Evvel zaman solcularını görünüşte de olsa halktan yana; sözlerini nispeten makul kılan şey, ezilenlerden tarafında olduklarını söylemeleri, emperyalizme karşı mazlum milletlerin mücadelesinden yana saf tutmalarıydı.Berlin Duvarı ve Sosyalist Blok ile birlikte onların devleti “egemen sınıfların baskı aygıtı” olarak gören tezleri de yıkıldı. Tamam başlı başına amaç haline getirmenin, kutsallaştırmanın alemi yoktu ama devletin büsbütün egemenlere ait olduğu kabul edilebilir değildi. Sermayenin uluslararasılaşması,
Evvel zaman solcularını görünüşte de olsa halktan yana; sözlerini nispeten makul kılan şey, ezilenlerden tarafında olduklarını söylemeleri, emperyalizme karşı mazlum milletlerin mücadelesinden yana saf tutmalarıydı.
Berlin Duvarı ve Sosyalist Blok ile birlikte onların devleti “egemen sınıfların baskı aygıtı” olarak gören tezleri de yıkıldı. Tamam başlı başına amaç haline getirmenin, kutsallaştırmanın alemi yoktu ama devletin büsbütün egemenlere ait olduğu kabul edilebilir değildi. Sermayenin uluslararasılaşması, kapitalizmin tüm dünyayı kapsaması sürecinin tamamlanması, devletler sistemi ile finans kapitalin saf egemenlik arzusu arasındaki gerilimi iyice görünür kıldı. Kıran kırana kavga, aslında bu ikisi arasındaydı. Karl Marx, sadece Nietzsche’ye değil Hegel’e de kaybetmişti. Devletin egemen sınıfın temsilcisi değil kolektif aklın tezahürü olduğu fikri, daha gerçeğe yakındı. Evvel zaman solcularının kimisi kaybettiklerini anlayıp bilerek ve isteyerek kimisi de olanı biteni asla anlamaksızın tamamen eski tepki verme refleksleriyle devlete karşı en zenginlerin safına yerleştiler…
Bugünlerde dikkatim, teknomedyatik dünyada tüm diğer şeylerin yanı sıra ailenin yaşadığı değişimlerde. Batı’dan başlayan yeni dalganın “aile” kavramının içeriğini de dönüştürmeye başladığı, bir süre sonra “aile” dediğimizde çok farklı şeyler anlayacağımız üzerinde daha çok durmak istiyorum. Süreci tarif etmek, olanları anlatmaya çalışmak nispeten kolay ve zaten bunu Zygmunt Bauman gibi beşerî bilimciler sayesinde gayet net görüyoruz. Ama nedenlerini ortaya çıkarmak hayli zor… Sanki mesele, dönüp dolaşıp sonunda sözünü ettiğim temel çelişkiye dayanıyor. Bugün aile anlayışları arasında süren gerilimin, alttan alta bu temel çelişkiden kaynaklanan dip dalgalarının kıyıya vurması olduğunu, bunu anlatmadan diğer her şeyin boşa kürek çekmek olacağını seziyorum. Ama çağdaş (!) tabularla öylesine kuşatılmış durumdayız ki, kırıp dökmeden, paranoya çitlerini atlamadan ikna edici biçimde gerçekleri dile getirebilmek neredeyse imkânsız. Ne yapsam nasıl etsem derken, imdadıma stratejist ve sosyal medya uzmanı Abdullah Çiftçi yetişti.
Abdullah Çiftçi, dünyada yaşanan temel çelişkiyi düşüncesinin merkezine alıyor. Kendisiyle aynı konulara kafa yormamıza ve benzer kalkışlara sahip olmamıza rağmen aynı kelimelerle konuşmuyoruz; ayrı düştüğümüz birçok husus var. Bence çok kestirmeden gidiyor ve düşünce sistematiğinin doğruluğundan fazla emin. Ama tezleri kolayca es geçilebilecek türden değil. Çiftçi, zaman zaman televizyonlardaki tartışma programlarına katılsa da geleneksel medyayı sevmiyor ve etkili bulmuyor, sosyal medyada yer almayı tercih ediyor. Twitter’da @abdullahciftcib adıyla yer alıyor, oldukça kalabalık izleyici kitlesine bilimsel ve teknolojik gelişmeleri, toplumsal ve siyasi olaylarla ilişkileri çerçevesinde, kısa ve vurucu cümlelerle anlatmaya gayret gösteriyor.
Geçenlerde twitter’da içinde benim değinmek istediğim hususları barındıran görüşlerini bir tweet zinciri (flood) olarak yazdı. Fikirlerine katılmayabiliriz ama görüşleri toplumda, ailede oluşan değişimleri anlayabilmek için çok önemli. Bu nedenle ailedeki değişimi konuşmadan önce gündeme getirmek istedim.