|
İslamcılık, Oryantalizm ve Garbiyatçılık..

Edward Said, "oryantalizm"i (Şarkiyatçılığı) ''sömürgeciliğin keşif kolu'' olarak nitelemekte haklıydı çünkü oryantalizm çalışmalarının tarihi ile Batı sömürgeciliğin tarihi neredeyse biribirine paralel gitmiştir. Öte yandan "Şarkiyatçılık", Batı''nın İslam''a, İslam dünyasına ilişkin önyargılarının yanı sıra bilgisizlik ve cehaletle de malüldür.

Zachary Lockman "Hangi ortadoğu? Oryantalizm, tarih, siyaset "başlığıyla Türkçeye çevrilen kitabının önsözünde bazı eğitimli Avrupalıların 16. Yüzyılın ortalarında Osmanlı devletine karşı saygı, hatta hayranlık duyduklarını, sonrasında ise Avrupalıların gözünde bu saygı ve hayranlığın yerini Osmanlıların despotizmi, toplumal ve kültürel geri kalmışlığı sembolize ettği şeklinde bir küçümsemeye bıraktığını kaydeder.

Lockman devamında şunları da söyler:

"Benzer biçimde sömüregecilik çağında Avrupalı güçler büyük ölçüde Arap topraklarının (ve gezegenin geri kalanının büyük kısmını) hakimiyetleri altına aldıklarında Avrupa''daki pek çok bilim adamı ve devlet görevlisi sömürge hakimiyetini meşrulaştıran ve destekleyen bilgi biçimlerini teşvik etti."

1800''lerin sonlarından itibaren İngiliz oryantalistlerin ve nüfuz ajanlarının bilhassa Mısır ve Suriye merkezli olarak, "Osmanlı hilafeti"nin meşruluğunu tartışan yayınlara ve müelliflerine iştiyakla destek verdiklerini hatırlatmalıyız. Paradoksal olarak İslamcılığın da büyük ölçüde Batı sömürgeciliğine müslüman aydınların ve ıslahatçı din adamlarının tepkisinden beslendiğini de ifade etmeliyim.

"İslamcılık", Kuran''a ve sahih Sünnete dayanmak suretiyle, Batı karşısında, Batı gibi gelişerek müslüman toplumu muhafaza etmenin yahut savunmanın mümkün olduğu fikrine dayanıyordu. 20 yüzyılın parçalanmış İslam dünyasında müslümanlara makul bir çıkış yolu olarak gözüküyordu.

"Kapitalist" ve "Sosyalist" olarak ikiye bölünen bir dünyada müslümanlar için yegane seçenek olarak benimsenen İslamcılık çeşitli ifade biçimleriyle İslami dünya görüşüne dayanıyordu..

* * *

Batı sömürgeciliğine ve "oryantalizm"e karşı müslüman entelektüeller arasında da Batı''yı dünyanın(ve İslam coğrafyasının) başına gelen bütün kötülüklerin kaynağı olarak gören, "anti-batıcılık" anlamında bir "Garbiyatçılık" gelişti.

"Siyasi İslamcılık" olarak nitelenen akımların Batı''ya bakış açılarının "Garbiyatçılık"

* * *

literatürünün oluşmasında büyük rolü var. (Garbiyatçılık literatüründe Sovyet Rusya Komünizmi, Çin Sosyalizmi ve diğer Güney Asya Budist ve Hindu entelektüellerin Batı''ya karşı geliştirdikleri tepkilerin de geniş yer tuttuğunu belirtmeliyim).


Mesela Ian Buruma ve Avishai Margalit, "Garbiyatçılık: Düşmanlarının gözünde Batı" başlığıyla Türkçeye çevrilen kitapta Doğu''nun farklı din, kültür, düşünce ve siyaset odaklarından Batı''ya, Şarkiyatçılığa yöneltilen söylemleri ve tepkileri inceliyorlar.

Sömürgecilik koşullarına tepki olarak öyle görünmüşse bile temelde İslamcılık, dünyayı "Doğu-Batı", "İslam ve Batı" diyerek ayırmaz. Ve elbette İslamcılık, Batı''yı Garbiyatçılığın handikaplarına düşmeden kritik eden ve onu aşan bir düşünce ve siyaset geliştirmeye hem elverişli hem de muktedirdir.

Müslüman dünya görüşünün küresel bir ifadesi olarak İslamcılık, insanlık adına ahlaki çıkış yolları gösterebilir elbete ama sorun da zaten ''İslamcılık'' değil, ''İslamcılar''. Tartışılması gereken İslamcıların müslümanlığın çağlarüstü ilkelerini Doğu, Batı ayırmadan bütün insanlığa arzetmeye ve insanlık adına ortak bir fayda sağlamaya entellektüel olarak güç yetirip yetiremeyecekleridir.

Sürgü beldesinde davul kavgası

Malatya''da, "Sürgü" beldesinde yaşanan tatsız olayı hemencecik bir alevi-sünni kavgası olarak göstermek ve bir takım genellemelerde bulunmak son derece yanlış. Her konuda olduğu gibi bu tür meselelerde de aceleci davranılıyor, aslı faslı tahkik edilmeden, sadece bir tarafın söylediklerine göre hükümler veriliyor.

Geçmişte de aslında ''şahsi'', ''siyasi'', veya ''ideolojik'' nedenlerden dolayı çıktığı halde "oruç" yüzünden çıkmış gibi sunulmuş olaylara da tanık olduk. Öyle olaylar da oldu ki o dönemde egemen medya tarafından nasıl sunulduysa o şekilde hafızalarda kaldı. Hakikatin kendisi önemsiz bir ayrıntı olarak bir kenara atıldı.

Ramazan ayının "sabır", "hoşgörü", "merhamet", "paylaşım", "saygı" ve "sevgi" ayı olduğunu bilmek yetmiyor, yaşamak da gerekiyor. Oruç tutmayanların hakları ve hukukları elbette hürmete layıktır. Sevap kazanmak için yapılan bir ibadetin günah kazandırmasından titizlikle sakınmalıyız.

Aslında, davul sesinden rahatsız olan aile, davulcuyla kavga etmek yerine önceden belediye ile yahut başka mekanizmalar ile(Müftülük, ileri gelen aileler vs) bu konuyu görüşerek bir çözüme bağlayabilirdi. Bu tür meseleler önceden konuşarak, hürmet ve muhabbet çerçevesinde çözülebir meseleler. Oruç tutmayan ailenin penceresinin önünde elbette davul da çalınmayabilirdi. Niye çalınsın ki zaten?

Suyu daha fazla dalgalandırmak yerine bu olaydan gereken dersleri çıkarmak lazım. Bir daha bu tür olayların vuku bulmaması için önceden gerekli konuşmaları yapmak, önlemleri almak gerekiyor.

Ne sünni aleviyi, ne de alevi sünniyi üzsün. Alevi-sünni kavgasından, Türk-Kürt kavgasından keyif duyanlara fırsat vermeyelim. Her kesimde art niyetli, hatta provokatörler, provokatif kişilikler bulunabilir, toptancı davranmayalım. Küçüktür diye küçümsemeyelim ama olduğundan fazla da büyütmeyelim.

12 yıl önce
İslamcılık, Oryantalizm ve Garbiyatçılık..
Vakıf, neye vâkıf olmalı?
‘1 gün savaşı’…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’