|
Sarraf davası ve kopuş savunması

Önce şu salakça ambargonun kısa tarihine göz atalım: ABD, 2011 yılının son gününde İran Merkez Bankası ile iş yapan finans kuruluşlarına yönelik yaptırım kararı aldı. Tek taraflı olarak!

Türkiye’nin de dahil olduğu 18 ülkeyi 180 gün için söz konusu yaptırımın dışında tuttu, tabii, İran’dan petrol alımını azaltmak kaydıyla…

Japonya ve 10 AB ülkesini ise yaptırımın tamamen dışında tuttu, keyfi öyle istedi, istediğini dışarıda tutuyor, istediğine yaptırım uyguluyor.

İran’ın Asya’daki en büyük ticaret ortakları Çin ve Singapur’u ise ambargoya ikna edemedi. Bu iki ülke, bize ne ABD’nin ambargosundan dediler, takmadılar. Bilhassa Çin, bir ülke tarafından tek taraflı yaptırımları kategorik olarak kabul etmediğini açıkladı. (Fiyakalı bir tutum.)

Sonra ne oldu… ABD, kendi koyduğu ambargoyu bizzat kendisi deldi. İran’a Boeing sattı. Aman ne olur Avrupa’dan değil, bizden uçak al diye…

Sonra ambargoya iştirak eden Avrupa ülkeleri de deldi… Almanya deldi, Fransa deldi. O deldi, bu deldi… Herkes deldi ambargoyu. Ambargo kevgire döndü.

Derken, ABD, İran’la anlaşmaya vardı ve ambargoyu kaldırdı.

Kaç gündür yaygara kopartılan İran’a ambargo meselesinin kısa tarihi işte budur. Şimdi, hükmü kalkmış bir ambargo üzerinden Amerikan mahkemelerinde tiyatro sergileniyor.

Böylesine siyasi bir davada, siyasi bir operasyonda yapılması gereken kopuş savunmasıdır!

Düşünün! Dünyada 200 civarında ülke var. O ülkelerden bir ülke, bu kısmını üzerine basa basa tekrar edelim, o ülkelerden bir ülke, herhangi bir ülke, sadece tek bir ülke ve işin aslı bundan daha fazla anlamı olmayan, olmaması gereken bir ülke, tek taraflı olarak çıkıp diyor ki, ben filanca ülkeye ambargo uyguluyorum, bütün dünya buna uysun.

Kendisini bütün “dünyanın jandarması”, diğer ülkeleri “karakol” mesabesinde gördüğünden ambargo kararını alt şubelere emir gibi yayınlıyor, emre uymayana da cezasını keserim diyor.

Bunun adı orman kanunudur. Eğer bir hukuksuzluktan veya zorbalıktan söz edeceksek, bana kalırsa, her şeyden önce buradan başlanmalıdır.

Oysa ABD bu hukuksuzluğu, bu düzenbazlığı, bu güç gösterisini “uluslararası sistem, uluslararası hukuk” diye yutturuyor. Tuhaf olan, bu hukuksuzluğun, bu kölelik düzeninin, bu orman kanununun peşinen “uluslararası sistem” olarak kabullenilmiş olması.

Sözgelimi, Paraguay’ın Kosta Rika’ya ambargo kararı alması bizi veya başka bir ülkeyi hukuken ne kadar bağlarsa, ABD’nin İran’a ambargo kararı da uluslararası hukuk bakımından üçüncü ülkeler için o kadar bağlayıcıdır.

Mesele ambargoysa, zihinlerimizdeki kölelik zincirlerini paramparça edip, onurlu bir şekilde şöyle sormalıyız:

Türkiye’nin komşularıyla yapacağı ticaretten ABD’ye ne?

Bize ne ABD’nin tek başına aldığı ambargo kararından?

Bize ne ABD’nin ekonomik çıkarlarından?

Ve son tahlilde: Bize ne ABD’den?

