
FETÖ’nün 15 Temmuz’daki kalkışması sırasında yaşadıklarını anlatan Başbakan Yıldırım, o gece 10 saatlik telefon görüşmesi yaptığını söyledi. Yıldırım, “Cumhurbaşkanımızla görüştük ve onun da aynı kanaatte olduğunu gördük ve bir şeye karar verdik: Ölmek var dönmek yok, işin sonu nereye giderse gitsin mücadele edeceğiz, asla pes etmek yok, teslim olmak yok” dedi
İstanbul’da Başbakanlık Vahdettin Köşkü’nde gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle biraraya gelen Başbakan Binali Yıldırım, başta 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi akşamı olmak üzere yaşadıklarını, FETÖ ile mücadelede gelinen noktayı anlattı, soruları cevapladı.
O gece İstanbul’daydım. İstanbul Dolmabahçe Ofis’te görüşmelerimi, çalışmalarımı tamamladım ve saat takriben 9.30 civarında Tuzla’ya gitmek üzere hareket ettik. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden geçtik. Kozyatağı gişelere takriben 100-200 metre mesafe vardı ki koruma müdürü bana “efendim, köprüyü kapatmışlar” dedi. “Kim kapatmış?” dedim. “Askerler”. “Darbe oldu, herkes evine gitsin” filan diye duyuru yapmışlar. “Nedir bu kepazelik? Oyun mu oynuyorlar? Dönün geriye” dedim. Koruma, “Efendim bunu yapamayız. Yani orada ne oluyor, ne bitiyor bir anlayalım, bu çok büyük bir risk. Sonra gerekirse gidelim” dedi. İşi hafife almamız doğru olmaz diye çok ısrar etti arkadaşlar. O zaman eve doğru devam ettik.
Bu arada biz Tuzla’ya geldik… Evde önce İçişleri Bakanını sonra Genelkurmay Başkanını aradım, ikisinin telefonu da cevap vermiyor. Daha sonra Hasan Doğan’ı ve Cumhurbaşkanımızı aradım. Cumhurbaşkanıyla görüştüm, Daha sonra MİT Müsteşarını aradım. Onunla da görüştüm. Sonra beni arayanlar oldu… Bu görüşmeler takriben 10’a 10 kalayla 11’e 10 kala arasındaki bir saat içerisinde hepsi.
MİT Müsteşarıyla zannediyorum 10.30 -11.00 arasında. Cumhurbaşkanıyla daha önce görüştüm. Bu arada işi anlamak için Ankara Valisini, Emniyet Genel Müdürünü aradım, İstanbul Valisini, İstanbul Emniyet Müdürünü aradım. Bütün bunları aradıktan sonra Cumhurbaşkanımızla da o ara görüştüm. İşin FETÖ’cülerin işi olduğu konusunda bir kanaat oluştu bizde.
Hayır yok. MİT Müsteşarından o bilgiyi alamadım.
Tabii etraftan aldığımız bilgilerle bir karar oluşturmamız gerekiyordu. Yani bunun adını koymamız gerekiyordu. Cumhurbaşkanımızla görüştük ve onun da aynı kanaatte olduğunu gördük ve bir şeye karar verdik:
“Ölmek var dönmek yok, işin sonu nereye giderse gitsin mücadele edeceğiz, asla pes etmek yok, teslim olmak yok”.
Ve ondan sonra kendisiyle birkaç görüşme daha yaptık onların emniyetiyle ilgili ne planladıklarıyla ilgili.
Ama bu arada işin adını koyduktan sonra biz 11’i 5 geçe bir açıklama yaptık. Bir kalkışma olduğunu, bunun emir komuta zinciri altına olmadığını söyledim. Daha sonra, bu arada partimizin teşkilat başkanıyla, milletvekilleriyle görüştüm. Başbakanlıkta bir kriz masası oluşturduk. Müsteşara görev verdim, arkadaşlarımıza, danışmanlarımıza görev verdik, milletvekillerini Meclise yönlendirdik. Bakanları Başbakanlığa yönlendirdik. Bir faaliyet başladı. Yani o gece boyunca 12 saatlik bir sürede 196 telefon görüşmesi yapmışım, bu da yaklaşık 10 saat sürmüş, yani yolculuk boyunca İstanbul’dan 10 saat süreyle görüşmeler olmuş. Bu görüşmeler daha ziyade olayların takibi ve ne yapılması gerektiğine yönelik gerekli talimatlar.
Cumhurbaşkanımızın milletin meydanlara inmesi yönünde bulunduğu çağrı, darbenin kırılma noktasıdır.
