Üç mesele: Rubûbiyet, ubûdiyet ve hilâfet

00:004/03/2013, Pazartesi
G: 6/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

Türkiye"de, -özellikle de sözümona entelijansiya katında- en yanlış anlaşılan ve en fazla horlanan kavramlardan biri "ümmet", diğeri de "kul" kavramıdır.İnsanın insanca bir hayat "kurabilmesinin" biri münferit, diğeri müşterek düzlemde yegâne teminatı bu iki kavramdır oysa.İnsan, kulluk fikrini yitirdiği andan itibaren kula kulluğa mahkûm oldu.Kula kulluk, önce insanın, insan-yapımı araçlara boyun eğmesiyle sonuçlandı. Sonra da, insanın tenine ve benine, bedenine ve bencilliğine boyun eğmesiyle…MODERN

Türkiye"de, -özellikle de sözümona entelijansiya katında- en yanlış anlaşılan ve en fazla horlanan kavramlardan biri "ümmet", diğeri de "kul" kavramıdır.

İnsanın insanca bir hayat "kurabilmesinin" biri münferit, diğeri müşterek düzlemde yegâne teminatı bu iki kavramdır oysa.

İnsan, kulluk fikrini yitirdiği andan itibaren kula kulluğa mahkûm oldu.

Kula kulluk, önce insanın, insan-yapımı araçlara boyun eğmesiyle sonuçlandı. Sonra da, insanın tenine ve benine, bedenine ve bencilliğine boyun eğmesiyle…

MODERN İNSANIN "İLÂHÎ KOMEDYA OYUNU" SAHNE ALINCA…

Modernlik, insana özgürlük vaadiyle yola koyuldu: İnsanı, özgür iradesini yok eden bütün bağlardan ve ağlardan koparmak istiyordu modernlik.

Bu nedenle, modernlik, insanı özgürlüğüne kavuşturacağı düşüncesiyle Tanrı"dan uzaklaştırdı.

Ama insan Tanrı"dan ne kadar uzaklaştıysa, o kadar kendinden de, tabiattan da uzaklaştı.

Ve sonuçta, kelimenin tam anlamıyla, tarihin komediye dönüşen en trajik "ilâhî komedya oyunu"nu sahneye koydu modern insan.

Tanrı rolünü oynamaya soyundu!

Tanrı"dan özgürleşme düşüncesiyle yola çıktı modern insan; ama sonuçta insanlıktan çıktı!

Önce, neredeyse herkesi ve her şeyi köleleştirdi kendisine… Sonra da, kendisi köleleşmekten kurtulamadı…

Tabiata, kıtalara, denizlere ve dünyaya hükmetti: İlkin tabiatı teslim aldı; sonra da tabiatı "tepe tepe kullanarak" geliştirdiği bilim, felsefe ve sanat gibi "araçları".

Ama nihayetinde modern insan, "bu ilâhî komedya oyunu"nda, teslim aldığı araçlar tarafından teslim alınmaktan kurtulamadı.

TABİAT, FELSEFE VE SANATIN BAŞKALDIRISI…

Modern insanın sahneye koyduğu "ilâhî komedya oyunu"na, tabiat isyan etti, felsefe isyan etti, sanat isyan etti...

Bu "ilâhî komedya oyunu"nda gelinen nokta, insanı insanlığından etti ve ürpertici bir trajediye mahkûm etti…

Hayat çölleşti…

Felsefe bitti…

Sanat, bütün câzibesini, bütün gücünü ve bütün ruhunu yitirdi…

Modern insanın "ilâhî komedya oyunu" öylesine trajik boyutlar kazandı ki, sonuçta, insana, tabiata ve hayata yapılan büyük saldırının ve yıkımın başaktörü kapital/izm tanrısına başkaldırı için geliştirilen bütün sanat türleri, kapital/izm tanrısının en gözü kara ve ruhsuz hizmetkârlarına dönüştü!

Meselâ sürrealist sanat, meselâ absürd tiyatro, meselâ minimalist mimarî, önce başkaldırının bayraktarlığını yaptı ama sonra, sonunda, kapital/izm tanrısının hırslarının ve hükümranlığının sınırlarını alabildiğine genişletmeye ve insanı felâket dolu bir nihilizm cehenneminin ortasına fırlatmaya yaradı sadece.

