|

Erol Kılınç’ın ardından

“Erol Kılınç, 77 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü kitap yayıncılığı faaliyetlerine hasretmiş bir isimdi. ‘Damla Damla Yaşadıklarım’ isimli hatıratı Ötüken Neşriyat yıllarına dair çok az şey barındırdığı için, bu yılları, yazarlar, yazarlarla sohbetlerden kalanlar ve yeni kitaplarla yaşanan heyecanlar bağlamında ikinci bir kitapta toplamasını umut etmiştim.”

04:00 - 15/01/2023 Pazar
Güncelleme: 06:50 - 14/01/2023 Cumartesi
Yeni Şafak
Erol Kılınç.
Erol Kılınç.
Cem Sökmen

27 Aralık 2022 günü 77 yaşında aramızdan ayrılan Ötüken Neşriyat Yayın Yönetmeni Erol Kılınç meslek hayatının büyük bir kısmını İstanbul kitap yayıncılığı çevresinde geçirmişti. Editörlük çalışmalarının yanı sıra hayatının son on beş yılı içinde “İhtilal, İhtiras ve İdeal: 68 Kuşağı Hakkında”, “Çanakkale Savaşları Günlüğü”, “Damla Damla Yaşadıklarım” ve “Zihin Sancıları” adlı kitapları yayımlanmıştı. 1949’da Konya-Bozkır’dan Söke’ye göç eden bir ailenin çocuğu olan Erol Kılınç’ın dünya görüşünün oluşumunda -ve belki de yıllar sonra kitap yayıncılığıyla meşgul olacağının bir işareti olarak- “Bozkurtların Ölümü” romanının mühim bir yeri vardır. Kılınç, Söke’de yedi yaşını babasına bakır-kalay işlerinde çırak olarak geçirirken aldığı hediye kitap, okumayı sökmesine de vesile olur: “Babam da bana okuma yazmayı öğretti. Alfabeyi, kelime okumayı öğrettikten sonra Türkiye Yayınevinin yayınladığı Atsız’ın ‘Bozkurtların Ölümü’ kitabını aldı, benim elime tutuşturdu, kirada oturduğumuz evin odasında gaz lambası altında söktüre söktüre romanı okuttu ki roman bittiğinde ilkokul 5. sınıf talebesinden daha iyi okuyabiliyordum. Böylelikle herhalde Türkiye’de henüz okula gitmeden ‘Bozkurtların Ölümü’ romanıyla okumayı söken ilk ve tek çocuk oldum! Ondan sonra babama dükkanda her gün gazeteleri ben okudum.” Erol Kılınç, Söke, Aydın ve Denizli’de geçen ilkokul, ortaokul ve lise yıllarından sonra, üç yıl noter kâtipliği yapar, 1966’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okumak için İstanbul’a gelir. Felsefe bölümünde Nermi Uygur, Cahit Tanyol, İsmail Tunalı, Vehbi Eralp gibi hocaların öğrencisi olur. İstanbul’da maişetini temin etmek için çalışma mecburiyeti onu önce İsa Yusuf Alptekin’le daha sonra Kadir Mısıroğlu ile çalışmaya götürür. Bu arada felsefe bölümünden tarih bölümüne geçer ve 1974’te mezun olur. Aynı yıl Kutluğ Yayınları’nı kurar ve 1977 yılında bu yayınevini kapatana kadar 20 kitap yayınlar. 1978 yılının Mart ayında ise -1979/81 arasındaki askerlik görevi dışında- vefat edene kadar yayın yönetmenliğini yürüteceği Ötüken Neşriyat’ta çalışmaya başlar. Bu yıllarda Ötüken Yayınevi, 15 yılı geride bırakmış; Cemil Meriç, Fuad Köprülü, Tarık Buğra, Peyami Safa, Erol Güngör, Arif Nihat Asya gibi önemli isimlerin eserlerini bir araya toplamış durumdadır. 1980’lerin ilk yıllarına da yükselen bir grafikle girer. Ancak 1984 yılının ortalarında yaşanan depo yangını yayınevinin bütün kitaplarını kullanılamaz hale getirir ve yayınevi için adeta ikinci bir kuruluş çabasını mecbur kılar. Yayınevi yangın sonrasındaki birkaç yıl içinde küçük boy kitapları yayımlama fırsatı bulamaz, Yeni Türk Ansiklopedisi, Büyük Türk Klasikleri, Sahih-i Buhari ve Büyük Türkiye Tarihi gibi her biri 10 cildin üzerinde ansiklopedilerin basımı ve satışına odaklanır. Bu geniş ansiklopedi çalışmaları Erol Kılınç’ın editörlüğünde gerçekleşir. 1980’li yıllarda pek çok yayınevine ait ansiklopedik kitapların toplumda karşılık bulmasının da getirdiği havayla Ötüken Neşriyat 80’lerin sonuna doğru toparlanma imkânı bulur. 1990’lı yıllar yayınevinin 26 yıllık geçmişi içinde muhafaza ettiği yazarların yanına 1940 ve 1950’lerde doğan yeni bir yazarlar kuşağını eklediği yıllar olur. Erol Kılınç, 1990’ların ilk yıllarında bir yandan yayınevinin yeni kitaplarıyla meşgul olurken diğer yandan -1976’dan beri felçli olarak yaşayan- Ziya Nur Aksun’un “Osmanlı Tarihi” çalışması için yazdığı metinleri Latinize eder ve yayına hazırlar. Bu çalışma 1994 yılında 6 ciltlik “Osmanlı Tarihi” olarak yayımlanır. 1990’lı yıllar bu hızla geçerken Erol Kılınç’ın sağlık sorunları ilk işaretlerini vermeye başlar. 1960’tan beri kullandığı sigarayla ilişkisini 1999’da sonlandırmaya götürür. Bu tarihlerde teşhisi konulan “Koah hastalığı” gittikçe hareket kabiliyetini zayıflatır.