Beni Bahçeli aradı. İlk aramış ulaşamamış. Kılıçdaroğlu aramış ulaşamamış. Doğu Perinçek aramış ulaşamamış. Ben hepsine kısa süre sonra döndüm. Sayın Bahçeli, “biz sizin yanınızdayız sonuna kadar, destekliyoruz” dedi. Ben “artık parti taraftarlarınızı filan da meydanlara çağırıyoruz, bu artık parti meselesi olmaktan çıkmıştır, bir memleket meselesi, bağımsızlık meselesi haline gelmiştir.” Doğrusu çok olgunlukla karşıladı.
Kılıçdaroğlu da aynı şeyi söyledi. “Biz yanınızdayız, demokrasiden yanayız” dedi. Ben teşekkür ettim ama ona da meydanlara inelim filan dedim. Bana verdiği cevap tabii ilginç orada, dedi ki, “tamam, insanları çağıralım da, onların güvenliğini kim sağlayacak?” Dedim ki, “Sayın Genel Başkan, bu güvenlik meselesi mi? Memleketin güvenliği, milletin geleceğini konuşuyoruz, yani burada bir var olma, yok olma meselesiyle karşı karşıyayız” gibi bir cevap verdim ona.
Ondan sonra bir yorum yapmadı, ama tabii ben o yorumu o zaman da yadırgadım, yani cevabını da verdim. Yani oradaki bakış bence çok doğru değildi.
Birkaç kez görüştük. Tabii o Marmaris konusunda, yani oradaki ne yapacağını, bizim ne yapacağımızı, ondan sonra nasıl mücadele edileceğini? Ben Ankara’ya geçeceğim dedim, o da İstanbul’a geçeceğim dedi. Biz dikkatli olun, havada düşman unsurları var, bunlara karşı tedbir alın gibi şeyler konuştuk.
Var tabii, çok oldu. Orada tabii ilginç olan, çok ayak direttiler. Bu uçaklar alçak uçuş yapıyor, daha sonra Meclisi bombaladılar, Özel Harekatı bombaladılar. Külliye’ye ateş açtılar, bombaladılar. Özel Kuvvetlere İstanbul’da tarama yaptılar falan. Bunlarla ilgili epey bir mücadele ettik, yani bu uçakların çekilmesi, bu bombaların, saldırıların durdulması için. “Vurun” dedik, yazılı emir istediler. Biz de dedik ki, “Bak bu söylediklerim hep yazılı emir, ya bunu yaparsınız ya da sabah ben size gösteririm. Bu iş bitecek ve bunun hesabını siz vereceksiniz.” Ondan sonra “Balıkesir’de uçağımız yok, Diyarbakır’da yok, Bandırma’da yok.” “Nerede var?” “Erzurum’da.” Peki, Erzurum’dan gelsin. İşte “Efendim 1.5 saat sürer gelmesi.” Tamam, olsun. “Efendim, uçaklar yüklü değil.” Yüklüden kasıt da bomba. Peki, yükleyin, ne kadar sürer? 2 saat sürer filan. Olsun dedim, 2 saat sürsün. Sonra 3 uçak geldi, işin seyrini değiştiren o uçaklardı.
Bu gelen uçaklar, Ankara’daki saldırıları, bombaları atan uçakları baskıladı. Helikopterleri uzaklaştırdı.
Şehir dışına çıkarın, yani çıkaramazsanız da “vurun” dedim. Ancak olayın Akıncı’lardan yönetildiğini fark ettik ve Akıncı’ların bombalanması işi zaten gündüze kaldı. Yani Cumhurbaşkanımız da gelmişti, o da İstanbul’da kriz merkezindeydi. Vurma işi onun da müdahaleleriyle oldu. Ondan sonra zaten işin oradaki sevk ve idaresi bitti, darbeciler gözaltına alınmaya başlandı.
O gece zerre umutsuzluğum olmadı.
Yani şu anda bu iş ayan beyan bellidir. Artık bu mesele bitmiştir demek için çok erken. Yargılama süreçleri devam ediyor, bu süreç içerisinde farklı şeyler çıkabilir, yeni diyebileceğimiz gelişmeler de olabilir. Ama bundan sonrası için silahlı bir darbe teşebbüsünden bahsediyorsanız, bu ihtimali ben çok yüksek bulmuyorum. Böyle bir durum söz konusu değil. Bu tamamen terör örgütünün yandaşlarına ve kamuoyuna ölmedim, ayaktayım, mesajı vermek için diri tuttuğu bir şeydir. Biz her türlü tedbirimizi alıyoruz. Benim özellikle vatandaşlarımdan talebim, bu tip sürekli ortalıkta dolaşan rüya tabirlerine, şayialara kulak asarak hayatlarını, konforlarını bozmasınlar, normal yaşamlarına devam etsinler. Milletimizin huzuru, rahatı için gece-gündüz demeden ayakta duran ve sürekli bu işleri takip eden devletimizin birimleri var. Hükümetimiz var, kolluk kuvvetlerimiz var, yargı mensuplarımız var. Her şeyden önce çok dinamik bir medyamız var. 15 Temmuz darbesini önleyen belki çok iyi fark edilmeyen en büyük güçlerinden biri medyadır. Medya o gün olaylara çok hızlı intikal etti ve ülkesinden, milletten yana, demokrasiden yana taraf oldu. Medyanın o gecenin seyrini değiştirmede çok büyük katkısı var. Özellikle görsel medyanın.
