak müşterilerini yabancı döviz almaya teşvik etmeleri gibi tecrübeler bu absürtlükten beslenir. Hem para yatırım aracı değildir.
Finansçılar dahi tümden paranın yatırım aracı olduğu üzerine hemfikir olsalar da yanılıyorlar. Para yatırım aracı değil, yatırımın aracıdır. Kendisi yatırım değildir. Onunla yatırım yapılır. Döviz riski bulunanlar hedge için döviz işlemi yapabilir, amenna. Ama “kâr” için dövize, kriptoya “yatırım” yapmak kim tarafından doğru bulunup tercih edilirse edilsin basbayağı ekonomisi aleyhine iddia oynamaktır.
Üzeyir Garih’in şu sözü önemlidir; “para, ilkokul öğrencisinin ders notuna benzer.” Yani kullanılmıyorsa faydasızdır. Benzer metafor üzerinden değerlendirmemizi açmak için Gazali ile Eşkıyanın diyaloğuna da gidilebilir. Hani Eşkıya tarafından Gazali’nin ilmi malumat gereksinimiyle kitap ve notlarına el konulmaması talebine “bu nasıl ilim ki çalınabiliyor” cevabı verildiği gibi doları yatırım zannedenler için bu nasıl yatırım ki FED’in yarattığı enflasyonla aşırılabiliyor değerlendirmesi yapılabilir.
Hasılı kâr amacı çarpıklıktır; BDDK’nın finansal sistemin etkinliği yerine rekabeti önlemesi çarpıklıktır; finansal çeşitlilik için orijinal bankacılık modellerini tanıtmaması çarpıklıktır; TCMB politikasının BDDK otoritesi altında yönetilememesi çarpıklıktır; yatırımın aracını yatırım aracı sanmak çarpıklıktır. Bunlar giderilirse bankacılık karları tartışma ihtiyacı azalacaktır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.