ÖĞRENCİLİK YILLARIMDA TANIŞTIK

Benim kendisiyle tanışıklığım ise benim neslimden olan pek çok kişi gibi üniversite öğrenciliğim sırasında yayınevinin İstiklal Caddesindeki bürosuna kitap almaya gidişlerime dayanıyor. İlerleyen zaman içinde çeşitli dergilerde Ötüken Neşriyat’ın kitaplarıyla ilgili yazdığım yazılar dikkatini çekmiş olmalı ki kitap alışverişlerinin yanında kitaplar üzerine sohbetlerimiz de başlamıştı. Ancak bugünden geriye bakınca tanışıklığımızın ilerlemesindeki en büyük etkenin kültür-sanat ortamında, 2004 yılı sonlarında “Bahaeddin Özkişi ve kitapları” üzerine çıkan tartışma olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir 2004 yılına gidersek; 2004-2005 eğitim sezonunda Milli Eğitim Bakanlığının açıkladığı “100 Temel Eser” listesinde “Sokakta” romanıyla Bahaeddin Özkişi de yer almış, o günlerde Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapan Ahmet Hakan, “Kim Bu Bahaeddin Özkişi?” başlıklı bir yazıyla Özkişi’nin listedeki varlığını eleştirmişti. 6 Ekim 2004 günü yayımlanan bir gazetede Bahaeddin Özkişi için “Özkişi’yi Tanımayan Kişiler” başlıklı bir yazı yazmış ve gazetenin bir nüshasını kendisine götürmüştüm. Tebrikle karşılayıp, o yazının şerefine bolca Ötüken Neşriyat kitabını hediye etmişti. Daha sonra kendisinin teklifiyle Ocak 2009’dan itibaren Ötüken Neşriyat’ta çalışmaya başladım. 1999’dan 2009’a kadar Ötüken’in eski ve yeni kitaplarını almak için yaptığım yayınevi ziyaretleri esnasında fark etmediğim KOAH hastalığını yayınevinde çalışmaya başladıktan sonra öğrendim. Bu hastalık ona artık çok sınırlı bir yürüyüş mesafesi tanıyordu. Sabahları saat 10.00’dan önce İstiklal Caddesi’ne araç girişi yapılabildiği için Ankara Han’ın önünde işletme müdürümüz Ertuğrul Alpay’ın kullandığı otomobilden iner, asansörle yukarı çıkardı. Ancak caddenin günlük işleyiş yapısı çerçevesinde iş çıkışı saatlerinde kapı önünden otomobile binme imkânı yoktu. Bu yüzden, Erol Kılınç yayınevinden kendisini eve götürecek otomobile binmek için biraz erken çıkar, Mis sokağın İstiklal caddesine bakan tarafından Tarlabaşı caddesine bakan tarafına, biraz yürüyüp çokça dinlenmek mecburiyetiyle yarım saatlik bir zaman diliminde ulaşabilirdi.

Böylece 2012 yılının şubat ayına kadar devam etti. Ancak bu tarihten sonra yürüme enerjisi daha da azaldığı için bir daha yayınevine gelemedi ve vefatına kadar editörlük çalışmalarını evden yürüttü. Yayınevinde birlikte çalıştığımız zamanlarda öğle araları ve akşam iş çıkışlarında İstiklal Caddesi sahaflarına yaptığım ziyaretlerden bazen Ötüken Neşriyat öncesinde kurduğu Kutluğ Yayınları’nda yayımladığı kitapları bulur, getirirdim. Bunları görünce çok sevinir, kitapları eline alır ve 1970’li yıllardan bazı hayat sahnelerini hatırlayıp anlatırdı.

Erol Kılınç 77 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü kitap yayıncılığı faaliyetlerine hasretmiş bir isimdi. “Damla Damla Yaşadıklarım” isimli hatıratı Ötüken Neşriyat yıllarına dair çok az şey barındırdığı için, bu yılları, yazarlar, yazarlarla sohbetlerden kalanlar ve yeni kitaplarla yaşanan heyecanlar bağlamında ikinci bir kitapta toplamasını umut etmiştim. Sağlığında böyle bir yayın yapmadı, inşallah masasında veya raflarında bu minvalde yayına hazır –yarım kalmış olsa da olur- bir dosya vardır diyelim. Allah rahmet eylesin.

#Erol Kılınç
#Damla Damla Yaşadıklarım
#Edebiyat
1 yıl önce