17-25 Aralık’tan sonra ben belediye başkanı adayı oldum. Bunlarla o dönemde de çok mücadele ettim. Ne iftiralar, neler neler… Orada düzmece bir dava çıkardılar. FETÖ’cüler kendini parçaladı benim seçim kazanmamam için. Gece-gündüz CHP’lilerle beraber çalıştılar, her fırsatta önüme çıktılar. Biz onun için 2011 genel seçimleri, 2014 yerel seçimleri, 2015 seçimleri, 1 Kasım seçimlerinde en fazla temizliği yapan partiyiz. Hatta belirlediğimiz adayları değiştirmek zorunda, seçildikten sonra attıklarımız var. Onun için yani AK Parti FETÖ’yle mücadele yapmadı demek en hafifinden bühtandır.
Şimdi o olaylar yaşanırken anamuhalefet partisinin duruşunu hatırlayın arkadaşlar. Gezi olaylarında nerede durdular? 17-25 Aralık yargı darbesinde, Cumhurbaşkanını almaya gelirken, Başbakanı almaya gelirken, bizleri almaya gelirken, fezlekeler düzenlerken nerede durdu muhalefet partisi? Ondan sonraki süreçlerde nerede durdu? Daha düne kadar 15 Temmuz kontrollü darbe diyordu ya.
Şimdi değiştirdi hafif tornistan yaptı 20 Temmuz’a gitti. Baktı ki toplumsal infial çok büyük şimdi “Efendim, 15 Temmuz darbedir, ama işte 20 Temmuz kontrollü darbedir” diyor. Öyle değil, o kendi ifadesi değil FETÖ’nün ifadesi. FETÖ’nün Amerika’da parayla yaptırdığı bir raporun sonucudur. O 15 Temmuz kontrollü darbe lafı Sayın Kılıçdaroğlu’nun tespiti, kanaati değil. FETÖ’nün Amerika’da bir düşünce kuruluşuna büyük paralarla yaptırdığı bir raporun sonucudur. Onu kullandı. Var o rapor bizde. FETÖ’cülerin ağzıyla karar verdi.
Ama sonra şimdi bu yürüyüş esnasında tekrarlamaktan vazgeçti, çünkü siyaseten taşıyamayacağı bir noktaya geldi.
Biz Ağustos 2016 YAŞ’ının çok çetin geçeceğini biliyorduk. Ondan önce de biliyorsunuz HSYK’yla ilgili de yasa değişikliği oldu darbeden tam bir hafta önce bütün Danıştay’ın, Yargıtay’ın hakim sayısı, savcı sayısı yarıdan fazla indirildi. Orada da bir ses soluk çıkmadı aslında en büyük tasfiye oydu. YAŞ’ta ciddi bir çalışma vardı. Belki bu durumu gördüler onun için erkene almış olabilirler. Orada ilginç bir detay var. 17 Temmuz’da da Milli Güvenlik Kurulu toplanacaktı.
12’sinde MGK Genel Sekreteri bana gündemi getirdiğinde iç güvenlik, dış güvenlik, terörle mücadele vesaire var. Dedim ki, FETÖ’yle ilgili bugüne kadar ne yapılmış, ne mücadele yapılmış ve yapılması planlanan mücadele nedir bununla ilgili de silahlı kuvvetler bir sunum yapsın dedim. Gündeme bir madde ilave ettim. Tabii o MGK’yı yapmak nasip olmadı.
