Meclis’te vuku bulan 1911’deki tartışmalar; Siyonist işgalin, Birinci Dünya Savaşı ve 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’nun etkisiyle farklı bir boyutta seyretmesinden evvel de fazlasıyla mesafe katettiğini gösteriyor. Alınmayan önlemler ve kulak arkası edilen uyarıların faturasının büyüklüğü görülüyor.
7 Ekim 2023’ten bugüne geçen bir yılda dünya, Siyonizm terörüne acı bir biçimde şahit oldu. Kana susamış zalimlerin vahşeti artarak sürerken çağımızın “Düvel-i Muazzaması” üç maymunu oynamakta. Fakat bu zulüm elbette birdenbire ortaya çıkmadı. Tarihin sayfalarını geriye çevirdiğimizde görüyoruz ki Siyonist emeller yeni şekliyle yaklaşık 150 yıldır adım adım ilerliyor. 1911’de Osmanlı Meclisi’nde yaşanan tartışmaları ve Siyonizm hakkındaki şiddetli uyarıları okuyunca alınmayan önlemler ve kulak arkası edilen uyarıların faturasının büyüklüğü görülüyor.
İsmail Hakkı Bey’in 1911’deki Siyonizm uyarıları
1908 seçimlerinde Meclis’e giren Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey, Meclis-i Mebusan’ın 1 Mart 1911 tarihli oturumunda yaptığı uzun konuşmalarla hükümetin 1908’den beri süregelen politikalarını sert bir dille eleştirir. Devletin ekonomik darboğazda oluşunu Cavid Bey’in iktisat politikalarına bağlayan İsmail Hakkı Bey konuşmasının bir yerinde sözü dış borç meselesine getirir. Dış borcun sadece mali ve siyasi bir mesele olarak anlaşıldığını ancak esasında bu konunun “Siyonist emeller” ile ilişkili olduğunu ve bu kısmın dikkatlerden kaçtığını vurgular. Bu yaklaşımı diğer mebuslar tarafından abartılı bulununca konuşmasının kalan kısmını iddialarını delillendirmeye ayırır.
“Gayet açık, gayet vazıh tarifiyle, Siyonistlik demek; arz-ı Filistin’de Şattülarap Vadisi’nde, Kudüs-i şerif ve havalisinde mümkün mertebe ecnebi Musevilerini tezyid ve teksir ederek orada nüfusun kesafetinden bi’l-istifade bir hükümet-i İsrailiyye teşkil etmektir.”
Siyonizm’in bugün dahi geçerli olan kapsayıcı bir tanımını yaptıktan sonra Osmanlı tebaası olan Musevi vatandaşların tümünün bu kapsamda değerlen-dirilemeyeceğinin altını çizer. Siyonizm ona göre daha çok Avrupa’da yaşayan ve azınlık konumundaki bir kısım Yahudilerin takip ettiği zararlı bir siyasettir. Fakat her şeye rağmen Osmanlı devleti için II. Meşrutiyet öncesinde de sonrasında da tehlike arz etmekte olduğu için basite alınarak geçiştirebilecek bir olgu değildir.
“Siyonistler cemiyeti daha şimdi değil, öteden beri, Meşrutiyet’ten çok evvelden beri bu mesleği takip ettiler ve bu mesleği takip ettiklerini bize alenen ve maddeten gösterecek bazı ef’al ve harekâtta bulundular. Ezcümle bunlar Kudüs civarında, Şam civarında, Hayfa civarında büyük akçeler vasıtasıyla arazi istimlâk etmek istediler. Ve istimlâk ettikleri araziye de Avrupa’dan hicret edecek ve gelecek olan Musevileri yerleştirmek istediler…”
“Siyonizm diye ara sıra çıkıp senede bir kongre yapan şarlatanlar”
Gümülcineli İsmail Hakkı Bey’in Siyonizm meselesine Siyonist kongrelerdeki kararlardan örnekler verecek derecede vakıf olduğu da görülüyor. Kendisinin öne sürdüğü iddialara karşı sadrazam İbrahim Hakkı Paşa uzun bir cevap verir. İbrahim Hakkı Paşa Siyonizm’in varlığını reddetmez ancak bunun Avrupa’da dahi gülünç bir hadise olarak algılandığını, ciddiye alınmaması gereken hayallerden ibaret olduğunu öne sürer. Ona göre mesele Yahudi çoğunluğun dahi güldüğü “Siyonizm diye ara sıra çıkıp da senede bir kongre yaparak 4-5 şarlatanlık eden birkaç Musevinin efkâr-ı müfritânesi”dir.
