|
Bir fitne olarak “sorun” siyaseti

“Meseleyi büyütmezseniz, mesele yoktur derseniz mesele kalmaz” dediği söylenir 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in. Bu bazı gerçek meseleleri görmezden gelerek, gündemden düşürerek veya gündeme gelme yollarını kapatarak kestirmeden çözmenin kurnaz bir siyasi yolu gibi görünmüştür hep. Nitekim, Demirel’in siyaset tarzı ülkenin gündemindeki veya gerçeğindeki birçok meseleyi bu şekilde yıllarca idare etmekle temayüz etmiştir. Görmezden gelerek çözme veya çözmüş gibi görünme veya hiç bulaşmama yolu gerçek meseleler ülkenin gündeminde dağ gibi büyür de toplumsal barışı tehdit edene kadar bu görmezden gelmeler sürebilirdi. Dağ gibi büyüyüp başka meselelerin tamamının önüne geçtiğinde ise çözüm için artık çok geç kalınmış olabilirdi.

Ancak bir tarafıyla da gerçekten de gündeme birileri tarafından zorla getirilen meseleler de olabilir ve bu tavır bu tür suni meselelere karşı hiç de etkisiz veya işlemez bir siyaset değildir. Neticede sorun veya mesele algısının çoğu zaman insanların önemsemeleriyle veya tercihleriyle ilgisi vardır.

Siyasi bir tercih, siyasi bir tercihtir ve gerçek demokrasiler toplum barışını tehdit etmediği sürece, başka insanlara haksızlık veya hak ihlali sonucu gerektirmediği sürece her türlü siyasi tercihin özgürce ifadesi ve savunulmasını da gerektirir. Milliyetçilik veya karşı milliyetçilik de saldırgan bir ırkçılığa dönüşmediği sürece, siyasi özgürlük konusudur.

Türkiye’nin 10-20 yıl öncesine kadar Türkiye’de Kürt sorunu gerçek bir sorundu, can yakıyordu, insanları tahkir ve tezyif ediyor, aşağılıyor ve devlet şiddetiyle işleyen ciddi bir sorundu. O dönemde Kürt meselesini “yoktur” diye geçiştirmek hem sağ hem sol siyasetin değiştirilmesi veya gözden geçirilmesi dahi teklif edilemez rutiniydi. Çünkü insanlar Kürt olduklarını söyleyemiyorlardı, “bilinmeyen bir dilde” konuşanları devlet söylemi yok sayıyor, ısrar edenlere karşı yasal işlemler yürütülüyordu. Hapishane ziyaretlerinde yakınlarıyla tek kelime konuşamadığı için sadece bakışarak hasret gidenlerin hikayeleri meşhurdur.

Kürt diye bir kavim yoktu dolayısıyla Kürt sorunu da olamazdı. Bu devlet söylemini değiştirmek veya değiştirmeyi teklif etmek dahi hiçbir siyasi için mümkün olamazdı. Bu şartlar bu sorunu bir geçim kaynağı haline getirmek isteyen odaklar için aslında son derece kullanışlılığıyla dikkat çekti.

PKK, şiddet ve terör yolunu bu sorunu siyaset zemininde tartışmanın veya halletmenin yolunun tıkalı olduğu gerekçesine dayandırarak haklılaştırmaya ve buna zemin bulmaya çalıştı. Şiddete karşı devlet şiddeti bu sorunu daha da büyüttü. Devletin yanlış terörle mücadele politikaları PKK için en büyük destek oldu ve 20 yıllık çatışma ortamı olayı çok boyutlu bir sorun haline getirdi.

Artık karşımızda tek başına bir Kürt sorunu yoktu, uluslararası boyutları da olan, bazı Türkiye düşmanları tarafından da önemli bir koz olarak değerlendirilen, ülke bütünlüğünü, huzurunu tehdit eden bir terör, kalkışma boyutuyla içiçe geçmiş bir sorun vardı.

Bu sorunun tabii ki bir de sosyolojik, ekonomik boyutları da vardı. Bu sorundan geçinen iki tarafta da semirmiş savaş ağaları, mafyaları, “derin devlet” afrasıyla hükümferma yasadışı ama etkili mihraklar vardı. Kürt sorunu denilen şey artık bütün bu boyutların hiç birini ihmal etmeden çözmek mümkün değildi, ama böyle bir çözüm yoluna cesaret edecek güçlü bir hükümet de gerekiyordu.

AK Parti hükümeti bu yola cesaret etti. Baştan itibaren Kürtleri yok sayan, inkar eden, dillerini, kültürlerini, kimliklerini yasaklayan ve bundan dolayı soruna kaynaklık eden anlayıştan zaten uzaktı. Bu anlayışla olaya yaklaşınca sorunun önemli bir kısmı çözülüyordu zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005 yılında Diyarbakır’da “Kürt meselesini tanıyoruz ve bunu biz çözeceğiz” meydan okumasıyla başlayan sürecin sonucunda gerçekten de Kürt sorununun en önemli kilitleri açılmış oldu. Ancak sorunun terör boyutunun da böylece hemen, otomatik olarak çözüleceği beklentisi fazla iyimserdi. Çünkü sorunun sorun olma vasfından beslenen savaş ve siyaset ağaları bu sorunun çözülmüş olma ihtimaline o kadar hazır değillerdi. O yüzden Kürt meselesinin çözülmüş ve bitmiş olma ihtimaline en fazla Kürtlere “Kürt Sorunu” satan HDP ve selefi siyasetçiler ve tabii ki arkalarındaki terör örgütü itiraz etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kürt Sorunu yoktur” deme hakkına fazlasıyla sahip bir siyasetçidir. Çünkü o bu sorunu gördü ve gereğini yaptı, çözdü. Bugün onun ortaya koyduğu özüm yoluyla Türkiye’de kimse Kürt olmak dolayısıyla ne aşağılanıyor ne inkar ediliyor ne de yok sayılıyor. Kürtçe üzerindeki bütün engeller kaldırılmış, Kürt kimliği bizzat devlet söyleminde tanınmıştır, olması gerektiği gibi.

Ama buna en şiddetli cevabı Türk milliyetçileri değil Kürt milliyetçileri verdi, çünkü Kürt meselesinin çözülmüş olma ihtimali onlar için bir geçim kaynağının kuruması anlamına geliyordu.

Bugün Kürt meselesine kimlerin ne tür yatırımlar yaptığı, özellikle ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı terör örgütlerine verdiği destekten de net bir biçimde anlaşılıyor. PKK’nın veya HDP’nin ABD’nin bölgedeki çıkarlarını ve planlarını temsil etmekten daha fazla Kürtleri temsil etmek gibi bir misyonu olmadı, hiçbir zaman. Olsaydı açılım ve çözüm süreçleri zamanında yapıcı bir katkı yapar terörün bitirilmesine katkı yapardı. Ama niyet de plan da başkaydı. Meseleye bakış bambaşkaydı.

Bugün meseleye en sağlıklı yaklaşımın benimsenmiş olduğu ve meselenin gerçekten bütün yapay boyutlarının ortaya çıkarılarak bitirilmeye yüz tutmuş olduğu bir ortamda Kılıçdaroğlu’nun meseleyi diriltmeye çalışmasını anlamak zor değil aslında.

Meseleden biraz da biz ekmek yiyelim telaşında ama bu mesele bir fitne olarak uyandırıldığında alevleri önce CHP’yi yutacak, farkında bile değil.

#Siyaset
#HDP
#CHP
#Kürt
#Türkiye
#Süleyman Demirel
3 yıl önce
Bir fitne olarak “sorun” siyaseti
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’