|

Kitaplar üstüne kitaplar

Yazarlar kitaplar hakkında okura ne söyler? Bu sorunun izinde yazarların eserlerindeki kitapların dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Kitaplar üstüne yazılmış 10 kitap üzerine bir değerlendirme yazısı.

Necip Tosun
04:00 - 15/05/2022 Pazar
Güncelleme: 17:10 - 13/05/2022 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

ŞÖVALYE ROMANLARININ ÇILDIRTTIĞI KARAKTER: DON KİŞOT

Avrupa modern romanının ilk adımı olan Miguel de Cervantes Saavedra’nın Don Kişot’u kitaplar üstüne kitapların en ünlüsüdür. Cervantes, dönemindeki, novellalar, Morisko romanları, pikaresk roman ve şövalye romanları gibi pek çok türleri kullanarak, bunlara farklı bir boyut katarak edebiyat tarihinin seyrini değiştirmiş ve kendinden sonra gelen romancılara büyük bir kapı açmıştır. Cervantes eserin ön sözünde kitabın amacının şövalye kitaplarını eleştirip yok etmek olarak açıklar. Gündelik gerçeklerden kopuk, büyük aşkların, yenilmez kahramanların, mucizevi karşılaşmaların anlatıldığı şövalye romanslara elbette karşı bir roman hazırlamıştır. Hem onların parodisini yapacak hem de onların imkânlarını değerlendirecektir. Bir anlamda da şövalye kitaplarının sonuncusunu yazmış, bu akımı muhteşem bir finalle sonuçlandırmış, yeni bir anlatı türünün kapısını sonuna kadar açmıştır


Okurla birlikte, söyleşerek oluşturulan Don Kişot’ta kitaplar merkezdedir. Don Kişot bilindiği gibi şövalye romanlarının bir parodisidir. Michel Foucault’un deyişiyle “Don Quijote, kitapları kanıtlamak için dünyayı okumaktadır.” Bir anlamda roman üstüne bir roman, bir roman kuramıdır. Çünkü romanda roman teorisi oluşturulur. Bu hem de bizzat bir roman yazarken yapılır. Okura “gerçeklere” bağlı kalınacağı sözü verilirken, gerçeğe uymayan kitapların eleştirisi yapılır. Kitabın anlatıcısı, aslında “masal”, kuru bir “tarih” olarak kalmak istemeyen, buna karşın “gerçekçi” olmaya özenen yeni bir türün peşindedir. “Gerçek” ve “kurmaca” Don Kişot’un ana meselesidir. Geçmiş kitaplar öncelikle gerçeklerden uzaklaştığı için suçlanır. Zaten kitabın yazılma gerekçesi, şövalye kitaplarının saçmalığı ve gereksizliğini ispatlamaktır.

Don Kişot’un bütün gerçekleri okuduğu kitapların içindedir. Şimdi bu kitapların gerçeklerini dünyada aramaktadır. Serüveninin sınırlarını okuduğu o metinler belirlemektedir. Okuduğu kitaplar tartışılmaz gerçeklerdir. Kitaplar dışında bir dünyanın yabancısıdır. Ne pahasına olursa olsun kitapların vaatlerini dünyada yerine getirmek peşindedir. Kendisini metinlere benzetirken dünyada kendi benzerini aramaktadır. Tek bir kitap okuma biçimi geliştirmiş, o kitaplar dışındaki bütün kitapları kötülüğü yayan araçlar olarak görmüştür. Kitapları bir hayat olarak yaşamak ve “yazmak” isteyen Don Kişot kitapların yol göstericiliğinde hayata karışır. Oysa yeni dünyanın gerçekleri ile kitapların gerçekleri tümüyle zıttır.