Tabii yani bu da bir plan. Ama şunu söylemekte fayda var. Arkadaşlar, bir kere asker biz iktidara geldiğimiz ilk günden beri sürekli bizi irtica var şeklinde sıkıştırdı. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Daha iktidara yeni gelmişiz, 19 Kasım’da Hükümeti kurmuşuz, 8 Ocak’ta zehir zemberek bir bildiri. 27 Nisan’dan çok daha ağır bir bildiri. Daha ne olmuş, 1.5 ay geçmiş ya. O gün uçak düştü de gündem olmadı, öyle geldi geçti. Ondan sonra her fırsatta sürekli bu mesele. Ve FETÖ onu çok iyi değerlendirdi. Ama bunu söylerken Ergenekon, Balyoz yalan değil, bu oldu. Ama bunları çok abarttılar, gerçek olanı sanki olmamışa dönüştürdüler. Yani onların bu yaptıkları Ergenekon-Balyoz darbe girişimini ortadan kaldırmaz…
Tabii tabii öyle sulandırmaları, abartmaları o olayı ortadan kaldırmaz. O da bir girişimdi, o da hükümete, meşru hükümete karşı, milli iradeye karşı bir işti, bunu biz net biliyoruz. O bakımdan yani bunlar FETÖ’cüler yaptı, böyle bir şey yok, yalan-dolan diye bugün savunanlar var, görüyorum, onu kabul etmemiz mümkün değil.
MGK’ya gelen değişmez maddelerden biri irticai faaliyetlerdir. İrticai faaliyetlerde cemaatler üzerinden değerlendiriliyor biliyorsunuz. Dolayısıyla, o tip gelen konuların hiç biri yani yok sayılmadı, göz ardı edilmedi ve şunu tekraren söylemem de fayda var: YAŞ’ta yapılan tasarrufların hepsi, tekliflerin hepsi aynen kabul edildi. Şerh konulması sonucu değiştirmedi. Dolayısıyla, kimse kalkıp da biz götürdük de bunlar gereği yapılmadı filan gibi laf edemez, etmesinin de çok bir manası yok, yok böyle bir şey. Yani bu kurumlar şöyle yaptı, böyle yaptı meselesine getirmiyorum ben yani siyasetin bu işin muhatabı siyasettir. Kurumlarda yanlış varsa bedeli hep siyaset öder.
Onlar dediğim gibi 50 yıldır zaten darbe planıyla bugünlere gelmişler. 17-25 de elbette bir anlamda darbeydi. O zaman siyasi partiler bize destek verselerdi belki bugün 15 Temmuz’u yaşamayacaktık. Cumhurbaşkanımız bireysel olarak bu mücadeleyi en önce başlatandır. Parti olarak da biz onun başlattığı bu mücadelenin hep arkasında olduk.
Bunların bir terör örgütü olduğu gerçeğini ortaya ilk çıkaran AK Parti’dir. Bunu nasıl görmezden geleceğiz? Erbakan’a gelinceye kadar siyasi liderlerden diğerleriyle bir problemi yok. Hepsiyle iyi geçiniyor. İlk karşısına çıkan Erbakan. En uzun ve kararlı mücadeleyi yapan AK Parti iktidarı, lideri Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarıdır. Terör örgütü tespiti ve mücadeleyi başlatan AK Parti’dir. 2012’de dershanelerin kapatılacağı yönünde Cumhurbaşkanımızın çok kararlı duruşu bardağı taşıran son damlalardan biridir.
Ve ona şiddetle karşı çıktılar, yani bu onlar için aracı gönderdiler kırılma noktasıdır, bundan vazgeçilsin, yoksa işte şunlar olacak, bunlar olacak tehditler filan oldu, ama şimdi burada ne oldu? Bir terör örgütü olarak adını koymadan evvel de mücadeleyi başlatan parti AK Parti’dir. 2010’da fiilen başlatmışız orada görmüşüz işin boyutunu. Ve 2010’dan sonraki bütün seçimlerde biz bunları ayıkladık.
TSK içinden istihbarat toplama hakkı yok MİT’in. MİT’in de yok, mniyet’in de yok. O zaman tamamen kendi haline bırakılmış oluyor TSK yani. Bunun ciddi bir eksiklik olduğu bu 15 Temmuz’da görüldü. Ama ne yaptılar? Jandarma marifetiyle illegal yollardan siyasi iradeye, meşru iktidara karşı bu bilgi toplama işi oldu. Ama TSK’nın FETÖ’ye karşı veya personel istihbaratına yönelik kendi bünyelerinde bir çalışma olmadı. Ama bugün bir ihtiyaç olduğu ortaya çıktı ve bunu yapıyoruz, bunu yapacağız. Yani sadece personel istihbaratı ile sınırlı olmak üzere, yani asker içine farklı amaçlı, farklı gündemli içeriden-dışarıdan yönlendirilmiş grupların hakim olmaması için personel istihbaratıyla sınırlı bir yapı oluşturacağız. Bunun ciddi bir ihtiyaç olduğu bugün çok daha iyi ortaya çıkmış durumda.







