|

Kitaplarımızı kaybetmek

Alberto Manguel’in Kütüphanemi Toplarken adlı kitabı Türk okurla buluştu. Kitap Arjantin asıllı yazarın uzun süre yaşadığı Fransa’dan ayrılırken ahırdan bozma kütüphanesini toplama macerasından yola çıkarak kitaplarını anlatıyor.

Merve Akbaş
04:00 - 15/11/2020 Pazar
Güncelleme: 23:14 - 14/11/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
​Alberto Manguel
​Alberto Manguel

Kitaplara merak saldığım ilk gençlik yıllarımda, evimizin içinde anlatılan ilginç ve korku dolu bir hikâye kulağıma çalınmıştı. Kütüphanesine tutkuyla bağlı olan bir aile dostumuzun, evini hayırsız kardeşine emanet edip memleketine gittiğinden, daha sonra bir telefon görüşmesinde ağabey-kardeş arasında kuvvetli bir münakaşa gerçekleştiğinden bahsediliyordu. Hikâyenin sonu ise gerçekten kötüydü. Hayırsız kardeş kavganın hırsıyla yapacağını yapıp, ağabeyi memleketten gelene kadar kütüphanedeki tüm kitapları bir sahafa satmıştı. Aylar sonra evine dönen ağabeyi ise boş raflar ve sahafın almayı unuttuğu üç kitap ile karşılaşmıştı. Bu kitaplar aklımda kaldığı kadarıyla şunlardı: İsmet Özel’den Üç Mesele, Mehmet Akif’den Sahafat ve Schopenhauer’dan Aşkın Metafiziği.


Uzaktan duyduğum bu olayın travmatik nedenlerinden olsa gerek, birinin izinsizce kitaplığıma yaklaşması, okuduğum kitabı eline alması bana hâlâ korkutucu gelir. Benzer bir olay başıma gelse hayatıma birkaç kitapla yeniden devam edebilir miyim, diye sıklıkla kendime sorarım. Kurduğum tüm düzenin bozulması, adeta kendimce bıraktığım izin silinmesi gibi değil midir? Peki gerçekten de bir insanın kütüphanesi bize neler anlatır? Kütüphanesi bozulan bir insanın dünyaya söyleyecek sözü de değişir mi?

Vefatından sonra babamın kütüphanesini yeniden düzenlerken, bu sorular kalbimde yoktu ve acımasızca bazı kitapları başkalarına vermek üzere ayırdım. Bana şaşkınlıkla bakan gözlere de “Evde artık bu kitapları okuyacak kimse kalmadı” dedim. Ama maalesef bir süre sonra bu törpülenmiş kütüphanenin artık babama ait olmadığını hissetmeye başladım. Onun verdiği şekli, nizamı, sıralamayı yok etmiştim. Bütünden ayırdığım her parça yokluğunu hissettiriyordu. Adeta bir besteden notaları elemiş, melodinin değişmesine neden olmuştum. İşte o zaman daha iyi anladım ki, her kütüphane kişiye özel bir cümle de kuruyor. Biraz edebiyat, biraz tarih, biraz eleştiri... Belki biraz sanat ve ilmi başlıklı kitaplar. Yan yana dizilen kitaplar onları bir araya getirenin kimliğini taşıyor. Onun derdini, tasasını, rüyasını anlatıyor bize.

KİTAPLAR KOLİLER

Alberto Manguel’in Kütüphanemi Toplarken isimli kitabını elime aldığımda ilk olarak bunları düşündüm. Manguel okuruna kütüphanesini toplamak zorunda kaldığı bir gerçeklikten sesleniyordu. Kitapseverlerin ve meraklılarının bileceği üzere Arjantin asıllı ünlü yazar, uzun süre yaşadığı Fransa’dan bürokratik sorunlar nedeniyle ayrılmak zorunda kaldı. Bu ayrılığın en acı yanı, kendi halinde büyümeye bırakılmış kütüphanesini de toplamak zorunda kalmasıydı.