KİTAPLAR ÜZERİNE BİR KİTAP: TRİSTRAM SHANDY

Laurence Sterne’nin Tristram Shandy’si roman türüne yepyeni bir yorum getiren yenilikçi, çığır açıcı, deneysel bir çalışmadır. Sterne, geleneksel olay örgüsünü, hikâyeleme anlayışını, kurmacanın o güne değin bildik kurallarını bir kenara iterek, çağrışıma yaslı, hafızanın gelgitlerinin gerçeklerine uyup her şeyin hayatta olduğu gibi yansıtılmasını benimseyerek oluşturduğu romanı kendinden sonra gelen pek çok yazarı etkilemiştir. Modernistler de postmodernistler de ondan çok şey öğrenmiş, özellikle “bilinç akışı” tekniğinin de erken dönem habercilerinden biri olmuştur. Roman diğer yandan ilk antiroman özelliği taşır.

Tristram Shandy diğer romanların, yazarların yol açıcılığında ilerler, pek çok kitaba bol bol atıflarda bulunur, onlarla hesaplaşır, tartışır. Sayısız kitaba, yazara göndermede bulunur. Ama roman özellikle Cervantes ve Rabelais’nin gölgesinde ilerler: Okuma, yazma kitaplar üzerine bir roman olan Tristram Shandy bilgiler, malumatlar içinde ilerlerken anlatıcı, çok sevdiği kitapların penceresinden dünyaya bakar.

Roman öncelikle bir karakter yaratıp, başı sonu olan olaylar zincirini dışarıda bırakır. Klasik romanların bilinen büyük bir hikâyeye yaslanma, olay örgüsüyle ilerleme, belli bir sonuca ulaşma gibi temel özelliklerinin hiçbiri romanda yoktur. Bilinçli bir özgünlük, deneysel bir arayış olarak roman biçimlendirilir. Sterne’nin temel ilkesi bilinen roman kalıplarını tartışmaya açmak, böyle de roman yazılabileceğini ispatlamaktır. Bu yüzden de roman eleştirmenlerce “tuhaf”, “acayip”, “saçma” bulunmuştur. Yazarın amacı da budur zaten. Yerleşik, egemen edebiyat anlayışını reddetme, o kurallarla kendini sınırlamama…

Yazar/anlatıcı, yazdığı şeyin bir kurgu olduğunu belirterek okurla söyleşerek kurguyu oluşturur. Romanın merkezinde edebiyat sorunları yer alırken, anlatıcı, kendini bir “vakanüvis” olarak konumlandırıp edebiyat kurallarını tartışmaya açar. Edebiyatın mesaj konusunu, tasvir, karakter yaratma, kurgu, zaman kullanımı, bilgi kullanımı, çağrışım gibi temel sorunları romanın içinde tartışır.

Laurence Sterne; Cervantes, Rabelais isimlerini romanında hayranlıkla anmasına rağmen bu isimlerin altında ezilmez. Adım adım, sabırla o isimlerin hizasına konumlanmak için eserini ustaca örer. Sterne, sonunda Batı kanonuna o çok sevdiği Cervantes, Rabelais’ten sonra aynı bağlamda kendi adını da eklettirmeyi başarır: Cervantes, Rabelais, Sterne…

ROMANTİK KİTAPLARIN ZEHİRLEDİĞİ: MADAM BOVARY

lGustave Flaubert döneminde romantik akım ile gerçekçi akım tartışmalarının merkezinde yer alır ve ünlü romanı Madam Bovary gerçekçi akımın ilk önemli eseri olarak kabul edilir. Gerçekten de kitaplar üzerine romanlar olan Don Kişot nasıl şövalye kitaplarına, Tristram Shandy roman kurallarına yönelik bir eleştiri ise Gustave Flaubert’in Madam Bovary romanı da romantik romanlara/çağa yönelik bir eleştiridir. Madam Bovary’e ‘kadın kişot’ dendiği bilinir. Bu iki romanın da merkezinde kitaplar ve kitaplarla körleşme vardır. Romanın kahramanı Madam Bovary okuduğu kitaplardaki romantik hayatları, aşkları gerçek hayatında ararken tam bir körleşme ve zehirlenme yaşar. Arzu ile gerçeklik ve yetenek arasındaki mesafenin açıklığını göremeyen Madam Bovary simgeleştirdiği değerlerin kurbanı olur. Anlatıcı hayal dünyasında yaşayan Madam Bovary’e kendi gerçekliğini göstermek için onu yok etmek zorunda kalır. Romanda Madam Bovary üzerinden romantik çağ eleştirisi yapılırken mekân olarak seçilen taşra da yazara gerçekçilik anlayışını sergilemesine zengin imkânlar sunar.

