|
Sondan birinciliğimiz bir "yumuşak güç" meselesidir

Biliyordum… Dünyaya en çok marka sunmuş ülkelerden biri olan İtalya"nın başkenti Roma"da Soysal Danışmanlık"ın "Zafere Doğru" sloganıyla düzenlediği ve Türkiye"den pek çok kuruluşun uluslararası markalar oluşturma yolundaki hedeflerinin dile getirildiği 13. Perakende Liderler Konferansı"nda Hüsnü Özyeğin gibi Levent Erdem gibi marka konusundaki ustaları dinlerken o iki soru beynimin içinde dönüp duracaktı:

Yumuşak gücün ayrılmaz parçası olarak Türkiye"nin ülke markası adam gibi yönetilmeden, ülke itibarı yukarılara çekilmeden, bu konu köprüler, yollar, enerji yatırımları ve hatta bunlardan da önemli bir mesele olarak ele alınmadan, Türkiye"den THY gibi bir iki istisna dışında yoğun miktarda marka çıkması mümkün müdür?

İkincisi; Türkiye"nin sert gücünü, ekonomisini, finansını, alt yapısını, sivil demokrasi ve medenileşme yolundaki toplumsal devinim ve değişimini mükemmel yönettiği, dost - düşman herkes tarafından teslim edilmiş olan hükümetin, burada sıkça dile getirdiğimiz, "yumuşak konularda" (soft issues), örneğin milli kültür, estetik ve sanat politikaları gibi konularda millî mutabakatın sağlanması ve uygulamalarında aynı başarıyı gösterememiş olması bir gerçek midir? Taksim gezisindeki çevreci talepleri susturma biçimindeki hoyratlık ve konunun iletişimindeki yerel otorite beceriksizliğinde olduğu gibi… Yumuşak konulara kayıtsızlığın, Türkiye"nin ülke markası konusunda gerilerde kalmasının nedenleri arasında saymamız gerektiğini kabullenmenin zamanı çoktan geldi. (Bu vesileyle, Taksim Gezi"deki AVM"ye mağaza açmayacağını beyan eden bazı marka sahiplerinin de "Demokrasi", "Çevre duyarlılığı" ve "Fırsatçılık algısı" üçgeninin hangi köşesinde durduklarının bu karambolde pek anlaşılamadığını ifade edelim.)

Son birkaç gündür medyada yer alan OECD"nin ülkelerarası yaşam kalitesi raporu (İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı /Organisation for Economic Co-operation and Development) ve sıralamasındaki Türkiye"nin sonunculuğunu da bu "yumuşak güç" konusundaki zaafla bir miktar açıklamak mümkündür aslında…

Şimdi iki yol vardır önümüzde: Bir: Lafa "Zaten bunlar..." diye başlayıp, yıllarca bizim takımların Avrupa"da başarısızlıklarını Hıristiyan hakemlerin Müslümanlara "ters geldiğine" bağlayışımız gibi, Batı"nın bize kastından dem vurup, bu sıralamanın yanlı ve maksatlı olduğunu iddia etmek…

İki: Oturup "Yumuşak Konular"da da diğer alanlarda gösterilmiş başarıları yinelemenin yollarını aramak. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu Bey ve arkadaşları, AR-GE çalışmaları çerçevesinde bu konuda bir iki küçük adım atmışlardı. İnşallah devam ettirirler. Yoksa gelecek yıllarda da ülkeyi aynı yüz kızartıcı sırada görmemiz mukadderdir…

Meryem Uzerli"yi nasıl affedersiniz?

Neredeyse tüm zamanların büyük bir rating ve satış başarısı yakalamış TV işlerinden biri olarak kabul edilen Muhteşem Yüzyıl"ın starı Meryem Uzerli hanımın ani bir kararla sözün neredeyse tam anlamıyla "başını alıp gitmesi" popüler kültür tarihimizde ve ilişki – iletişim yönetimi literatüründe önemli yer tutacak bir olaydır.

Öyle iki tweet, bir "hakaret" veya iki "alkışla" geçiştirilecek bir tavır değil, bir gün "kırılma noktalarından biriydi" diye hatırlanacak bir (toplumsal, ekonomik sonuçları da bulunan) bireysel star "jestüeli" hikâyesidir…

Üç yönden bakılabilir olaya. 1. İş (meslekî) 2. İlişki (davranış etkileşimi) 3. İletişim (bu olayın çevresinde dile getirilen mesajlar)…

Önce hemen şunu belirtelim. Star olmak, biraz da böyle bir şeydir. Biraz yukarıdan tavır demektir. Sıradanlıktan uzak durmak, herkes gibi olmamak demektir... Kapris gibi algılanabilecek davranışları "affettirebilmek" demektir…

İşte işin bütün sırrı o sözcüğün arkasında gizlidir: "Affettirebilmek!.."