İsmail Hakkı Bey’in Siyonizm’in Osmanlı için ciddi bir tehlike olduğu yönündeki çıkışı, meseleyi dış borçlar konusuyla ilişkilendirmesi ve vekiller ile hükümeti bu konuda farkındalığa davet etmesi 1911 şartları düşünüldüğünde son derece dikkat çekicidir. Buna rağmen iktidar mebusları İsmail Hakkı Bey’in sözlerine ehemmiyet vermemiştir.
Filistinli mebusların gözünden Siyonist işgal
Meclis’te Siyonizm’in ikinci kez bir “tehlike” olarak zikredilmesi ise yine 1911 yılının 16 Mayıs günü gerçekleşen oturumda vuku bulur. Bu defa konuyu gündeme getirenler Siyonizm tehdidini doğrudan tecrübe eden Kudüs mebusları Ruhi el-Hâlidî ve Said el-Hüseynî ile Şam Mebusu eski Nasıra Kaymakamı Şükrü el-Aselî (Hasan Şükrü) beylerdir. Sözü ilk olarak Halidî alır.
Antisemitizm kalkanı 1911’de de kullanılıyordu
Maksadını “Siyonizm teşebbüsatına karşı hükümetin vaziyetini anlamak” olarak dile getiren Halidî ilk olarak Yahudi muhacirlerin Filistin topraklarına yerleşmeleri ve gayrimenkul satın almaları yasak iken bunun nasıl mümkün olduğunu sorar. İsmail Hakkı Bey’de olduğu gibi Ruhi el-Halidi de sözlerine devam etmeden evvel Osmanlı tebaası olan Musevileri Siyonistlerle aynı kefeye koymadığını vurgulama ihtiyacı hissetmiştir. Kendisinin anti-Siyonist olduğunu fakat asla “anti-semit” olmadığını söyler. Bu söz de o dönemde dahi “anti-semitizm” ithamının Siyonizm’e kalkan olarak kullanıldığının göstergesidir. Ruhi el-Halidî genelleme yapmadığını göstermek açısından kürsüde Siyonizm karşıtı Yahudilerin mektuplarını okur, Tevrat üzerinden örnekler verir ve doğuşundan itibaren detaylı bir Siyonizm tarifi yapar.
“Arz-ı Filistin’in bundan ziyade Musevi almaya tahammülü yoktur”
Daha sonra söz alan Kudüs mebusu Said el-Hüseynî Bey ise Siyonistlerin Filistin topraklarında yıldan yıla nasıl yerleştiklerini rakamlarla ortaya koyar. “Arz-ı Filistin’in bundan ziyade Musevi almaya tahammülü yoktur. Binaenaleyh, bundan böyle muhaceret etmek isteyen Museviler memalik-i Osmaniye’nin diğer cihetlerine gitsinler” sözleriyle bölgede sayıları 100 bini aşan Musevi göçmenlerin daha fazla artmaması için önlemler alınmasını savunur.
