|

İstanbul'un 100 'adet'i kitaplaştırıldı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Osmanlı''nın ve İstanbul''un sosyal hayatına ışık tutacak kaynak niteliğinde bir kitap yayımladı.

yenisafak.com.tr / kültür sanat
00:00 - 12/08/2013 Pazartesi
Güncelleme: 12:19 - 12/08/2013 Pazartesi
Yeni Şafak
İstanbul'un 100 'adet'i kitaplaştırıldı
İstanbul'un 100 'adet'i kitaplaştırıldı

İstanbul kent yaşamına dair gelenek, adet ve uygulamaların anlatıldığı kitap İstanbul''un 100 Adeti ismini taşıyor. Kitapta Ramazan''a ve bayrama özel geleneklerden, bolluk ve uğur getirmesi için yapılan adetlere, padişahların kılıç kuşanma törenlerinden sadaka taşı gibi adetlere kadar şehrin toplumsal hayatında yüzyıllar boyunca yaşatılan çeşitli uygulamalar bulunuyor.

İstanbul Adetleri Kadınlar Etrafında Şekillenirdi

Kitapta yer alan bilgiye göre, toplum hayatında oldukça önemli bir yere sahip olan adetler, sosyal hayatı düzenleyen kurallar toplamıdır. Yeni bir ev alındığında, düğün ya da doğum esnasında veya insanların belli bir amaçla bir araya geldiği hemen her seferinde uyulan adetlerin çoğu nazar değmesini engellemek, bereket, bolluk ve uğur getirmesi amacıyla uyulan adetlerdir ve bunların çoğu kadınlar etrafında şekillenmiştir.

Savaş Zamanlarında Evlerde Oya ve Kese Örülmezdi

İstanbul''un 100 Adeti adlı kitap hazırlanırken birbiriyle ilişkili adetler bir arada anlatılmış. Hem birbirleriyle ilişkileri hem de çoğu ev içinde geçtiği için bunları bir arada okuyan okurların eski İstanbul yaşayışını, daha iyi kavrayacağı düşünülmüş. Örnek vermek gerekirse, savaş zamanı, savaşı uzatacağına inanıldığından evlerde oya ve kese örmemeye dikkat edilirdi. Yeni taşınılan evin ocağı yakılacağı zaman evde ilk olarak tatlı pişirmenin veya ocağın üstüne bir parça kımızı şeker atmanın eve uğur ve neşe getireceğine inanılırdı. Yeni bir elbise dikilirken yakasından artan parça doğranıp atılırsa, elbise ilk olarak Cuma veya Pazar günü giyilirse o elbisenin sahibine uğur getireceğine inanılırdı.

İşte Osmanlı''nın ve İstanbul''un sosyal yaşantısını renklendiren birbirinden ilginç adetler!

''Yağ Parası Mum Parası''
Akşam Oldu Kandil Parası

Eski ramazanlardaki eğlenceli çocuk âdetlerindendi. Çocuklar ramazan gecelerinde toplanıp, bir çanağa mum ya da kandil koyarak kapı kapı dolaşır ve komşulardan ''donanma'' parası dedikleri bir bahşiş toplarlardı.

Yağ parası mum parası toplamaya çıkan çocuklar kapıların önünde durup hep bir ağızdan tekerlemelerini söyler, para vermeyen evlerin kandillerini taşlarlardı. Eski İstanbul çocuklarının en eğlenceli âdetlerinden biri olan yağ parası mum parası tekerlemesinin sözleri şu şekildeydi: ''Yağ parası, mum parası / Akşam oldu kandil parası / Kömürlükte kömür / Hanımlara ömür / Merdivenden iniyor / Bize para veriyor / Yağlı kapı, ballı kapı / Halkası büyük, renkli kapı''

Osmanlı Sarayında Bayramlaşma

Osmanlı sarayında bayramlaşma töreninde padişah tahtından uzanan saçak öpülürdü. Saçak önde gelen biri tarafından tutulur, başta sadrazam olmak üzere rütbe sırasına göre öpülür, bazıları padişahın eteğini, ayağını öper, temenna ederek geçerlerdi. II. Abdülhamid döneminde saçağı, ölünceye kadar Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa tutmuştur. Mehmed Reşad padişah olunca Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey ve bazı mebuslar saçak öpmezdi. Basında lehlerinde ve aleyhlerinde birçok yazı yazıldıysa da, bundan sonra âdet resmi bir karar alınmadan kaldırıldı. El öpme âdeti Ramazan ve Kurban bayramı gibi dini bayramlar başta olmak üzere gündelik yaşamımızda bir saygı ifadesi olarak varlığını sürdürmektedir.

Baklava Alayı Geliyor!

İstanbul hayatının değişmez ananelerinden birisi de Ramazan aylarının en renkli görüntülerine sahne olan Baklava Alayı''dır.

Kanuni Sultan Süleyman devrinden kalma bir âdet olan Baklava Alayı, her Ramazan ayının on beşinci günü Topkapı Sarayı''nda gerçekleşen Hırka-i Saadet ziyareti kapsamında düzenlenirdi.

Padişah için iki tepsi

Sayıları on binlere varan yeniçerilere baklava dağıtmak için saray mutfağına, İstanbul esnafından tepsiler kiralanırdı. Ramazan ayının on beşinci gününde, saray kapılarında biriken yeniçeriler, sarayın orta kapısı olan Babüsselam''dan içeri alınır, saray mutfağının önüne bağlanmış olan baklava tepsilerinin önüne dizilirlerdi. Önce padişah için iki tepsi baklava çekilir, ardından yeniçeriler her on nefere bir baklava olmak üzere tepsilerini alır, yeşil sırıkların üzerine yerleştirir ve geldikleri gibi sarayın ikinci kapısından çıkarlardı.

Baklava Alayı, İstanbul halkının her yıl seyrettiği eğlencelerden olmuştur. İstanbul halkı, baklava tepsilerinin geçeceği yollara doluşur ve bu şenlikli alayı seyretmek için birbirleriyle yarışırdı. Yeniçeriler de saraydan aldıkları tepsi tepsi baklavaları, yeşil sırıklar üzerinde İstanbul sokaklarında dolaştırır ve kışlalarına ulaşırdı. Kışlalarda bu baklavalar yendikten sonra tepsiler, ertesi sabah saray mutfağına iade edilirdi.

Şangırtulu Şungurtulu Bir Adet Mart İçeri Pire Dışarı

Oldukça gürültülü ve eğlenceli bahar karşılama âdetlerinden biriydi. Her yıl mart ayının ilk gecesinde İstanbul halkı evlerindeki kırık testi, çatlak saksı, kullanılmaz hale gelmiş kavanoz, sürahi, bardak gibi cam ve toprak eşyaları pencerelerden dışarı atar ve ''Mart içeri, pire dışarı'' diye bağırırlardı.

Bu âdete benzer bir başka âdet de, daha çok gayrimüslimlerin yılbaşı gecesi uğursuzlukları uzaklaştırmak için evlerinden bardak, tabak gibi eşyalar atmasıdır. Bu âdet günümüzde de uygulanmaktadır.

Tadı Gitti Adı Kaldı Helva Sohbetleri

İstanbulluların helva yapma geleneğini Anadolu''dan göç ettirilen halk sayesinde edindiği tahmin edilmektedir. Önceleri daha çok bir esnaf âdeti olan helva sohbetleri, Lale Devri''nden sonra en önemli kış toplantısı ve eğlencesi haline geldi. Bu sohbetlerde türlü oyunlar oynanır, saz takımları, mülatefeciler, şairler, nüktedanlar davet edilir; helva sohbeti hazırlıkları ve bu konuda gösterilen ihtimam düğünlerle yarışırdı.

Helva sohbetlerine adını veren ketenhelvasının yapımı, bu eğlencenin merkezini oluştururdu. Odanın ortasına, çevresine on kişinin oturabileceği kadar büyük bir bakır sini yerleştirilir, siniye yaklaşık yirmi santim kalınlığında ağdalanmış halka şeker ve ortasına elenmiş un konulur, bu iş için çağırılmış ustalar Pir Selman-ı Pâk''e gülbanklar okuyarak helvanın yapımına başlarlardı. Ağdalanmış şeker elden ele geçirilerek inceltilirken misafirler türküler, şarkılar söyler, birbirlerine bilmeceler sorarak helvanın yapımını izlerlerdi. Helva kıvama gelip tel tel olunca misafirlere dağıtılır ve eğlencelere devam edilirdi. Helva sohbetleri, günümüzdeki altın gününe benzer şekilde kadınlar arasında da düzenlenirdi.

Halkın Dilek ve Şikayet Kutusu: Arzuhal Taşı

Haliç Karaağaç yakınlarındaki adaların birinin üzerinde, kaidesi harç ve demirden, halk tarafından arzuhal taşı adıyla anılan bir taş vardı. Yapım tarihi ve kullanım amacı tam olarak bilinmese de, halk arasındaki inanış bu taşın padişaha sunulacak arzuhaller için oraya dikildiğiydi.

III. Ahmed döneminde İstanbul halkı padişaha bir dilekçe sunacağı zaman bir kayıkla adaya gelip, dilek veya şikâyetini bildiren arzuhalini taşın üzerine bırakıyor, belli dönemlerde adaya gelen bir saray görevlisi de bu kâğıtları toplayıp padişaha sunuyordu.

Çat Kapı Sabah Kahvesi

Eski İstanbul''da kadınların en önemli sosyalleşmelerinden biri de sabah kahvesine gitme âdetiydi. O zamanki evler genelde ahşap ve avlulu, bahçeliydi ve sabah kahvesi için komşusuna giden kadın evin kapısını çalmadan ''Hu hu, evde misin'' diye seslenerek kapıyı açar, feracesi ve başörtüsünü koldemirine astıktan sonra otururdu. Komşular kahvelerini içerken hal hatır sorar, o günlerde önemli bir olay olduysa yorumlar yaparak bir süre sohbet ettikten sonra ayrılırlardı.

Mahalle yaşantısının değişmesiyle beraber teklifsiz sabah kahvesi âdeti de yavaş yavaş yok oldu.

11 yıl önce