Sonuçta, insan, kulluk fikrini yitirince, Tanrı"yı da, hakikati de, kendini de yitirmekten, hayatı çölleştirmekten ve ruhsuzlaştırmaktan, dünyayı ise cehenneme çevirmekten kurtulamadı.

KULLUK: ÖZGÜRLEŞME UFKU

Oysa "kulluk", en yüce biliş, oluş ve varoluş mertebesidir. İnsan, kul olduğunun şuuruna vardıkça, duyma, düşünme ve hayatın sırlarını keşfetme, sınırlarını farketme, aşkın yolculuklara çıkmaya hüküm giyme melekeleri gelişir…

İnsan, kul olma şuuruna erdikçe, meleksileşir; varlığa, tabiata ve bütün insanlara karşı rahmetle, şefkatle, adaletle, hikmet nazarıyla bakma imkânlarına erişir.

O yüzden, Efendimizin (sav) kulluğu, elçiliğinden önce gelir ve önceliklidir. Efendimiz, en ekmel kul"dur.

Kişi, Rabbine kul olduğu andan itibaren gerçek özgürlüğüne kavuşabilir. Ve kula kul olmaktan da, araçlara, beşerî arzularına ve hırslarına, ben"ine ve ten"ine, beden"ine ve bencilliğine kul-köle olmaktan da ancak Yaratıcı"ya bihakkın kul olduğu zaman kurtulabilir.

Bu gerçeği bütün büyük sanatçılar ve düşünürler teslim ederler.

Meselâ Dostoyevski, "Tanrı yoksa her şey mubahtır" derken, Freud"dan sonraki en büyük psikanalist Lacan, "Tanrı inancını yitiren insan, artık her şeyi tanrılaştırmaya başlayan bir varlığa dönüşmekten kurtulamaz" demiştir.

Kişi, Yaratıcı fikrine ulaştıktan sonra, kendi olabilir, kendini bulabilir ve ancak o zaman beşerî ve dünyevî engelleri aşarak ötelere uzanan sonsuz bir yolculuğa çıkabilir.

ÜMMET: SELÂM/ET YURDU

Ümmet fikri konusunda da benzer bir zihnî körleşmeyle malul Türk entelijansiyası.

"Ümmet", "her şeyin anası" demektir: Yegâne hakikat, adalet ve selâm/et yurdudur ümmet.

Ümmet bilinci, kişinin, bütün dünyevî yüklerden arınmasını ve sadece hakikatin izini sürmesini mümkün kılan bir başlangıç noktası ve kilometre taşıdır.

Kişi, ümmet bilincine sahip olduktan sonradır ki, mesele sahibi olabilir ve meselesinin hayata geçirilmesi için gerekli mesuliyetlerle donanabilir. Mesuliyet, kişinin sual sorma kabiliyetlerini geliştirir.

MESELE, MESULİYET VE SUAL

Kişinin, sual sorabilmesi için mesuliyet sahibi olması, mesuliyet sahibi olabilmesi için de bir meselesi olması gerekir.

Meselesi olmayan insanlar, mesuliyet sahibi olamazlar. Mesuliyet sahibi olmayan insanlarsa, sual sormasını bilemezler.

Müslümanın temel meselesi, Rubûbiyet fikrine sahip olabilmektir. Rubûbiyet fikrine, ancak ubûdiyet fikrine ve tatbikine sahip olmakla ulaşılabilir. Ubûdiyet fikrinin gerçeğe dönüşebilmesi ise, ancak hilâfet bilincine sahip olmakla mümkün olabilir.

Özetle… Meselemiz rubûbiyet fikrini, mesuliyetimiz ubudiyet fiilini, sualimiz ise hilâfet mükellefiyetini ve hâl"ini hayata geçirmektir.

RİBAT, İRTİBAT VE RABITA

Rubûbiyet fikri, "ne" sorusuyla; ubûdiyet fiili, "nasıl" sorusuyla; "hilâfet" hâl"i de, "niçin" sorusuyla hayata geçirilebilir.

Rubûbiyet fikri, kişinin hakikat yolculuğuna çıkmasını mümkün kılan muhkem bir ribat hâlidir. Ribat, kişinin Rab"biyle (cc) "doğrudan" bağ kurmasıdır.

Ribat, kişinin yönünü Rabbine çevirmesinin, Rabbinden başka her şeyden yüzçevirmesinin yollarını sonuna kadar açar.

