|

'ABD korkuyor'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Mehmet Acet köşesinde 'ABD ‘Türkiye bunu yine yaparsa’ diye korkuyor' başlıklı yazısını kaleme aldı. Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Yasin Aktay ve Aydın Ünal da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:22 - 12/02/2018 Pazartesi
Güncelleme: 08:44 - 12/02/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Yasin Aktay ve Mehmet Acet.
Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Yasin Aktay ve Mehmet Acet.

Mehmet Acet, Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Yasin Aktay ve Aydın Ünal'ın yazılarının dikkati çeken bölümleri:

Mehmet Acet: ABD ‘Türkiye bunu yine yaparsa’ diye korkuyor

İki üst düzey Amerikalı general, üzerinde olması gerekenden daha büyük bir ABD bayrağı taşıyan araçla Suriye’nin Menbiç kentinin cephe hattına geldiler. Çok yakın bir yerde bulunan Türkiye yanlısı güçlerin, gelenlerin kim olduğunu kolayca anlamaları için böyle yapılmıştı.”Bu alıntıyı, geçen hafta Çarşamba günü ABD’li generallerin Menbiç ziyaretini takip eden New York Times’ın haberinin giriş cümlesinden yaptım. Haberin bizi daha fazla ilgilendiren kısmında, Tümgeneral Paul Funk’un “Eğer bizi vuracak olurlarsa, sert bir şekilde karşılık vereceğiz. Kendimizi savunacağız” ifadeleri yer alıyordu. Haberde açık bir şekilde telaffuz edilmese de, buradaki hedef ülkenin Türkiye olduğu gün gibi ortada. 

MENBİÇ’TE SUÇÜSTÜ YAKALANMAK 

Durun daha bitmedi.Esas şurası için dikkat isterim. Çarşamba günkü Menbiç çıkartmasını yapan iki ABD subayından biri olan General Jarrard, yanındaki gazetecilere şunu söylüyor: “İnsanların çoğu, buradaki yöneticileri PKK ile eşitlemeye çalışıyorlar. Halbuki ben, onlarla iş tutarken PKK ile işbirliği halinde olduklarını gösteren bir işaret göremedim.”

Zekeriya Kurşun: İnsan mı Sultan mı?

Osmanlı tahtına oturma bahtına erişmiş otuz altı sultandan biri ama adı en çok anılan kişi Sultan II. Abdülhamid’tir. Osman Bey, Orhan Bey gibi kurucular, Fatih gibi dehâlar, cesaret timsali Yavuz, son nefesine kadar cenk meydanını terk etmemiş Kanuni gibi sultanlar varken II. Abdülhamid’in adının sıklıkla anılmasının bir sırrı olsa gerektir. Ölümünden yüz yıl sonra bile bugün eski Osmanlı coğrafyasında ve Türkiye’de hâlâ adının anılması tesadüfi değildir.

Yakın Tarih Neden Yazılamaz?10 Şubat 1918 tarihinde vefat eden Sultan’ın cenaze merasimine katılan ve sıcağı sıcağına başyazarı olduğu İkdam gazetesine gözlemlerini aktaran Mehmet Ata Bey; bir devri tam ve doğru değerlendirmek için üstünden uzun zaman geçmesi ve tarih olması gerektiğini yazar. Ardından “hele üç kıtada hükmetmiş, 40 milyon Osmanlı’nın Sultanı, 300 milyon Müslümanın halifesi olan biri hakkında bir şeyler yazmanın imkansızlığından” bahsederek, kendi hissiyatını ve Sultan'ın kısa biyografisini sunar okuyucularına. Aradan yüz yıl geçti, olaylar soğudu, Sultan’ın yaşadığı dönem tarih oldu, diyebiliyor muyuz bugün? Maalesef hayır. Tam bir asırdır Sultan II. Abdülhamid gündemimizde. Bir asırdır sürekli “seni anlayamadık Sultanım” veya “sen ne müstebid bir Sultan imişsin” teraneleri arasında gidip geliyoruz.

Yusuf Kaplan: Suriye’de kurtlarla dansımız başladı...

Önceki gün çetin bir gündü: Afrin’de 11 Mehmetçiğimiz şehit oldu; 11 eve ateş düştü, yüreğimiz yangın yerine dönüştü.Dile kolay: Bir günde 11 şehit! Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine, milletimize başsağlığı ve sabır diliyorum. 

HAREKÂTLAR ZORUNLU

Fırat Kalkanı Harekâtı da, Afrin Harekâtı da kaçınılmazdı; hatta FETÖ’nün devleti ele geçirme, ABD’nin açık desteğiyle 15 Temmuz işgal ve darbe girişimine kalkışma hıyanetinden ötürü geç kalmış zorunlu adımlardı.Türkiye’nin güney sınırı ABD desteğiyle terör örgütü tarafından çepeçevre kuşatılmış, kanton şehir yönetimleri kurulmuştu! Emperyalistler, DEAŞ’tan sonra, özellikle Türkiye’yi parçalanma tehlikesinin eşiğine sürükleyebilecek, dolayısıyla Türkiye’ye diz çöktürerek Türkiye’nin yürüyüşünü durduracak bir maşa örgüt icat etmişler, içerde de bizi yeterince zayıf düşürecek FETÖ ile Türkiye’yi çökertme kararı vermişlerdi! İçerden tezgâhlanan oyunların ve saldırıların hepsini püskürttük Allah’a çok şükür. Şimdi dış kuşatmanın yarılmasına yoğunlaşılabilirdik artık: Geç de olsa bu tehlikeli duruma müdahale etmek zorundaydı Türkiye!  Zira Türkiye’ye karşı hem içerden hem de dışardan yürütülen topyekûn bir kuşatma ve adı konulmamış bir savaş ilanıydı bu.