Son olarak söz alan Şam mebusu ve eski Nasıra Kaymakamı Şükrü el-Aselî Bey bölgede tecrübe ettiği hususlardan ve kendi yaptığı araştırmalardan hareketle birkaç mühim noktaya dikkat çeker. Onun bölgeye dair gözlemlerini doğrudan kendi ifadeleri ile okuyalım:
“Şimdi bunlar, bu suretle Taberiye kazasının 3 rub’unu, [4’te üçünü] Safed kazasının yarısını, Hayfa kazasının yarısını almışlardı. Hele Yafa serapa[baştan aşağı] Yahudilerle dolmuştu. Kudüs-i Şerif de öyledir. Çünkü bunların evlerinde Martin vesaire gibi esliha-i memnua [yasak silahlar] vardır.”
“Bir de bayramlarda Osmanlı Sancağı yerine Sıhyûn[Sion] Sancağı çekerler. O sancak, mavi renkte, orta yerinde bir Mihr-i Süleyman [Süleyman Mührü] vardır ve altında Sıhyûn yazılmıştır.”
“Hükümet seyirci olarak bakıyor. Bendeniz orada iken Hariciye [Dışişleri] ve Dahiliye[İçişleri] nezaretlerinden [bakanlıklarından] sorulmuştur, cevap yazmıştım, fakat Vilayet aldırmadı..”
‘Büyük Yahudi Devleti’ emeli
“İşte arz ettiğim Siyonizm mesleği arz-ı Filistin’de yerleşiyor. Onların maksadı yalnız arz-ı Filistin’de değil Suriye’de ve hatta Irak’a doğru bir Hükümet-i Yahudiyye-i Azime [Büyük Yahudi Devleti] teşkil etmektir.”
Şükrü Bey’in konuşması Filistin’e yapılan Siyonist göçlerin 1911 Mayıs ayı itibariyle vardığı boyutu göstermesi açısından eşsiz niteliktedir. Şükrü Bey’in dile getirdiklerinin kaynağının Nasıra Kaymakamlığı esnasında ve sonrasındaki doğrudan gözlemleri olması yönüyle doğruluğundan şüphe edilmesi zor iddialardır. Fakat bu farkındalık oluşturma çabasının Meclis’te ve dönemin hükümetlerinde aynı ölçüde karşılık bulduğunu söylemek güçtür. Tarihsel süreç bugünden geriye tahlil edildiğinde kulak tıkanılan, abartı olduğu düşünülen ve gereği yapılmayan Siyonizm tehlikesine yönelik çağrıların peyderpey gerçekleştiğini görmek ve Siyonizm’in doğurduğu felaket neticeler ise izahtan varestedir.
Siyonizm'in sistematik işgali Osmanlı'nın son döneminde de biliniyordu
1911 şartlarında Osmanlı siyasi çevrelerinde Siyonizm’in tam anlamıyla bilindiği, Filistin’de yaşanan sistematik işgalin dönem itibariyle yüksek boyutlara ulaştığının fark edildiği görülüyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinin Osmanlı siyasi konjonktürü dikkate alındığında, Osmanlılık kimliğine yapılan vurgu ile Musevi vatandaşların incitilmemesinin önemsendiği, dolayısıyla iddiaların gerektiği kadar ciddiye alınmadığı görülmekte. Ekonomi başta olmak üzere iç ve dış birçok sorunla boğuşan hükümetin de Siyonizm tehlikesiyle mücadeleyi öncelik olarak almadığı açık. Meclis’te vuku bulan 1911’deki tartışmalar Siyonist işgalin, Birinci Dünya Savaşı ve 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’nun etkisiyle farklı bir boyutta seyretmesinden evvel de fazlasıyla mesafe katettiğini gösteriyor. Tarih disiplininin gayesi olarak vazedilen “geçmişten ders çıkarma” misyonu tekrar hatıra getirilirse, Siyonizm meselesinde geçmişten çıkarılamayan derslerin dünyayı ve hassaten coğrafyamızı getirdiği yer ortadadır. Dillere pelesenk olan “derslerin” bundan sonra çıkarılabilmesi coğrafyamızı kana bulayan ve dünyanın huzurunu tehdit eden Siyonizm terörünün sona erdirilmesi adına elzemdir.