Madam Bovary’nin hayatının merkezinde kitaplar vardır. Emma sevgilileriyle kitap sevgisi üzerine konuşur. Madam Bovary, kitaplardaki dünyaları ararken, onun sinir hastalığı, savruluşları hep kitaplara bağlanır. Geleneksel yapılar (aile, çevre, kilise) edebiyata, aydınlanmacı düşüncelere karşıdır. Madam Bovary’nin aradığı nedir? Yeni dünyadır. Romanlarda gördüğü büyülü aşklardır. Unutulmaz anılar, ölümüne sevgidir. Müziktir, edebiyattır, resimdir, sosyetedir, aşktır, burjuva hayatıdır. Evlilik onun romanlarda gördüğü hayata hiç benzememektedir. Kocası Charles ise onun için tam bir hayal kırıklığıdır. Onun beklentilerinden uzak, işine âşık, hiç de romantik olmayan sıradan biridir. Taşrada romandan öğrendikleri hayat Paris’te temsil edilir. Balolar, konserler, sanat, müzik ve kibar sosyete hayatı hep imrenilerek anlatılır.

Madam Bovary’nin dramı, arzuladığı, kendini konumlandırdığı yerde bulunmayışıdır. Arzuları yapmacıktır ve içi dolu, sahih değildir. Her şeyi taklittir ve hayal gücüne yaslıdır. Birikimli, donanımlı biri değildir. Topluma kendi kurallarını değil, romanlardan edindiği yanılsamaları dayatır. Onun gerçekliğine değil yanılsamasına yaklaşan insanların yanında rahat eder. İş gerçekliğe yaklaştığında bu insanlar da kendini terk eder.

DENİZ MACERALARI ROMANLARININ BOĞDUĞU KARAKTER: LORD JİM

Joseph Conrad’ın Lord Jim adlı romanında, okuduğu harcıâlem deniz romanlarının etkisiyle denizci olan ve sömürge topraklarında kahraman olmayı düşleyen Jim’in, denizciliğin ve sömürgeciliğin gerçekleri karşısında benliğinin kırılışı ve sonunda sömürge topraklarında öldürülüşü anlatılır. Jim de tıpkı Don Kişot gibi, tıpkı Madam Bovary gibi okuduğu kitaplarla zehirlenmiş, bu kitaplardaki hayatları yaşamak isterken Jim’in sonu da Don Kişot ve Madam Bovary gibi olmuştur. Conrad romanda popüler deniz anlatıları klişelerini ağır bir şekilde eleştirir.

Jim, tatilde okuduğu bir dizi macera kitabının ardından denize karşı duyduğu eğilim ortaya çıkınca aile tarafından “deniz ticaret filosuna subay yetiştirmek için bordasında eğitim veren gemilerden birine” gönderilir. Jim denizcilik eğitimi sırasında “uzaklardaki denizin belli belirsiz ihtişamına bakarak macera dünyasında hareketli bir yaşam sürmeyi umut eder.” Okuduğu macera kitaplarındaki deniz hayatını zihninde yaşar.

Ne var ki denizci olan Jim’in kitaplardan edindiği idealleri ile hayatın gerçekleri karşı karşıya gelir ve hayaller gerçeklere bir bir yenilir. Önce gemisini yolculardan önce terk eden bir gemici konumuna düşer mahkemece deniz yasalarına aykırı hareket ettiği için cezalandırılır. Denizden sürgün edilmiş bir denizci konumuna düşen ve başka bir iklimde macera arayan Jim, sömürge topraklarında haydutlarla yerliler arasındaki bir olayda bu kez de yalancı konumuna düşerek insanların ölümüne neden olur.

Conrad simgesel bir kişiliği yansıtan Jim karakteri üzerinden, dünyalarını tanımadığı insanların hayatlarına karışan Avrupalı sömürgecilerin bu topraklarda açtığı problemleri ortaya koyar. Bu hayalperest ve duygusal karakter çocukluk çağındaki arzuladığı kahramanı olmaya ancak ölerek ulaşabilmiştir. Bu aslında sömürgeci Avrupa’nın gelecekteki hâline de bir göndermedir.

KALPAZANLIK YAPAN KİTAPLAR

André Gide Kalpazanlar’ı kitaplar, kahramanlar, yazarlar etrafında kurgular. Anlatıcı; kitaplar, metinler arasında gezinir, yaşananları bu kitaplar aracılığıyla çözmeye çalışır. Kurgu içinde kurgu, okuru romanın yazılış sürecine ortak etme, başka metinleri romana dayanak yapma (metinler arasılık) anlayışı romanda baskın yaklaşımlardır. Metinler arası ilişkiler romanın en tipik anlatım özelliklerinden biridir.

Bu türün pek çok önemli eseri gibi (Don Kişot, Tristram Shandy, Madam Bovary vbg.) roman üzerine bir roman olan Kalpazanlar, geleneksel roman anlayışı dışında bir roman kavramı oluşturmaya çalışan, türün özelliklerini, problemlerini tartışan bir eserdir. Kitap, anlatış, kurgu ve teknik olarak yenilikçi, deneysel bir romandır ve edebiyat, anlatma sorunlarının da tartışıldığı yepyeni bir teknik arayışını yansıtır. Roman, edebiyatın temel mesele yapılmasıyla kuramsal bir değer taşır. Romanın kahramanı Edouard aynı zamanda yazardır ve Kalpazanlar isminde bir roman yazmaktadır. Roman içinde romanda sonuç olarak eserin merkezine roman sorunları oturtulur. Bu anlamda Kalpazanlar postmodern romanın özelliklerini bünyesinde taşımaktadır.

Kalpazanlar’da kurmaca ile gerçeklik arasındaki sınıra dikkat çekilir. Metnin yazılış süreci, anlatının ana problemidir; yazar, okura okuduğu metnin kurgusal olduğunu kabul ettirir, sürekli bakış açısı değişir, okurun beklentileri boşa çıkarılır, hikâye içinde hikâye anlatılır, okura okuduğu şeyin gerçek değil bir oyun olduğu hatırlatılır. Metinde romanın yapısı, teorisi tartışılır, kısaca kurgu tüm sayfalara nakşedilir. Roman türünün akımları incelenerek yeni bir roman tarifi yapılır. Bu anlamda romanın asıl önemi roman üstüne bir roman olmasıdır. Bütün bunların yanında bir çağ eleştirisi de romanın temel vurgularındandır.

KİTAPLARIN KÖRLEŞTİRDİĞİ KARAKTER: PROF. KİEN

Elias Canetti’nin Körleşme’si, “kitaplar” üzerine yazılmış başyapıtlardan biridir. Romanda kendine kitaplardan bir dünya kuran Peter Kien’in fildişi kulesindeki körleşme serüveni anlatılır. Zamanının tümünü kitaplarıyla geçiren Peter Kien insanlardan uzaklaşır ve kitaplar onun için tek yol gösterici olur. Araç artık amaç hâline gelmiştir. Körleşmiş olan Kien kimseyi duymamakta, görmemektedir. Kitaplığı bir hapishaneye dönüşmüştür. Okur, yazar, çevirir, yayınlar. Kendisini insanlardan tümüyle yalıtır. İnsanlara hiçbir sevgi beslememekte, kendisinden başka hiç kimseyi sevmemektedir. Kitaplara öyle bir tutkundur ki bir vitrinde kitap izlerken, vitrinle onun arasına giren çocuğa bile tahammül edemez. Ona göre kişi “öteki insanlardan uzaklaştığı oranda hakikate yaklaşır.” Yemeklerini bile çalışma masasında yer. Evindeki yirmi beş bin kitabını korumak için tuttuğu hizmetçi kadın Therese ile evlenir. Bu evlilik daha çok kitaplar için gereklidir. Therese’nin kitaplarına sahip çıkacağını düşünür. Bir süre sonra hizmetçisi Therese evde kontrolü ele geçirir, evi, kütüphaneyi yönetmeye başlar. Bu ilişkiyi sürdürebilmesi için Kien’in elinde sadece “körleşme” silahı kalmıştır.

