|
Soykırım söyleminin ekonomi-politiği

Ermeni soykırımı tasarısının ABD''de dışişleri komisyonunda bir oy farkla kabul edilmesi karşısında Türk kamuoyunun sergilediği tepki siyasette mutabakatın değilse bile refleks ortaklığının hiç de imkansız olmadığını gösteriyor. Demek ki tartışma ne kadar derinleşirse derinleşsin, gerilim ne kadar artarak siyaseti imkansız hale getirirse getirsin, bir yerlerde ortaya çıkan yeni bir durum başka bir halimize bizi uyandırabiliyor.

Gerçi bizi uyandıranın bizi ne ölçüde uyanık tuttuğu ayrı bir konudur. Dahası bizi uyandıran, ayaklandıran, tepkimizi tetikleyen hadisenin içinde hasımlarımız için bir tepeleme fırsatı barındıran bir müjde gibi mi geldiği, yoksa onu gerçekten de samimi bir üzüntüyle mi karşıladığımız bambaşka ama mutlaka önemli bir konudur.

Ermeni meselesinde iş gerçekten karmakarışık. Bir tarihsel yüzleşmeye gerçekten ihtiyacımız olsa bile bunu bize tarihi binbir türlü katliam ve savaş kabahati ile dolu olan Amerika''nın hatırlatmasının ne münasebeti ne de faydası var. Ama doğrusu kimsenin yüz yıl önce Ermenilerin veya başka herhangi bir ademoğlunun acısını hissettiği yok. Yüzyıl önceki Ermenilerin acılarını duymaya ve duyurmaya soyunanların günümüzde burunlarının dibinde gerçekleşen hadiselere karşı bir nebze benzer bir duyarlılık taşımasını beklemek bir haktır. Bu kadar duyarlılık daha kötüsü olmasın diye gösteriliyorsa saygı duyulacak bir tutum olabilir ama o taktirde bu tutumun bugünkü vahşetleri durdurabiliyor olması gerekirdi.

Kuşkusuz bu mantık da ihtiyatla karşılanması gereken bir değerlendirmedir. Geçmişle ilgili bir adalet iddiası günümüzdeki vahşetlerden elbetteki sorumlu tutulamaz. Ama sözkonusu olan Amerika, Fransa, Hollanda gibi ülkelerse, bu ülkelerin Türkiye''nin tarih sicilini kaydetmeye kalkışmaları kelimenin tam anlamıyla münasebetsizliktir.

Tarihsel bir olayın parlamento kararıyla tespit edilmesi ise aslında tarih dediğimiz şeyin de çıplak hakikatini sergileyen bir durumdur. Tarih hiçbir zaman geçmiş olayların objektif bir şekilde bilinmesi ile ilgili bir durum değildir. Herhangi bir tarihsel olaya bizi bugünden ilgili kılan bir yan yoksa olay tarih bile değildir. Olayla "ilgili" olduğumuz andan itibaren de olayın hakikatine değil, bizim iddiamıza yaklaşmışız demektir. Kelimenin hak ettiği anlamıyla nesnel bir tarih varsa bu ancak bizim "ilgisiz" olduğumuz ölçüde mümkün olan bir tarih olsa gerek. Oysa bir anahtar kelime olarak "ilgi" kişiyi nesnel olmaktan konuyla ilgili "çıkar sahibi" (kelimenin İngilizcesi: interest) olmaya yönelten bir süreçtir.

O yüzden 1915 yılında veya daha gerisinde veya daha ilerisinde olanlara dair bugünden bir adaleti tesis edecek ne bilişsel imkânlara ne de adil bir yargı merciine sahibiz. Sıcağı sıcağına kurulmuş mahkemeler genellikle bu delil imkânlarına daha fazla sahiptir, ama bu durumda da mahkemeyi kuranın genellikle bir savaşın galip tarafı olması durumunda mahkemeden istediği kararı çıkartması da kaçınılamayan bir tarih gerçeğidir. Tarihi galipler yazar. Galiplerin yazdığı tarih saf vicdanları tatmin etmedikçe buna dair bir isyan küçük veya büyük dalgalar halinde gelişir.

Tarihin eninde sonunda çıplak gerçekleri bulup çıkaracağı beklentisi bu itibarla boş bir beklentidir. Mümkünse tarihi olayların kaydını zamanında tutmak, adaleti de mümkünse gecikmeden yerine getirmenin yoluna bakmak gerekiyor.

Geciken adalet adalet değildir. Tarih alanında da durum bundan farklı değildir. Tarihsel sorumlulukları olanlar bu dünyadan göçüp gittikten sonra gerçekleşmiş bir yüzleşme veya bundan sadır olacak bir adaletin adalet değil ancak günümüzün siyasi hesaplarıyla ilgili olduğu açıktır.

Tarihin bir döneminde kendilerine zulüm yapıldığından hareketle adalet arayanların günümüzde bu adaleti tesis için dünyanın baş zalimleriyle ittifaklara girişmeleri, aradıklarının adalet değil intikam veya iktidar olduğunu ayan beyan ortaya koyuyor. Açıkçası bu durumda "geçmişte yaşanmış acılar" bir iktidar veya çıkar talebi uğruna pazara çıkarılmış bir edebiyattan başka bir anlam ifade etmemiş oluyor.

Ne acıları çekenlere bir faydası olan ne de bu acıları çektirmiş olanlara bir yaptırım doğruma ihtimali bulunan bu yüzleşmenin kime ne fayda getireceğini anlamak da bir tür ekonomi-politik bilimi gerektirir artık.

Soykırım söylemleri bir ekonomi-politik meselesidir ve günümüzde Türkiye''nin yükselen trendine karşı hissedilen iyimserliğin bir kırılma noktası olabilir. Türkiye''nin etkisini hızla artıran dış politika etkinliğinin bütün dünyada sorunsuz karşılanıyor olmadığına dair bir uyarı olarak okunabilir. Bu uyarı elbetteki Türkiye''yi giriştiği yoldan caydıracak şekilde dikkate alınması gereken bir uyarı değildir. Ancak, güçlü ve çevresinde etkin, bağımsız bir Türkiye''nin mümkün olsa bile bunun tabii ki her zaman alkış ve tezahüratla karşılanmayacağını gösteren bir örnektir. Doğrusu Türkiye''nin bu daha genel perspektifi dikkate alsa da, özelde her yıl bu zamanlarda Türkiye''yi yakalayan bu konuya karşı daha farklı, yine ezber bozucu yeni bir yaklaşım sergilemesinin vakti gelmiştir. ABD soykırımı tanıyacaksa tanısın, belli ki bu mevzuyla Türkiye''yi rehin tutmaya çalışıyor, şimdiye kadar da ne yazık ki tuttu, ama buna bir son vermek, mevzuyu bir kompleks konusu olmaktan çıkarmak Türkiye''nin elinde.

14 yıl önce
Soykırım söyleminin ekonomi-politiği
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi