|
Arzın merkezinden kutuplara

Acayip kutuplaşmışız, parçalanmamıza, Allah göstermesin, birbirimize girişmemize ramak kalmış gibi kerameti kendinden menkul analizlerden gına geldi artık. Sanırsınız ki, memleketin merkezinde birbirimize zamkla yapıştırılmış bir haldeydik de, Ak Parti politikaları yüzünden yarımız kuzeye, yarımız güneye, kutuplara savrulduk.

İnsanların ve toplumların haleti ruhiyelerinden biraz anlayan birisi olarak kutuplaşma analizleri yapanlara hep şaştım kaldım. Onlarla aynı ülkede, aynı insanların arasında mı yaşıyoruz diye kendi kendime sorduğum çok oldu. Polyannacılıktan hazzetmem, gerçeklerin en sağlam dinamiklere sahip olduğuna inanır, olguları oldukları gibi algılamaya veririm dikkatimi. Yıllardır çeşitli biçimlerde karşımıza çıktığı söylenen kutuplaşma teorileri gündeme geliyor. Biz de her seferinde bunlara itiraz eden, felaket tellallığını engellemeye çalışan yazılar yazıyoruz. Şimdi de, siyasi söylem düzeyindeki gerilimin toplum hayatımıza titrek bazı yansımaları ve Erdoğan muhaliflerinin sadece bir kısmının hınç ve nefrette gemi azıya almaları dışında "toplumsal"ımızı tehlikeye düşürecek bir durum görmüyorum.

Dünyaya geldiğim sıralarda darbecilerin rahmetli Adnan Menderes"i ve arkadaşlarını asma planları yürürlükteydi. Yürümeye başladığımda zalimler, bu alçakça düşüncelerini uygulamaya koydular, milletin sevgilisi Menderes"i ve arkadaşlarını katlettiler. Millet, acısını belli etmedi, gözyaşlarını zalimlere göstermedi, için için ağladı. Çocukluğum köyümüzde kahvehanelerin, camilerin, mezarlıkların "Halkçı"-"Demokrat" diye ikiye ayrıldığı, akraba ziyaretlerinde bile insanların bu sebeple ağız dolusu küfürleştikleri manzaraların tanıklığıyla geçti.

12 Mart Muhtırası"ndan sonra olup bitenler, gencecik fidanlarımızı sehpaya verişimiz, sonra sözüm ona "sağ-sol kavgası" adı altında beş binin üzerinde vatan evladını birbirine kırdırdıkları tarihe kayıtlı. 12 Eylül Darbesi"ni çevreleyen zamanlarda ölenler ve cezaevlerine düşenler, tahsillerini yarım bırakmak zorunda kalanlar, bizim neslimizin en parlak, en gözü pek olanlarıydı. Darbeciler, bizi birbirimize kırdırmasalardı, aralarından birçoğu memleket gerçeklerine uyanacak, sağduyu çizgisine geleceklerdi. Zalimler, ne gençlerimize ne ülkemize acıdı.

12 Eylül"ü hazırladıklarını sonradan anladığımız darbecilerin provokasyonlarıyla tam bir keşmekeş ortaya çıkmıştı. Bu hercümerç içinde her yerleşim birimimizde sokaklar bile parsellenmişti. Yetmedi, Çorum ve Maraş olaylarıyla mezhep kavgası çıkartmaya çalıştılar. 12 Eylülcüler, güya sükûneti sağladılar ama memleketi kan gölüne, büyük bir hapishaneye çevirerek... Ardından gelen Kürt meselesi; iç savaş tehditleri ve elimizden cıva gibi kayıp giden 30 bin gencimiz daha...

Zalimlerin insan-kıyım makinesi hiç durmadan çalıştı. Toplumumuz, her badireden alnının akıyla çıktı, asla kimse, kimseye düşman kesilmedi. Çok canımızı yakan münferit hadiseler oldu ama asla bir iç savaş manzarasına fırsat verilmedi. Söyledikleri manada kutuplaşılmadı. Madımak katliamına birlikte ağladık. Herkes kendi işinde gücündeydi. Başlarına bir bela getirildiğinin farkındaydı, bu günler geçsin, sis dağılsın diye dua ediyordu.

12 yıldır bir "sessiz devrim" yaşanıyor. Vesayet devri kapandı, resmi ideoloji son buldu. Büyük bir alt-üst oluş hala sürüyor. Türkiye ve toplum düşmanları, akla hayale gelmedik tuzaklar kurdular. Toplumumuzun iç çatışmaya direnen basireti ve feraseti sayesinde bugün de kutuplaşmış falan değiliz. Şüphesiz eşyanın tabiatı icabı ideolojilere, yaşam tarzlarına, etnik ve mezhebi fay hatlarına göre kategorizasyonlar oluyor ama bunlara kutuplaşma dersek, dünyanın diğer yerlerinde yaşananlara bir ad bulmakta çok zorlanırız.

Hep "kutuplaşmadık" dedim ama içim yine de pek rahat değildi. Ferahlamam yakınlarda oldu. Gazetemize bir büyük yazar geldi. İpek gibi bir üslupla, Türkçe"yi gönendiren bir dil ve düşünce akışkanlığıyla yazıyordu... Ferahladım, zira Leyla İpekçi, söylemeye çalıştıklarımı o kadar açık bir biçimde ve üstelik "tevhid sosyolojisi" adını verdiği yepyeni bir çerçevenin içinden öyle güzel anlatmaya başladı ki...

"Modern hayatın neredeyse bütününü kimlikler üzerinden açıklamakla yetinmemeliyiz" diyor, "toplumsal dinamikleri ideolojiler üzerinden anlamlandırma çabası"na prim vermiyordu İpekçi. "Birbirini dışlayan iki ana yaklaşım üzerinden toplumsal hayatımızı" anlamak imkânsız diye haykırıyordu. Ona göre "sosyoloji; kimlikler veya ideolojilerden ziyade toplumdaki fay hatlarına adalet kavramının algılanışı üzerinden bakmanın ölçütlerini oluşturmalıydı." O, baktığında çokluktaki birliği görebiliyordu. "Birbirinden farklı ideolojilerin, kimliklerin, etnik unsurların ve yaşam tarzlarının birbirini tahakküm etmeden iç içe yaşayabilmelerini sağlayan ana madde"nin kökendeki duygu birliğimiz olduğunu söylüyordu.

Sizin berraklığınızda anlatamam belki ama topluma baktığımızda aynı olguları gördüğümüze eminim, teşekkür ederim Leyla İpekçi.

10 yıl önce
Arzın merkezinden kutuplara
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset