|
Minimalizm üzerine

Minimalizm son devin hayli gözde bir “trendi”..Hoş minimalist çevreler “trend” kavramını hoş bir nazarla karşılamıyorlar. Bunun, esasta îtiraz ettikleri tüketim ile alâkalı olduğunu, modayı çağrıştırdığını iddia ediyorlar. Ama ben bu îtirazın çok da içinin dolu olmadığını gördüğüm için kullanmakta ısrar edeceğim. Evet bir trend olarak minimalizm hayli yükselişte. Husûsen “beyaz yakalı” orta sınıf elitler arasında. Türkiye’de de bunun tâkipçisi olan zümreler var. Hattâ muhafazakâr çevrelerde de minimalizmin temsilcilerinin olduğu görülebiliyor.

Bu akımın 1960’larda bir estetik hareket olarak başladığını biliyoruz. Minimalizm soyut dışavurumculuğa ve sembolizme bir tepki olarak doğmuştur. Minimalist sanatçılar yüklü sembolik estetik karşısında nesnelerin nesneliklerini kesinleyen sâde bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Mimâride, heykel ve resimde, müzikte kendisine alanlar açmış bir sanat akımı minimalizm. Ama kültürel düzlemde bir “yaşam tarzı” (modus vivendi) olarak benimsenmesi, tüketim ekonomisi ve toplumunun ileri evreleri olarak görebileceğimiz 2000’li senelerdir. Hülâsa edilecek olursa, tüketim insanın (Homo Consumens) satın alarak veyâ hediyeleşerek sağladığı birikimlerin altında kalmasını eleştiriyor. Başta ev olmak üzere bu birikimin somutlaştığı çevrenin elden geçirilmesini, fazlalık oluşturan eşyâlardan arınmayı, kurtulmayı hedefleyen bir doğrultusu var. Hattâ bunun, madde madde uygulandığı bir metodunun da geliştirmiş minimalistler. Başvurdukları kıstaslar, “işlev” ve “anlam” kıstasları. “Bu eşyayı eğer en az bir ay kullanmıyorsam, onu saklamanın ne gereği var?” diye sorup hemen eliyorlarmış. Bu sûretle alan kazanıyor, hafifliyor ve rahatlıyorlarmış. Gerçek ihtiyaçlarıyla yüzleşiyor, eşya bağımlılığından kurtulup iç gerçeklikleriyle buluşup barışıyorlarmış.. Devâmı ise, “özgürleşim”, “bağımsızlaşma” vb kavramlarla oldukça mistik-ruhsal ifâdelerle hikâye ediliyor minimalistler tarafından.. Minimalizmin tüketim, alışveriş bağımlılığı, biriktirme “hastalığı” gibi unsurlara karşı çıkışını temelde desteklemek için çok sayıda gerekçe bulunabilir. Bu, Thoreau’nun zamânında söylediği, “insan vazgeçebildiği eşyâ oranında zengindir” özlü deyişini hatırlatıyor bana.. Bu trend’e kapılmak işten bile değil.. Lâkin üzerinde düşünmek lâzım gelir.

Minimalizmde beni ilk başta rahatsız eden “aşırı benmerkezcilik” vurgusu. Yâni minimalizm bireyci bir düşünce. Çoğu ileri tüketimcilik ve biriktirmecilik tecrübesi yaşayarak bunalmış üst orta sınıflara, başta da “Beyaz Yakalılara” mesaj veriyor. Aslında “tüketim-konfor” ilişkisi üzerinden bir basitlemesi var. Söylediklerinin özü şu: “Tüketim nesneleri bizi konfora erdirecek vaadinde bulundu. Hâlbuki biz bunları biriktirerek konforumuzu kaybettik. Artık onlardan kurtularak, tüketim ile aramıza bir mesâfe koyarak gerçek konfora ulaşacağız”.

Aslında bu trendi burjuvaların arınmacı özgül kültürel ağırlığına dönmesi olarak değerlendiriyorum. Târihte biriktirmeci ve tüketimci vasıflarıyla temâyüz etmiş olan zümreler aristokratlardır. Onların dünyâsında çok sayıda eşyâ nesilden nesile aktarılır ve özenle korunur. Buna servetin başat sâhipleri oldukları için her nesilde yenileri eklenir. Aristokrasi kendilerine intikâl etmiş olan eşyâlarla duygusal bağlar kurarak atalarıyla ruhsal bir temas sağlar. Burjuvalar ise “köksüz” zümrelerdir. Bahsedecek bir atalar dünyâsına sâhip değildirler. Tek başlarınadırlar. Tüm duygusal ve bilişsel yatırımlarını kendilerine yapmak zorundadırlar. Tek dayanakları da , birilerine âit olan târih değil, o kimseye âit olmayan “doğa”dır. Aristokratik hegemonik kültüre karşı geliştirdikleri kültürün, biçimsel, sembolik dışavurumların reddi, öze dönüş, saflık(doğallık) arayışı, arınma temelli oluşuna şaşmamak gerekir. Bunu bir de kirlerini de biriktiren, yâni yıkanmayan aristokratlara karşı, yer yer temizlik hastalığına da varabilen burjuva hijyen tutkusunu da ekleyebiliriz. Üretim kapitalizmi burjuva doğrultuları büyük ölçüde karşıladı. Rutinleşmiş, bürokratize olmuş dünyâlarda üretken ve sâde varlıklar olarak bir hayât sürmek 19. ve 20.Asırlarda mümkündü. Burjuva erdemi de zâten buna dayanıyordu. Popülizm ve anarşizmde çok sayıda farklı örüntüsünü bulduğumuz protest “Genç Burjuva” hareketleri ise bu özcülük dürtüsünü toplumsal sorumluluk temelinde diğerkâmcılıkla birleştiriyor ve eski zamanların dervişlerine has davranışlarla eşyâyı, birikimi, mülkiyeti hoyratça dışlayan bir hayat tarzını benimsiyorlardı. Ama hem sermâye hem de emek verimliliğindeki düşmeler üzerinden üretim toplumlarının çözülmesi ve kapitalizmin mâhut derin çelişkisi olan arz-talep dengesizliğinin başgöstermesi neticesinde kredi kapitalizmine geçildi. Refah ve konfor vaad eden büyük bir tüketim patlaması yaşandı. Burjuva değerler buna dayanamadı. Üretkenlik iddiasındaki Homo Economicus Homo Consumens’e evrildi. Şimdilerde ise bu evrenin sonuna yaklaşıyoruz. Kamusal tüketimden evlerde devâm eden ve dijitâl teknolojiyle derinleşen bir başka tüketim evresine geçiyoruz. Bu aslında tüketim toplumunun safralarını atmayı gerektiren bir evre. Minimalistler tam da bunu yapıyor. Anlam üzerinde dursalar da bahsettikleri büyük ölçüde işlevsellik. Vazgeçtikleri bir tüketim Rokokosu, tüketimin kendisi değil. Reddettikleri tüketim-konfor ilişkisi; konfor değil.. Nicel olarak azaltılmış ama dijital olarak daha “sıkılaştırılmış” ve “yoğunlaştırılmış” bir tüketim bekliyor onları.

#Minimalizm
#Akım
#Kültür
3 yıl önce
Minimalizm üzerine
İsrail hükümetinin anladığı dil: Fiilî yaptırım
-Hac -İmama uymak -BES’te altın fonu
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!