|

Kubbealtı’nda ‘eski’ler ona emanet

Sekiz bin eski kitap ve dergi arşiviyle Cağaloğlu’ndaki Kubbealtı Fotokopi hâlâ üniversite hocalarının, araştırmacıların, gazetecilerin kapısını çaldığı bir adres. Hanifi Kayan, her geçen gün el ayağın çekildiği Babıali’de “Hâlâ çayım sıcak. Burada her şey çok eski. Bizde yeni kitap bulamazsınız” diyor.

Ayşe Olgun
04:00 - 26/03/2023 Pazar
Güncelleme: 05:51 - 25/03/2023 Cumartesi
Yeni Şafak
Hanifi Kayan hikayesini arkadaşımız Ayşe Olgun’a anlattı.
Hanifi Kayan hikayesini arkadaşımız Ayşe Olgun’a anlattı.

Öğrenciliği 90’lı yıllara rastlayan herkes bir dönem fotokopi çekilen dükkanlara yolunu düşürmüş, fotokopi çektirmek için o kuyruğa girmiş, ders notlarının kopyası peşinden koşturmuştur. Pek çoğunuzun hatırlayacağı gibi o yıllarda en uygun fiyata ve en temiz fotokopi çeken dükkanların adresi öğrenciler arasında hızla yayılırdı. Bu adreslerin okula yakın olması ise ayrı kıymetliydi. O dükkanlardaki fotokopi makinesinden yükselen o kesif koku ve sonsuza kadar tekrar eden o mekanik ses hala hafızamdadır. Özellikle sınav dönemlerinde bu dükkanlarda deyim yerindeyse iğne atsan yere düşmezdi.

Cağaloğlu’na yolum her düştüğünde önünden geçtiğim Kubbealtı Fotokopi beni nedense öğrencilik yıllarıma götürür. Vitrin camındaki o sanatsal yazı, camın hemen arkasındaki eski bir cilt makinası, üstündeki iplik sarılı büyük makaralar ve raflardaki deri kaplı kitaplar içimde hep aynı meraklı soruyu uyandırır: “Fotokopi çektirmeye bu zamanda kim geliyor acaba? “Ta ki uzun zamandır sahaflarda aradığım ve geçtiğimiz yıllarda yalnızca ilk cildine Beyazıt Kütüphanesi’nde ulaştığım Hakkı Tarık Us’un 1930’lu yıllarda çıkardığı Kitap ve Kitapcılık Mecmuası’nı tam takım bulmak için Kubbealtı Fotokopi’den içeri girinceye kadar.

Bu küçük dükkanın hikayesi 1995 yılında başlasa da dükkanın sahibi Hanifi Kayan’ın sahaflık hikayesi daha eskilere uzanıyor. Kayan, hikayesini anlatmadan önce “Dur çay getireyim” deyip odanın yanındaki küçük çay ocağından çaylarımızı dolduruyor.

Hanifi Kayan.

SAHAFLIKTAN FOTOKOPİYE

Hanifi Kayan aslen Malatyalı. Ortaokulda kendi okul kitaplarını satarak memlekette bu işe başlamış. Üniversiteyi kazanında 1970’lerde İstanbul’a gelmiş. “Öğrenciyken Çınaraltı’nda ilk kitap sergimi açtım. Önce ders kitapları sonra her türlü kitap satmaya başladım” derken alt raflardan iki eski albüm çıkarıyor ve o günlerden kalma iki fotoğrafını seçip uzatıyor bana. “Bak şu fotoğrafta sergimin yeri de kitaplarım da görünüyor” diyerek uzattığı iki siyah beyaz fotoğrafta Hanifi bey arkadaşlarıyla birlikte yan yana dizilip poz vermiş. “Minarenin altı benim yerimdi” diye devam ediyor anlatmaya: “O zamanlar Çınaraltı çok hareketliydi. Sadece kitap satanlar sergi açmazdı. Antika eşyalar, tesbipler, yüzükler… Ne ararsan satılırdı. Gelen gideni eksik olmazdı. Sahaflar Çarşısı’na dünyanın her yerinden okurlar, araştırmacılar gelirdi. Çok kaliteli bir müşteri profilimiz vardı. Şimdiki Sahaflar Çarşısı gibi değildi.” Kayan’ın çarşı esnafıyla ilgili hatıraları da var: ‘’Çarşı’nın eski esnafının bir kısmını tanıdım ama bazılarına yetişemedim. Mesela Yeşil Hoca’ya ben yetişemedim. Ama Muzaffer Ozak oradaydı. Dükkanına dünyanın yer yerinden gelip giden eksik olmazdı. Ben Muzaffer Beyin kitap sattığını, ticaret yaptığını hiç görmedim. Kitaplarını hediye ederdi gelen gidene. Bir de camiden çıkınca Çınaraltı’na oturur bir kahve söyler, purosunu çıkarır ve keyifle o kahveyi içerdi.”

Hanifi Kayan tezgahında sattığı kitapları eskicilerden alırmış. Ya da gazetelere “Eski kitap alınır” diye ilan verirlermiş. “O zaman tabii sosyal medya falan yok, her şey gazete ilanlarıyla olurdu. Kitap alacaksak ya evlere giderdik ya da eskicilerin depolarına. Kadıköy’de bir hurdacı deposu vardı. Ben kitap almak için en çok o hurdacı deposuna giderdim, bazen de gazetelere ilan verirdik ve bizi arayanların evine giderdik” diyor Hanifi Bey. Onun anlattığına göre o yıllarda Kadıköy’de sahaf dükkanı yokmuş. Hatta ilk açılan sahaf dükkanını hatırlıyor: “Yetmişli yılların ortalarıydı. Ferda Amca vardı, emekli albaydı. Moda tarafında ilk sahaf dükkanını o açmıştı. Sonra Sami bey açtı o da askerdi, erkenden vefat etti. Sahafların çoğu kitaba olan merakından dolayı bu işe girmiştir. Kitap aşığı olup bu mesleğe giren çoktur piyasada.”

KUBBEALTI’NI CAĞALOĞLU’NA TAŞIDIM

Hanifi Kayan, öğrencilik yıllarında hem çalışıp hem okumuş. Fakülte ikinci sınıfta da evlenince üçünü birlikte yürütememiş. ”Mecburen okulu bıraktık evi geçindirmek için çalışmaya daha ağırlık verdik” sözleriyle hikayesine devam ediyor. Üç dört yıl Çınaraltı’nda kaldıktan sonra Kapalıçarşı’nın girişinde Alipaşa Han’da bir yer tutmuş. Önce burayı depo olarak kullanmış daha sonra da kitaplarını yığdığı bu odada fotokopi işine başlamış. “Üniversiteden hocalar, öğrenciler geliyordu. Kısa sürede güzel müşterim oldu. Haftada bir iki gün de sergi açıyordum Çınaraltı’nda. Bir süre sonra baktım hem sergi hem fotokopi işi olmuyor, fotokopi işi de güzel gidince sergi açmayı bıraktım” diye sahaflıktan fotokopi işine nasıl geçiş yaptığını söylüyor Kayan. Fotokopiye ilgi 80’lerin ortası ve 90’larda epey fazlaymış ancak dijital yaygınlaşınca işin rengi de değişmiş.

MEHMET GENÇ VE TEOMAN DURALI SIK SIK GELİRDİ

Cağaloğlu’na ilk geldiğinde hem müşteri profili çok renkliymiş hem de semtin sokakları. Sık sık “Osmanlı Arşivleri taşındıktan sonra Cağaloğlu öldü” diyor Hanifi Bey. Halil İnalcık’tan Mehmet Genç’e, İlber Ortaylı’dan Teoman Duralı’ya çok geniş ve saygın bir müşteri profili varmış dükkanın. “Haftada en az bir kere uğrarlardı dükkana. Hatta Mehmet Genç’in hastalık döneminde çekilmiş bir fotoğrafı vardır sosyal medyada. Elindeki o son notlar benim dükkanımdan notlardır.Tarih hocalarının hemen hemen hepsini tanırım. Hepsinin yolu buradan geçmiştir. Bir de Japon araştırmacılardan çok gelen giden olurdu, onlardan çok dostum oldu” diyen Hanifi Bey, Osmanlı Arşivi’nin taşınmasından sonra yavaş yavaş yayınevlerinin de müşterilerin de bu tarihi mekandan gittiğini ve semtin her geçen gün sessizleştiğini söylüyor hüzünle.

Hanifi Kayan Beyazıt Çınaraltı’nda sergi açtığı günlerde, arkadaşlarıyla birlikte.

8 BİN KİTAPLIK ARŞİVİM

Hanifi Kayan’da telifi düşmüş, piyasada kolay kolay bulunmayan Osmanlıca ve Latin harflerle basılmış 8 bin adet eski kitap ve dergi olduğunu öğreniyorum. “İlk başta hocaların getirdiği dergi ve kitapları fotokopi çektim sonra ben onlara vermeye başladım. Zamanla burada çok güzel bir arşivim oldu. Şimdi aradığını bulamayan hocalar, araştırmacılar, öğrenciler bana gelir. Burada yeni bir şey bulamazsınız. Her şey eskilerden” diyen Hanifi Bey, “Böyle bir iş ortaya çıkacağını bilmeden girdim şimdi buralara geldik” diye de devam ediyor anlatmaya. Birlikte küçük dükkanı gezmeye başlıyoruz. Meğer dükkanın bir üst katı bir de alt katı varmış. Üstteki katta fotokopi makinaları ve iki kişi daha var çalışan. Duvardaki fotoğraflardaki arkadaşlarını gösteriyor. Yazar ve gazeteci onlar da. Giriş katta ise Kırımlı siyaset ve dava adamı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile birlikte fotoğraflarını işaret ediyor gururla: “Biz o zindandayken öldü sandık. Bir gün çıkıp gelince çok sevindik. Bu fotoğrafı çekildik.” En alt katta ise cilt ustası var. Çekilen eserleri ciltliyormuş usta. Gelen müşterilerinin yüzde 90’ının Osmanlı arşivilerine gelen yerli yabancı kitap meraklıları, araştırmacılar ve akademisyenler olduğunu söyleyen Hanifi Kayan, “Şimdi buralar turizme hizmet ediyor. Hocalar da değişti. Eskiden kitap getirirlerdi şimdi PDF ile geliyorlar” diyerek değişime dikkat çekiyor. Kayan, Cağaloğlu’nun turizme, matbu kitapların ise dijitale yenildiğini kabul etse de “Biz hâlâ buradayız. Bizdeki kitapları piyasada bulamazsınız kolay kolay” diyerek ocaktaki çayı bir kez daha tazeleniyor.

Dükkanın renkli müşterileri

Hanifi Kayan’la konuşurken dükkana sık sık müşteriler girip çıkıyor. Ben raflardaki kitaplara bakarken elinde bastonuyla zor yürüyerek kapıdan yaşlı bir beyefendi giriyor. Biraz sonra “Bak kızım bu kitapları sen de al oku” diyerek bana uzattığı cilt cilt kitapları karıştırıyorum. Derken aynı beyefendi cebinden bir kartvizit çıkarıp uzatıyor: “Bir sağlık sorunun varsa gel ben şifa dağıtıyorum.” Kore gazisi olduğunu söyleyen bu beyle ayak üstü hastalıklar üzerine sohbet ediyoruz. Derken iki genç giriyor içeriye, biraz sonra da iki eski gazeteci. Ocaktaki çay yenileniyor durmadan. Fotokopileri kağıtlarını katlayıp kitap olarak ön hazırlıklarını yapan Hanifi Kayan hem müşterilerle ilgileniyor hem de benimle sohbet etmeye devam ediyor. Cilde vermek için elinde katladığı sayfalar Sahih-i Buhari’denmiş. “Bu eser, kur’an kurslarında okutuluyor. Basılan kağıt özel bir kağıttır” diyerek de sarı tondaki kağıdı ve Arapça yazılı sayfaları uzatıyor bana. Sokağın biraz ilerisindeki İcdihat Evi’ni soruyorum. “Orada şimdi Abdullah Cevdet’in torunları kalıyor. Orayı da otel yapmak için çok gelip gittiler ama torunları asla kabul etmedi” diyen Hanifi Bey düzelttiği fotokopi kağıtlarını bir kenara bırakıp hemen koltuğun biraz ilerisindeki deri kaplı büyük bir kitabı eline alıyor ve kitaptaki listeden okumaya devam ediyor: “Abdullah Cevdet’in çıkardığı İcdihat dergisini almaya gelenler oluyor bana da. 358 sayı çıkmış bende hepsi var. İlk sayıları Osmanlıca harflerle basılmış daha sonraki sayıları ise Latince basılmış.”Benim sipariş ettiğim dergilerle ilgili de bilgi veriyor: “İki güne hazır olur. Kitap ve Kitapçılık dergisini ben yıllar önce Hakkı Tarık Us Kütüphanesi’nden almıştım. Eksik birkaç sayı vardı onu da dışardan tamamladım.”



#Kubbealtı
#kitap
#Hanifi Kayan
#sahaf
#Çınarlatı
#gazete
1 yıl önce