Romanda her türlü uğraşın araç olmaktan çıkıp amaç hâline gelince nasıl insanı hastalıklı hâle sürükleyebileceği örneklenir. Kien’in kitap sevgisi onu hastalıklı hâllere sürüklemiştir. Dengesini iyice kaybeder kitaplara nutuklar çeker, diyaloğa girer. Kitapların harekete geçip onu dövdüğünü düşünür. Satırlar ve sayfalar, hepsi birden üstüne saldırmıştır. Onu sarsmakta, her yanına vurmakta, birbirlerine fırlatmaktadır. Olanca gücüyle kitabı yakalayıp kapatınca tüm harfleri hapsetmiştir. Artık kesinlikle serbest bırakmayacaktır. Kitabın içindeki harfler takırdamakta ama hapiste oldukları için dışarı çıkamamaktadırlar. Kien’i her yanını kan içinde bırakana dek döverler. Kien de onları ateşe atıp öldürmekle korkutur. Bütün düşmanlarından böyle bir öç almaktadır.

Elias Canetti’nin Körleşme’sinin kahramanı olan Kien de dünya edebiyatının en etkileyici bibliyofillerinden biridir. Don Kişot nasıl kitaplarla dünyayı okumanın imkânsız olduğunu gösteriyorsa, Körleşme’de de kitaplarla yaşanan hayat arasındaki uçuruma dikkat çekilir. Kien kitaplardan kopup sokağa adım attığında bambaşka bir gerçeklikle karşılaşır. Tıpkı Don Kişot gibi… İkisinin kahramanı da anti-kahraman ve mizah unsurlarıyla, ironiyle oluşturulmuş romanlardır. Her iki karakter de deliliğin sınırlarındadır. İkisini de kitaplar delirtir. İkisi de gülünç bir karakter olmasına rağmen yaşadıkları gayet ciddi durumlardır. Canetti, tıpkı Don Kişot’ta olduğu gibi gerçeği abartarak, ona mizah unsuru katarak, bir anti-kahraman üzerinden gerçeği yeniden oluşturur.

KURMACANIN UNSURLARINI TARTIŞAN ROMAN: BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU

lBir nesne olarak kitabı odak alan Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanı, okurların ve yazarların dünyasını aydınlatmaya çalışır. Okur okuma anında yazarı, yazar yazma anında okuru düşünürse kitap nasıl bir yönelime girer sorusuna cevap aranır. Romanların kurgulanışının, okuma biçimlerinin bir parodisi olan roman, postmodern roman akımının sembol anlatılarındandır. Yazar okur diyalogu, parçalı, birbirinden kopuk, karmaşık roman aslında bütün bunların kökenini sorgulamak için kurgulanmış bir örnek kitap görünümü sergiler.

Kurmacanın unsurlarını tartışan roman, bir yandan da kurmaca olarak inşa olmaktadır. Başlangıçlardan oluşan bir roman yazmak isteyen yazar, farklı yazarlara ait hayali başlangıçlar başlar ve bir süre sonra tümü farklı yönlere evrilir. Hikâye anlatmak merkezde olmak üzere, kurmacanın bütün unsurları, başlangıçlar, bitirişler anlatımda gündeme gelir ve zaman zaman bunların parodisi yapılır. Tartışmalarda kimi romanın başlangıcını, kimi romanın sonunu önemser. Kimisi için ise önemli olan okumanın vaat ettikleridir. Tartışan kişilerden biri, benim için önemli olan kitabın sonudur, ama gerçek, en son, karanlığa gizlenmiş olan kitabın seni götürmek istediği varış noktası derken, diğeri ise, artık sadece havada kalan ve yolunu yitiren öyküler olduğunu söyler.

