|
Parça olan paryalaşır

Yazımın başlığı, Mehmet Özdemir’in Endülüs adlı çalışmasında (İSAM Yayınları, İstanbul 2014) Mülûkü’t-Tavâif / Tavâif-i Mülûk’u anlattığı bölüme verdiği isimdendir: “Parçalanma ve Paryalaşma.”

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” roman-tizminin ya da nostaljisinin bir adım berisinden baktığımızda, Müslüman toplumlardaki yönetme dirayetinin istisnasız olarak tefrikaya düşülmek suretiyle kaybedildiğini görürüz ki, Endülüs bunun en somut ve en acı örneklerinden biridir.

Bu bağlamda “Parçalanma ve Paryalaşma”nın açılımı, kavi bir bütünden, benzerliklerini de hızla kaybedip artık kapkara bir belirsizliğin paydaşı olarak kopmaktır. Endülüs’te Hilafet erkinden kopmak şeklinde tahakkuk eden bu durum, günümüzde çeşitli devletlerin çatısı altındaki Müslüman toplumlarda elan yaşanmakta olan tefrika ile de eşleştirebilir.

Nitekim, söz konusu yerlerde iktidarlardan, ana akım partilerden, gruplardan sözüm ona bağımsızlaşma adına koparak yine çeşitli parti ya da grup tanımıyla parça olmayı seçenlerin, bilerek ya da bilmeyerek son tahlilde şer güçlerinin payandası ve giderek onların paryası oldukları aşikardır.

Tefrika kelimesinde toplanan ve binlerce kez maruz kalınmış ve halen kalınmakta olan bu durumu, tekrarın tekrarına da düşmemek için- yine Endülüs’ün Mülûkü’t-Tavâif devri üzerinden Mehmet Özdemir’in Endülüs Müslümanları – Siyasi Tarih (TDV Yayınları, Ankara 2016) adlı çalışmasındaki şu cümleleriyle çerçeveleyebiliriz:

“Emevî idaresi döneminde (756-1031), Endülüs denince tek bir siyasi birlik akla geliyordu. Zayıf ya da kuvvetli olsun, başa geçen her idarecinin birinci vazifesi, bu siyasi birliği yara almadan kendisinden sonrakine devretmekti. (…)

Buna mukabil Mülûkü’t-Tavâif döneminde, artık ‘Endülüs’ün birliğini muhafaza’ şeklinde genel bir ideal kalmamış, bunun yerini, her devletçiğin kendi varlığını muhafaza etmesi anlayışı almıştır. Bu anlayışın tabii bir uzantısı olarak ‘dış düşman’ veya ‘dış tehlike’ kavramlarının muhtevaları da farklılaşmıştır. Çünkü Endülüs’ün birliği idealinin geçerli olduğu Emevî idaresi döneminde ‘dış düşman’ veya ‘dış tehlike’ denince, akla öncelikle kuzeydeki Hristiyan Krallıklar gelirken Mülûkü’t-Tavâif döneminde söz konusu Müslüman emirlikler birbirlerinin dış düşmanları haline gelmişlerdir. Siyasi ihtiraslar ve toprak kazanma arzusu ise, bu düşmanlığı körükleyen ana faktörler olmuşlardır. 

Mülûkü’t-Tavâif haricî düşman olarak birbirlerini görmelerinin en önemli sonucu, asıl tehlikeyi, yani Hristiyan tehdidini göz ardı etmeleri olmuştur. Bir başka ifadeyle, Mülûkü’t-Tavâif’in ufukları daralmıştır. Bu ufuk daralması, onları sık sık Hristiyan güçlerle birleşip kendi din kardeşlerinin boyunlarını vurmak, yuvalarını yıkmak, hanım ve çocuklarını esir almak gibi dışarıdan bakan bir Müslümana düşündürücü ve elem verici gözüken bazı tasarruflarda bulunmaya sevk edebilmiştir. (…)

Mülûkü’t-Tavâif takip ettiği bu siyaset, Endülüs’te X. yüzyılda gerçekleşen iktisadi kalkınmanın ardından XI. yüzyılda, siyasi alanda olduğu gibi iktisadi alanda da tedrici bir gerilemenin yaşanmasına yol açtı. Ülke siyasi olarak parçalandığı için, kaynakların genel ve müşterek bir plan dâhilinde değerlendirilmesini mümkün kılacak bir iktisadi politikanın uygulanması mümkün olmadı. Her emirlik, devlet olanın gerektirdiği kurumları oluşturmak için ciddi masraflar yapmak zorundaydı. (…) Müslüman emirler, bütün bu giderleri karşılamak için, ya birbirlerine saldırarak ganimet temin etme ya da sınırları içerisindeki esnaf ve çiftçilerin vergilerini artırma yoluna gidiyorlardı. (…)

Mülûkü’t-Tavâif, öyle anlaşılıyor ki, ihtirasların ve dar particilik anlayışının şekillendirdiği siyasetleriyle Hristiyanları kendi iç meselelerine haddinden fazla müdahale eder hale getirdiklerinin, ödemek zorunda kaldıkları senelik haraçlarla, onların palazlanmalarına yardımcı olduklarının, dolayısıyla da asıl dikkat etmeleri gereken tehlike kaynağını kendi elleriyle beslediklerinin pek farkında değillerdi ya da farkında olsalar bile kendileri ayakta kaldıkları sürece bu tehlike kaynağını sorun etmemekteydiler.”

Özdemir, Mülûkü’t-Tavâif’in bu siyasetinin ve olumsuz sonuçlarının Endülüs toplumunda ufuk sahibi kimseler, özellikle de âlimler tarafından görüldüğünü, bunun da yeni arayışları ve oluşumları beraberinde getirdiğini belirtir ama bunlarla vaki son sadece gecikecek fakat değişmeyecek; tefrikadan kurtulamayan Müslümanlar ya öldürülecekler, ya sürgün edilecekler ya da Hıristiyanların paryası olacaklardır.

Bu nedenle Müslümanların, yaşadıkları devletlerde onların mevcut güç ve imkanlarını zayıflatacak parçalanmaya karşı durmaları, parça olmanın parya olmakla aynı anlama geleceğini hiç ama hiç unutmamaları gerekir.

Velev ki, ülkelerinde ahval-i adiyeden bir seçim yapılıyor bile olsa…

#Aktüel
#Hayat
#Tarih
#Ömer Lekesiz
1 month ago
Parça olan paryalaşır
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî