İptal davası: "Abesle iştigal"

00:0014/04/2010, Çarşamba
G: 3/09/2019, Salı
Kürşat Bumin

“Anayasa değişikliği”ne ilişkin tartışmaların en yararlı yönlerinden birisi de ara dönemlerde hepten unuttuğumuz Anayasa''ya ilgimizin başlamasıdır herhalde…Hatırlıyorsunuz; yakın zamanda “sivil anayasa taslağı” adı ile anılan metin de böyle bir rol oynamış, “taslak” ile mevcut anayasası yan yana koyup yararlı bir tartışma başlatmıştık.Bu son “değişiklik” paketi de –sonunun ne olacağı henüz belli olmasa da- bir kere daha özlediğimiz anayasal vatandaşlık statüsüne doğru yol almamız için yararlı bir

“Anayasa değişikliği”ne ilişkin tartışmaların en yararlı yönlerinden birisi de ara dönemlerde hepten unuttuğumuz Anayasa''ya ilgimizin başlamasıdır herhalde…

Hatırlıyorsunuz; yakın zamanda “sivil anayasa taslağı” adı ile anılan metin de böyle bir rol oynamış, “taslak” ile mevcut anayasası yan yana koyup yararlı bir tartışma başlatmıştık.

Bu son “değişiklik” paketi de –sonunun ne olacağı henüz belli olmasa da- bir kere daha özlediğimiz anayasal vatandaşlık statüsüne doğru yol almamız için yararlı bir kapı açtı.

Bildiğiniz gibi bu son dönemdeki tartışma konularımızdan birisi de teklifin Meclis''ten ve Köşk''ten geçip iş referandum sürecine ulaşmadan önce hakkında Anayasa Mahkemesi''nde “iptal davası” açılıp açılamayacağına ilişkin.

Konuyu –galiba?- ilk olarak –beklendiği gibi- Sabih Kanadoğlu dile getirmişti. Kanadoğlu, “367” benzeri yeni bir icatta bulunarak mikrofonu eline almış (Van Konuşması) ve şöyle demişti:

“Bu maddeler bu anayasa değişikliği karşısında Anayasa Mahkemesi karşısına götürülecektir. Anayasa Mahkemesi''ne de götürülürse ne olur? (…) Anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi''ne götürüldüğü takdirde mahkeme tarafından iptal edilir. (…)Anayasa Mahkemesi''nin yaptığı değişiklik halk oylaması ile kabul edilse dahi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilir.”

Görüyorsunuz, haddinden fazla “karamsar”, cidden “moral bozucu” öngörüler bunlar!

“İptal” konusunu dün de Deniz Baykal''ın ağzından dinledik. Baykal, itiraz ettiği üç maddeye ilişkin olarak şöyle diyordu: “Şimdi telaşla, çok ciddi hukuki ve siyasi yanlışlıklar içeren, büyük ihtimalle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edelecek üç maddeyi Türkiye''ye ısrarladayatmanın anlamı yok. (…) Hukuki ve siyasi o üç maddede ısrar olursa bütün imkânları kullanmak bizim sorumluluğumuzdur. Bu iki iş birbirinden ayrıdır. Referanduma gitmeden Anayasa Mahkemesi''ne gider.”

Peki gider mi gitmez mi? Daha doğrusu gidebilir mi gidemez mi?

Bu sorunun cevabını bir hukukçu versin. Anayasa ve İdare Hukuku''na ilişkin kitaplarıyla tanıdığımız Prof. Kemal Gözler versin sorunun cevabını. Şöyle diyor değerli profesör:

“Peki ama Cumhurbaşkanı onaylamak için değil, halkoylamasına sunmak için Resmî Gazetede yayımladığı bir anayasa değişikliği kanunu hakkında Anayasa Mahkemesinde iptal davası açabilir mi? Kanımızca hayır. Çünkü böyle bir şeyin mümkün olması, söz konusu anayasa değişikliği kanunu üzerinde “a priori anayasaya uygunluk denetimi” yapılmış olması anlamına gelir. Zira halkoylamasına sunulması amacıyla Resmî Gazetede yapılan yayım, bu kanunun onaylandığı ve Anayasanın bir parçası olduğu anlamına gelmez. Böyle bir kanun henüz hukuk aleminde varlık kazanmamıştır ve yürürlüğe giremez. Söz konusu kanun henüz yasalaşma süreci içindedir. Böyle bir kanun ancak halkoylaması sonucunda onaylandıktan ve halkoylamasını takiben Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra hukuk aleminde varlık kazanacak ve yürürlüğe girecektir. Eğer Cumhurbaşkanının onaylamadığı, tersine halkoylamasına sunulmak üzere Resmî Gazetede yayımladığı bir kanuna karşı Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılabileceği kabul edilirse, Anayasa Mahkemesi hukuk aleminde henüz mevcut olmayan, hiçbir bağlayıcılığı bulunmayan, hukuken geçerli olmayan, henüz yürürlüğe girmemiş olan bir metni denetlemiş olacaktır ki, bu anayasa hukuku literatüründe kendisine “a priori anayasaya uygunluk denetimi” denen şeyden başka bir şey değildir.

Oysa Türkiye''de “a priori anayasaya uygunluk denetimi” değil, “a posteriori anayasaya uygunluk denetimi” sistemi yürürlüktedir. Yani kanunlar, “ısdar (promulgation)” edilmeden, yani onaylanıp Resmî Gazetede yayımlanmadan önce değil, “ısdar” edildikten sonra Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimine tâbidir. Anayasa Mahkemesi “ısdar” edilmemiş bir kanunu denetleyemez. Cumhurbaşkanının halkoylamasına sunulması amacıyla Resmi Gazetede bir kanunu yayımlaması bu kanunun ısdar edildiği, yani resmen onaylanıp yürürlüğe sokulması amacıyla yayımlandığı anlamına gelmez. Henüz onaylanıp, yürürlüğe girmesi amacıyla Resmi Gazetede yayımlanmamış bir metne karşı, a posteriori anayasaya uygunluk denetimi sisteminin bulunduğu bir ülkede Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılması mümkün değildir. Eğer böyle bir başvuru olur da, Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu ilk inceleme safhasında reddetmez ise, Türkiye''de “a posteriori anayasaya uygunluk denetimi sistemi”nden çıkılıp, “a priori anayasaya uygunluk denetimi sistemi”ne girilmiş olur ki, böyle bir şeyi yapanların bunun nasıl mümkün olacağını açıklamaları gerekir.

(…)

Henüz doğmamış ve hukuk aleminde varlık ve geçerlilik kazanmamış bir metne karşı Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılması mümkün değildir. Bir an böyle bir davanın açıldığını ve Anayasa Mahkemesinin de bu kanunu anayasaya uygun bulduğunu varsayalım. Yine varsayalım ki, bu kanun halkoylamasında reddedildi. Bu durumda ne olacaktır? Hiçbir zaman doğmamış bir kanunu Anayasa Mahkemesi denetlemiş olacaktır. Bu abesle iştigal değil de nedir?”