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, roman okumanın keyfine ilişkin bir romandır. Yazar roman okumanın keyfine hiçbir zaman ulaşamayacaktır: “Çünkü bir tarafsızlık içinde okumayalı kaç yıl oldu? Yazmam gerekenle arasında ilişki kurmadan, başkalarının yazdığı bir kitaba şöyle bir teslim olmayalı kaç yıl oldu? Yazının kölesi olalı beri benim için okuma keyfi kalmadı.”

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanındaki okuyucuyu okuma sürecine dahil etme, oyun ve deneysellik yaklaşımı, parçalı metinler, bir hikâyenin yazılış sürecinin anlatımı gibi özellikler postmodern yaklaşımla örtüşmektedir. Çok seslilik, metinler arasılık, gelenekle kurulan bağ, parodi, ironi, pastiş yaklaşımları onu postmodern romana yaklaştırır. Romanda bizzat edebiyat ve edebiyat ortamı metnin ana meselesi yapılır, romanın teorisi oluşturulur, yazınsal tutumlar tartışılır. Yazınsal anlayışlar anlatının merkezine oturur, poetik, kuramsal tartışmalar yapılır.

SELİM ROMANLARI OKUYA OKUYA SELİM’LİĞE ÖZENEN BİR DON KİŞOT: TUTUNAMAYANLAR

lOğuz Atay, Tutanamayanlar’da kitaplar üzerinden bir hayat inşa etmeye çalışan insanları gündeme getirir. Kitaplar üzerinden toplumun edebiyat anlayışı sorgulanır. Kahraman çok satan romanları, ucuz duyguları kullanan kitapları yazanları, okuyanları eleştirir. Tutunamayanlar, mektup, destan, şarkı, günlük gibi parçalı yapısıyla avangard bir girişimdir ve roman geleneğinin bir parçası olmamak amacını taşır. Yeni bir dil, yeni bir anlayış geliştirmek, oluşturmak ve buraya Türkiye’nin ruhunu geçirmek ister. Dünyadaki roman ve sanat akımlarını çok iyi takip eden Oğuz Atay romanında bunları gündeme getirirken, Türkiye’de yaşanan ideolojik roman anlayışının tersine dünya romanında yaşanan 1970’lerin avangard akımına yaslar. Tutunamayanlar romanlar üzerine bir romandır, kendi romanını arayan insanların romanı…

Romanın kahramanı Selim Işık, sadece bilinçli bir birey değil, aynı zamanda toplumsal olarak da ülkeyi değiştirmeyi amaçlayan biridir. Ancak ne kendini değiştirebilir ne de toplumu. Bu da onda derin bir hayal kırıklığı doğurur. Oğuz Atay neredeyse Selim Işık üzerinden kırılmışlığını, yalnızlığı anlatmaktadır. Kitap öncelikle ülkemizdeki aydınların konumunu tartışır. Romana göre ülkemizdeki aydınlar toplumdan kopuk onları değiştirmeyi düşünen seçkinci bir tutum içerisindedir. Oysa bırakın toplumu değiştirmeyi, kendilerine bile dürüst değildirler ve kendi kendileriyle çatışırlar. Kayıp metinler peşindeki Turgut bir yandan da bir romanın kahramanı olmaktadır.

Tutunamayanlar’da Don Kişot şöyle yankılanacaktır: “Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot’a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi Don Kişot sanıyorum. Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. (…) Yeni anlamlar veremiyorum kelimelere. Ben Selim değilim Olric. Selim romanları okuya okuya Selim’liğe özenen bir Don Kişot olmaktan korkuyorum.” Turgut Özben ile Olric’in konuşmaları nasıl da Don Kişot ile Sanço Panza’nın konuşmasını hatırlatır.

HÜSN Ü AŞK’I YENİDEN YAZMAK: KARA KİTAP

Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ı kitaplar üzerine bir kitaptır. “Âlemin bir kitap olduğu”, “hikâyenin kendisinden çok, hikâye anlatmanın üzerinde durulduğu” bir dünyadan seslenir. Roman sanki hiç kimsenin kendi olamayacağı kesin bilgisi üzerinden ilerler. Doğu-Batı karşıtlığı, yakınlaşması ve uyumu postmodern yaklaşımlardan da beslenerek kitap simgesi üzerinden inşa edilir.

