
Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Aydın Çolak’ın kaleminden çıkan “Sanal Vicdan: Dolunay” romanı, bir çağın vicdan muhasebesini ele alıyor.
Perseus Yayınevi’ndan çıkan kitap, gelenek ile teknoloji çatışmasını farklı bir perspektiften sunuyor. Çolak’la insanın beynine çip yerleştirilen teknolojiyle adliye koridorlarındaki izdüşümünü Yeni Şafak için konuştuk. Eserin bir çağ muhasebesi olduğunu söyleyen Çolak, “Vicdanını dijitale teslim etme” dedi.
Meslek hayatım boyunca insanın en savunmasız hâlinden en acımasız hâline kadar binlerce olaya tanıklık ettim. Bir kısmını yargıladım, hüküm verdim. Gözyaşının, pişmanlığın, öfkenin, adalet arayışının tam göbeğindeydim. Bu tanıklıklardan anlatılmayı bekleyen sayısız hikâye oluştu. Bu süreçte yapay zekâ, sadece bir teknoloji olmaktan çıkıp insan zihninin sınırlarına dayanmıştı. Kimi onu kurtarıcı ilan ediyordu, kimi cellat… Bu tartışmada “Ben hangi taraftayım” diye düşünürken şu soruya odaklandım: Eğer insanı en çok zorlayan kararlar yapay zekâya teslim edilirse ne olur? Bu sorular çoğalmaya başladı. Ben de yapay zekânın “hâkim özelinde” hukuk dünyasına neler getireceğini, neler alıp götüreceğini hem kendime hem okura düşündürmek istedim.
VİCDANIMIZ DA ZARAR GÖRÜYOR
Evet, kesinlikle bir çağ muhasebesi… Sanal dünyadan bağımsız, teknolojiden uzak bir yaşam, günümüz şartlarında çok zor. Sanal dünyaya bu kadar entegre olmuş durumdayken vicdanımızın da bu yapaylıktan zarar görmemesi mümkün değil. Eskiden televizyon seyretmek çok büyük bir eğlence kaynağıydı. Buna rağmen çevremizde biri vefat ettiğinde birkaç gün televizyon açılmaz, mateme bu şekilde ortak olunurdu. Şimdi ise en acı ölümler bile anlık bir üzgün surat emojisi ile geçiştirilip eğlenmeye devam ediyoruz. Makineleşmeye yaklaştıkça fiziksel ve zihinsel kapasite olarak evet, insandan daha üst seviyeye doğru gidiyoruz ama makineye ne kadar yakınsak vicdan da o kadar uzaklaşıyor bizden diye düşünüyorum. Romanımın söylemek istediği tam da bu: “Vicdanını dijitale teslim etme.”
Yaşamadıklarını yazabilmek ayrı bir yetenek olsa gerektir. Ben o kadar yetenekli olduğumu düşünmüyorum. Elbette ki romanda kurgusal yönler var, ama romanda yer alan davaların gerçekliği de var. Teyze–yeğen arasındaki kredi kartı kullanımı olayı gerçek bir olay. Yine bir genç kadını fuhşa sürükledikleri için tutuklanan karı kocanın intihar eden kızlarının dramı gerçek bir olay. Gece kulübünde çalıştığı için sahipsiz sanılan ama mahkemenin ısrarlı araştırmasıyla hakkı korunan o genç kadın da gerçek. Elbette hepsini birebir değil, kurgunun süzgecinden geçirerek anlattım.
YAPAY ZEKA YARGIÇ DEĞİL YARDIMCI
Yapay zekâ, doğru kullanıldığında insan için büyük bir yardımcı… Özellikle hukukta veri analizi, emsal kararların taranması, dosya yükünün azaltılması gibi konularda çok ciddi katkılar sunabilir. Avukat meslektaşlarımızın taraf oldukları davalarda emsal yargı kararlarını bulmaları yani benzer davalarda verilmiş mahkeme ve yüksek yargı kararlarını bulmaları yapay zekâ sayesinde daha kolay. Hâkimin ise sadece bilgiye ulaşması değil, o bilgiyi yorumlayıp hüküm vermesi gerektiği için “vicdan, sezgi, değer yargısı, hakkaniyet” gibi unsurlar işin içine giriyor ve bu duygular insana has özellikler. Romanımda da belirttiğim gibi makineler duyguları ancak taklit edebilir, duygu üretemez. Bu nedenle ben yapay zekâyı bir yargıç değil, yargıca yardımcı olan güçlü bir araç olarak görüyorum.
HAKİM CİHAT'IN ADALETLE SINAVI BİTMEDİ
Hâkim Cihat’ın hem kişisel çatışmaları hem de adaletle sınavı henüz tamamlanmadı. Diğer yandan aklımda hep şu soru vardı: “Yapay zekâ bir gün suç işlerse sorumluluk kimde olacak?”
Geleceğin hukuk dünyasını meşgul edecek bu soruya da dikkat çekmek istedim.
Böylece ilk romanın devamı niteliğinde “Sanal Vicdan: 2 Numara” ortaya çıktı. “2 Numara”, hem ikinci kitap olmasının bir çağrışımı, hem de hikâyenin asıl kahramanının adını taşıyor. Nasip olursa, 2026 Ocak ayında okurla buluşmasını planlıyoruz.