Manguel’in kütüphanesini toplamak zorunda bırakan olaylar bir süredir yaşadığı Fransa’nın Nouvelle-Aquitaine bölgesindeki Mondion köyünde başladı. Fransız yetkililer, yazarın evinin hemen yanındaki ahırdan bozma kütüphanesinde yer alan her kitabın değerini ve faturasını bildirmesini istedi. Her kitapseverin bileceği üzere neredeyse imkânsız olan bu istek Manguel’in de başını vergi memurlarıyla derde soktu. Konuya çare bulunamayınca ünlü yazar kitaplarını kolilemeye başladı. Tabi kitapların nereye gideceği, hayatının bundan sonrasını nerede geçireceği gibi muallak sorularla beraber...

Manguel’in 30 bin kitabın yer aldığı bu kütüphane, Jorge Luis Borges’in bahsettiği cennet olabilirdi. Ama sadece kısa süren bir rüya oldu. Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan kitapta Manguel, bize kütüphanesini toplarken yaşadıklarını, aklına üşüşen düşünceleri aktarıyor. Bir Ağıt ve On Ara Söz alt başlığını taşıyan kitapta yazar kişisel kütüphanesinin macerasını aktarırken farklı konulara değiniyor. Kitaplarını kaybetmenin bir ölüm hissi oluşturduğundan, adeta bir defin töreni gerçekleştirdiğinden ve ardından öfke ve yasın geldiğinden dem vuruyor. Tek düzeliğin huzuru getirip getirmediğini sorgularken, neden kitap topladığımızın da cevaplarını arıyor. Satır aralarında Manguel’in alışkanlıklarını da öğreniyoruz. Mesela kitap ödünç vermekten hiç hoşlanmadığını (hangimiz hoşlanıyoruz ki?) hatta kitap ödünç vermenin hırsızlığa teşvik olduğunu düşündüğünü aktarıyor. Kafka’nın eserleri için üç rafı olduğunu söylediği kısmı okuduğumda ise kişisel olarak biraz moralimin bozulduğunu ve kütüphanemin yetersiz olduğunu düşünmeye başladığımı da eklemeliyim.

KÜTÜPHANEYE ADANAN BİR ÖMÜR

Kütüphane kaybetmek kolay değil. Hele ki ömrünüzü kitaplara, onların tarihine, kütüphanelere adadıysanız! Manguel de kuşkusuz ki dünyadaki en büyük varlığı olan kütüphanesiyle ilgili büyük bir acı/korku yaşamış. Ama bu hisle yola çıkıp bir kitap da yazabilmiş. Üstelik kitabın son satırlarında tüm okurlarına bir müjdesi de var. Kitabın Türkçe baskısında yer alan bu bölümde özel koleksiyonunun halka açık bir kütüphaneye dönüşeceğinin haberini veriyor. Mahremini açmanın zor olduğunu, kütüphane paylaşmanın da adeta bir yabancının zihninize girmesine izin vermek olduğunu söylese de kitapları için en doğru yolun bu olduğuna hükmetmiş.

Manguel’in Fransa’dan ayrıldıktan sonra onlarca teklif aldığını, bunlardan birinin de İstanbul’dan geldiğini biliyorduk. Kendisi de Ömer Koç ve ekibinin kütüphanesi için çok uğraştığını söylüyor. Ancak en nihayetinde Lizbon’dan yana karar kılmış. Lizbon Belediyesi’yle birlikte yürüttükleri projeyle Manguel’in kitapları “Okumanın Tarihi Çalışmaları Merkezi” adı altında bir halk kütüphanesinde yeniden bir araya gelecek. İki yıl kadar sürecek hazırlık aşamasından sonra koliler açılacak ve eskisi gibi yan yana dizilecekler. Tüm kitapseverlerin bildiği üzere bir kütüphaneyi insan ömründen daha fazla yaşatabilmenin tek yolu bu olsa gerek! Yazarın dünyada bıraktığı o cümleyi bozulmadan koruyacak tek yer, hep kütüphaneler olacak. O zamana kadar Manguel de bir depoda bekleyen, ulaşamadığı kitaplarının yasını tutacak.

#​Alberto Manguel
#Arjantin
#Kütüphane
3 yıl önce