Kara Kitap tam bir ansiklopedik romandır. Bol bol gazete ve dergi malumatları, siyasal ve toplamsal yaşama atıflar, geçmiş ve gelenekle hesaplaşma romanda önemli yer tutar. Celal’in söylediği ve postmodern tutumun da temel vurgularından olan “bütün kitaplar gibi birer taklittir. Bu yüzden kendi adımla kitap yayınlamam” sözü, bütün bir romanı kuşatır. Roman boyunca kitaplar, yazarlar ve görüşler içinde geziniriz. “Dünyadaki bütün yazıların aynı kişi tarafından ya da aynı anda yazıldığını” düşünen kahraman Mevlâna’dan Edgar Allan Poe’ye, Neşati’den Buttfolio’ye geçer. Ama aslolarak hikâyelerin, rüyaların insan yaşamındaki önemi vurgulanır. Hüsn ü Aşk, Mesnevi, 1001 Gece Masalları, Mantıkut Tayr, Niyaz-i Mısri Divan’ı, Vesiletün Necat gibi Doğu’nun temel metinleri yanında, Dante, Marcel Proust, Lewis Carroll, Coleridge, E.A. Poe gibi Batılı yazarları iç içe anlatarak bütünlüklü bir düşünce ortaya çıkarma peşindedir.

Orhan Pamuk bu romanda Doğu metinleri ile Batı metinlerini birlikte okuyarak romanının malzemesi yapar. Bütün bunları karşılaştırmalı ve metinler arası göndermelerle okuması romanı cazip kılar. Özellikle kitabın da bir karakter olarak öne çıkması romanın ilginç yanlarından biri olur. Kara Kitap şu cümlelerle biter: “Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç.”

BİR KİTAP OKUDUM HAYATIM DEĞİŞTİ: YENİ HAYAT

Orhan Pamuk’un bir başka romanı Yeni Hayat’ın merkezinde de “kitap” vardır. Romanda okuduğu bir kitapla hayatı değişen kahramanın sarsıntıları hikâye edilir. Kahramanın kitapta bulduğu yeni bir hayattır. Kitaptan fışkıran ışık onun hayatını alt üst etmiştir. Önünde yeni ülkeler, yeni insanlar, yeni görüntüler belirmiştir. Sonra otobüs yolculuklarıyla şehirlerden şehirlere savrulur. Bu otobüs yolculukları bir anlamda Bir Türkiye panoraması olarak ortaya konur. Fikir çatışmaları, Doğu ve Batı ayrımı, devlet ve halk çatışması, semboller üzerinden değişim olgusu, hayat, kader, rüya, kimlik tartışmaları romanda yer alır. Şeyhler, katiller, örgütler, tarikatlar, filmler, romanlar içi içe geçer. Yeni Roman aslında bir arayış romanıdır. Bir kitaptaki kaderi arayışın romanı… Yol ve yolculuklarla hayatın anlamını bulma serüveni… Kitabın belirlediği kader bir kaza ile sonuçlanacaktır: “Mehmet de kitabı okur okumaz bütün hayatının değişeceğini anlamış ve anladığı şeyin de sonuna kadar gitmiş. Sonuna kadar...”

Don Kişot’tan sonra kitap tutkunlarının maceraları, edebiyat dünyasında anlatılmaya devam eder. Bibliyofiller edebiyatın her zaman en önemli karakterlerinden biri olmuş, yazarlar kendilerinden önceki kitapları aşmak, silmek ya da hizasında yer almak için kitapları, kitap tutkunlarını konu edinmişlerdir.

#Miguel de Cervantes Saavedra
#Don Kişot
#Laurence Sterne
#Gustave Flaubert
#Joseph Conrad’
#Elias Canetti
#Italo Calvino
#Oğuz Atay
#Orhan Pamuk
2 yıl önce