Yasin Aktay: Teröre destek veren ABD’yi yargılamak için

Türkiye Suriye’de iç savaşın başladığı günden bu yana canlarını kurtarmak üzere ülkeye sığınmak zorunda kalan 3,5 milyon insanı misafir ediyor. Buna ilaveten halihazırda Lübnan’da 1,5 milyon, Ürdün’de 2 milyon, Irak, Mısır, Sudan ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde toplam 1 milyonun üstünde Suriyelinin bulunduğu hesaplanıyor.

Ülke içindeki yer değiştirmeler ve savaşta ölenlerle birlikte neresinden bakarsanız Suriye halkının en az yarısı 7 yıldır devam etmekte olan sorun dolayısıyla evinden, yurdundan kopmuş durumda.Farklı ülkelerdeki bütün bu mülteciler kendi ülkelerindeki şartların yaşanamayacak hale gelmiş olduğunun en güçlü kanıtıdır. Mülteci kendi ülkesindeki rejimin meşruiyetini alır getirir.

Mülteci kendi ülkesinde bir insanlık suçunun işlendiğinin canlı şahididir.Suriye’de her şey kendi haline bırakıldığında da bu sığınmacı akını devam etti, herhangi bir dış müdahale olduğunda da. Bu mültecilerin en önemli kısmı rejimin zulmünden kaçarak ülkelerinden çıkıyor ama bir kısmı da diğer terör örgütlerinin zulmünden kaçıyor. Türkiye’de her türlüsü var. Esed’in zulmünden kaçan da var, PYD-PKK’nın etnik temizlik teröründen kaçan Arap-Türkmen ve Kürtler de, DAEŞ’in zulmünden kaçanlar da var. Hem en fazla sayıda hem de her türlü terör örgütünün zulmünden kaçan insanların bulunduğu bir ülke Türkiye. Suriye’de her hareketliliğin hemen etkilediği ve bir göç dalgasını daha kendisine ulaştırdığı Türkiye, sadece bundan dolayı Suriye konusunda söz ve müdahale hakkına en fazla sahip olan taraftır. Açıkçası Suriye’de olup biten herşey bundan dolayı Türkiye’nin dış sorunu değil, iç sorunudur.

Aydın Ünal: CHP dış politikada ne söylüyor?

Türkiye’nin mevcut dış politikası karşısında CHP’nin duruşu ve söylemi hepimizi çileden çıkarıyor. Nasıl çıkarmasın ki? Türkiye’ye husumet besleyen kim varsa, CHP onun yanında saf tutuyor. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada daha güçlü ve daha etkin bir aktör olma çabası, İran’dan Irak’a, Suriye’den Mısır’a, Suudi Arabistan’dan İsrail’e, Yunanistan’dan Almanya’ya, Fransa’dan ABD’ye kadar birçok ülkeyi tedirgin ediyor. Hepsiyle birlikte CHP de tedirgin oluyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin dış politika anlayışını “ülkeyi ‘sizi AK Parti’den kurtaracağız’ iddiasıyla düşman işgal etse, ellerinde çiçeklerle karşılarlar” ifadesiyle özetlemişti. Önceki gün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de CHP’nin dış politika anlayışını “bunlar eski Mısır’da yaşasalar Hz. Musa’ya karşı Firavun’la birleşirlerdi. Bunlar Kerbela’da olsalar Yezid’in yanında saf tutarlardı” diyerek eleştirdi. Elimizde sayısız örnek var: 15 yıllık AK Parti iktidarında ortaya çıkan uluslararası gerilimlerde CHP’nin nerede durduğuna bakın, birkaç istisna dışında hemen tamamında “AK Parti ya da Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı” görüntüsü altında Türkiye’nin karşısında konumlandığını görürsünüz. CHP, Suriye meselesinde Esed’in, Mısır meselesinde Sisi’nin, Filistin meselesinde İsrail’in, AB ile yaşanan gerilimlerde AB’nin, FETÖ ve PKK meselesinde ABD’nin yanında taraf tutmuştur. Bölgesel meselelerde Tahran’ın, Bağdat’ın, Riyad, Şam, Kahire, Tel-Aviv, Atina, Brüksel, Vaşington ve diğerlerinin söylemiyle CHP’nin söylemi bire bir örtüşmüştür. CHP’nin dış politikadaki duruşu ve dili anlık tepkilerden oluşmuyor; sadece AK Parti ve Erdoğan karşıtlığına da dayanmıyor. CHP, aslında, tarihi bir arkaplana yaslanarak, belli bir gelenek çerçevesinde ve son derece istikrarlı biçimde uluslararası politika ve dil üretiyor.

#Mehmet Acet
#Zekeriya Kurşun
#Yusuf Kaplan
#Yasin Aktay
#Aydın Ünal
6 yıl önce