Rab"le kurulan bağ, "doğrudan" olduğu için, doğurgandır. Böylelikle hakikat, kişide HAYAT BULUR.

Ribat, kişinin hakikat çağrı"sıyla buluşmasının yol haritasını sunar kişiye. Yolculuk, ribatla başlar böylelikle…

Yolculuğun devam edebilmesi için çağrı"nın çağ"ını kurma yollarını açması gerekir. Bunun yolu, kişinin hakikatle bihakkın ve doğrudan irtibata geçmesinden geçer.

Kişinin hakikatle irtibata geçebilmesi, hakikatin kişinin HAYATI OLABİLMESİYLE mümkün olabilir.

Ubûdiyet mesuliyetini yerine getirmesi, kişinin, hakikatle kurduğu bağ"ı bağlanma"ya dönüştürebilmesinin sütunlarını dikmesine imkân tanır.

Hakikatin, hayat bulması, hayat olması, kişinin hilâfet yükümlülüğünü yerine getirmesiyle kemâle erebilir.

Hilâfet, kişinin hakikatle RABITA hâline geçmesiyle gerçeğe dönüşür ve kişinin hakikatle kurduğu irtibatı çağlayana dönüştürmesinin yollarını döşer…

RUBÛBİYET ÇAĞRISI, UBÛDİYET ÇAĞI VE HİLÂFET ÇAĞLAYANI

Rubûbiyet ribatı, kişiye aziz bir fikr-i selîm melekesi kazandırır.

Ubûdiyet iritibatı, kişiyi nefis bir kalb-i selim"le irtibata geçirir.

Hilâfet râbıtası, leziz bir zevk-i selîm melekesi armağan eder kişiye.

Rubûbiyet ribatı, kişinin Hakk"a teslim olmasını, mâsivadan kurtulmasını ve Hakk"ın çağrısına pürdikkat kulak kesilmesini sağlar (islâm süreci).

Ubûdiyet irtibatı, kişinin hakikat"le arınmasını, bütün putları yıkmasını ve Hakk"ın çağrı"sının hakikat çağ"ını kurmasını mümkün kılar (iman süreci).

Hilâfet râbıtası ise, "kişi"nin mâverâya ulaşmasına, hakikat sarayını kurmasına ve çağrı"nın çağlayan"a dönüşmesine imkân tanır (ihsan süreci).

Kişi bu kemâl mertebelerini katettikçe, hakikat merdivenlerini tırmandıkça, hakkıyla kul olma (her şeyden özgürleşme) ve ümmet olma (her şeyin anası katına yükselme) yolculuğunda gözle görülür bir mesafe elde eder...

MERKEZ ÜMMET: GÜNEŞ ÜMMET

Müslümanlar, kitabımızda, işte bu nedenle "ümmeten vasatan" olarak tarif edilir. "Ümmeten vasatan", "vasat ümmet" demek değildir, "merkez ümmet" demektir.

Merkez ümmet, mülk âlemine hükmeden ümmet değil, melekût âleminden süt emen, melekût âleminin hakikat, adalet, hakkaniyet ışıklarıyla insanlığı ve varlığı aydınlatan, rahmet, bereket ve hayat kaynağı güneş ümmet demektir.

O yüzden, hakikat medeniyeti, insanlığın ufkunda doğan, bütün varlığı ve tabiatı hakikat şuuruyla aydınlatan, hakikat şiiriyle meyveye durduran bir güneş medeniyetidir.

Bil ki, ey insan! Rubûbiyet ribatını, ubûdiyet irtibatına ve hilâfet râbıtasına dönüştürme yolculuğuna soyunabildiğin (her) zaman, hakikat medeniyetinin güneşi yeniden doğacak, bütün varlığa hayat sunacak ve rûh üfleyecektir her dem yeni, her dem tâze bir nefesle ve hakikat şarkısını besteleyen ve herkesi sarıp sarmalayan derûnî bir sesle…

O hâlde, ey insan!

Meseleni bil ki, Rubûbiyet ribatının çağrısına pür dikkat kulak kesilmen mümkün olabilsin!

Mesuliyetinle bihakkın donan ki, ubûdiyet irtibatının sütunlarını dikeceği hakikat sarayına doğru yol alabilmen imkân dâhiline girebilsin!

Ve sual sorma melekelerini geliştir ki, hakikat medeniyetinin güneşinin şafağı hakikat sarayının gökkubbesinin üzerinde çakabilsin!