Türkiye’nin ekonomik çıkarları, İran’la ticaret yapmayı gerektiriyordu, yaptı. Aksi Amerikan siyasi çıkarlarına hizmet etmek demekti. Türkiye bir şeyi delmişse, o deldiği şey Amerikan siyasi çıkarlarıdır, Türkiye’nin çıkarları değil. Türkiye, kendi vatandaşları açısından sorgulanacak değil takdir edilecek bir politika izledi, en doğrusunu yaptı. Nokta.

Bu saatten sonra hâlâ Türkiye ambargoyu deldi diyen, Erdoğan’ı devirebilmek uğruna bir Amerikan mahkemesinin “haksız, hukuksuz, yersiz” bir şekilde Türkiye’yi yargılamaya kalkışmasından haz duyan, buna alkış tutan en hafif tabiriyle mandacıdır.

Kaldı ki, Türkiye ambargo konusunda ABD’ye bir taahhüdü de yok, dolayısıyla deldiği bir ambargo da yok.

Ancak, ABD’nin yerli işbirlikçileri ambargo davasını “rüşvet davasına” indirgeyerek Türkiye’nin altını oyma operasyonuna dönüştürmek istiyorlar.

Hepimiz biliyoruz ki, bu, bir rüşvet davası değil, siyasi bir operasyon. One Minute’in, 17-25 Aralık’ın, 15 Temmuz’un rövanşı… Rusya’dan alınan S-400’lerin hesabının sorulmak istenmesi… Türkiye’nin bağımsızlığına ket vurma operasyonu… Özetle: Bu Türkiye’yi köşeye sıkıştırma, Türkiye’den intikam alma operasyonu.

Eğer bu salt bir rüşvet davası ise, ABD’nin yargılama hakkı olamaz. Finlandiya’daki bir rüşvetçiyi bizim yargılama hakkımız var mı? Yok. Macaristan’dakini? Yok. Tanzanya’dakini? Yok! Tayvan, Kore, Sudan, ABD, İngiltere, Çek Cumhuriyeti? Yok!

Peki, nasıl olur da Amerika’da yargı konusu olabilir?

Türkiye’de, Türk vatandaşları arasında gerçekleştiği iddia edilen bir suçu, bir Amerikan mahkemesinin yargılaması ve karara bağlamasını sineye çekenler, Türkiye’yi peşin olarak ABD’nin bir eyaleti, Amerikan mahkemelerini de Türkiye’deki yargının en üst mercii olarak kabul etmiş oluyorlar. Ve onlar Türkiye’yi bir Amerikan mandası olarak görüyorlar demektir. FETÖ’cülerin yaptığı budur, CHP’nin düştüğü pozisyon da budur!

ABD mahkemesindeki dava baştan sona hukuksuzdur. İçinde Erdoğan geçen, rüşvet geçen, yolsuzluk geçen, uluslararası hukuk geçen, Türkiye geçen, “ambargoyu çiğnediler” sözleri dolaştırılan hukuksuz bir dava, siyasi bir senaryo! Bu dava bir mahkeme değil, bir siyasettir! Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan bir operasyon!

Ne yazık ki, memlekette o kadar çok mandacı, o kadar çok Amerikan uşağı, o kadar çok gönüllü Amerikan kölesi var ki, onlar, atın hakkı dururken itin hakkını savunuyor, Türkiye’nin ekonomik çıkarları dururken Amerika’nın ekonomik çıkarlarını savunuyor; koro halinde Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtmak için yaygara koparıyorlar.

İşte bunlar hep mandacılık. İşte bunlar hep kölelik. İşte bunlar hep tiyatro! Siyasi kukla tiyatrosu.

15 Temmuz’daki darbe kalkışmasına, 250 insanımızın şehit edilmesine, binlerce insanımızın yaralanmasına tiyatro diyenler, şimdi senaryosu bizzat ABD tarafından yazılmış bu tiyatroda, güya “vatansever kostümleriyle” rol alıyorlar.

Ancak vatansever kostümlerinin altındaki gerçek yüzlerini görüyoruz, çünkü hangi kostümü kullanırlarsa kullansınlar hainlik paçalarından sızıyor.

#Murat Zelan
6 yıl önce
Sarraf davası ve kopuş savunması
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’