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük piyanistlerinden biri olarak kabul edilen Arturo Benedetti Michelangeli"nin "Hava çok nemli. Bu havada akor iyi tutmaz. Buna rağmen sahneye çıkmak seyirciye saygısızlıktır" diye 9 kez üst üste Londra konserini iptal ettiği söylenir. Ya da hakkındaki şu olağanüstü hikâye mesela: Michelangeli"nin, vergisini geciktirdiği gerekçesiyle piyanosuna haciz koyarlar… O da bunun üzerine İtalya"yı ve İtalyan vatandaşlığını terk eder ve bir daha ülkesine gelmeyeceğine dair yemin ederek, gider İsviçre"nin İtalyan kesimine, Ticino"ya yerleşir…

Aradan yıllar geçer ve Michelangeli"nin ünü dünyaya yayılır… Usta, İtalya dışında her ülkede konserler vermektedir… Sonunda İtalyanların aklına dahice bir fikir verir. İyi bir Katolik olan Michelangeli"nin Papa"yı kıramayacağını düşünürler… Papa büyük ustayı Vatikan"a davet edecek, o da mecburen İtalya topraklarından geçmek zorunda kalacaktır…

Michelangeli beklendiği gibi teklifi kabul eder. Fakat iki şartı vardır: Piyanosunu her yere olduğu gibi Vatikan"a da beraberinde götürecektir. Bu bir… İkincisi; hem piyanosu hem kendisi Ticino"dan helikopterle alınacak, Vatikan"a indirilecek ve aynı yolla geri getirilecektir…

Vatikan kaprisi kabul eder ve Michelangeli Vatikan"da Papa"nın huzurunda muhteşem bir konser verir… Hem de İtalyan topraklarına ayağını değdirmeden…

İşin ders çıkarılacak yanı: Bu büyük İtalyan piyanistini bütün İtalya bağrına basmış, adını tarihe altın harflerle yazmış ve her vesilede sevgiyle anmıştır…

Bu "Star kaprisi" örneğinden sonra gelelim Meryem hanıma…

1. Mesleki açıdan Uzerli"nin bu davranışı intihara eş değerdir… Bir daha kumar oynamak istemeyen hiçbir profesyonel yapımcı kendisine güvenip iş vermeyebilir… Sadece yapımcı değil aynı zamanda dizi üzerinden iş yapan her alt yüklenici ve özellikle ihracatçı büyük zarar görmüştür. Onu affetmeyebilirler…

2. İlişki yönetim açısından Meryem hanım, dizideki bütün kadronun, diziden ekmek yiyen, ona geçimini bağlamış belki de yüzlerce insanın hayır duasını almayacaktır… İlişki yönetimi açısından da olay bir fiyaskodur…

3. Olayın iletişim boyutu ise en kötü yönetilmiş olan yanıdır… Verilen beyanatlar, edilgen tavırlar, iletişimi üçüncü şahısların eline bırakmalar, iletişim adına bir felaket habercisidir.

Görüldüğü kadarıyla cadı kazanı kaynatılmıştır ve Meryem Uzerli"yi kötü günler beklemektedir…

Peki, buna rağmen örneğin ben neden bu Starı affediyorum? Onun bu yaptığını kısmen de olsa bir kahramanlık gibi görüyorum… Sümen altına atılan pek çok anlamsızlığı (dizilerin gereksiz uzunluğu), eskiyle kıyaslandığında iyi gibi görünen, ancak hiçbir uluslararası starın kabullenemeyeceği derecede ağır çalışma koşullarını dile getirdiği için mi? Yoksa para kazanmanın özellikle popüler kültürden zengin olmanın bir günah olmadığını tartışmaya açtığı için mi? Yoksa genelde çoğunluğun savunduğu görüşlerin bazen çok yanlış olabileceğini tarih bize defalarca kanıtladığı için mi?

Yoksa neden hepsi birden mi?

11 yıl önce
Sondan birinciliğimiz bir "yumuşak güç" meselesidir
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset