
İslamî değerlere göre, bir insanın ölümü, insanlığın ölümü demektir. Dolayısıyla insan, bizatihi insan olduğu için bir değer taşımaktadır ve taşıdığı bu değerden dolayı şiddete maruz kalmamalıdır. Dinimizde her türlü ve her boyutta şiddet yasaklanmıştır. Şiddet nereden ve kimden gelirse gelsin bir insanlık suçudur. Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ramazan Altıntaş yazdı.
Şiddet; güç ve baskı uygulayarak, insanların bedenî ve ruhî açıdan zarar görmesine sebep olan bireysel ve toplu hareketlerin tümüdür. İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan şiddetle insanın yolları farklı zaman ve mekânlarda kesişmiştir. Ancak günümüzde dünyanın her bir bölgesinde yaşanan farklı türlerdeki şiddet olaylarına bakıldığında, bugünün en önemli ve öncelikli sorununun şiddet olduğu görülecektir. İnsanlık bugün fiziksel, psikolojik, sosyolojik, siyasal, kültürel, ekonomik, sözel ve cinsel yönden devasa bir şiddet sarmalına alınmış durumdadır. Aile üyelerinin birbirlerine uyguladıkları şiddet; kadının, çocuğun, yaşlının maruz kaldığı şiddet; toplumda savunmasız insanlara ve engellilere yönelen şiddet; hayvanları ve tabiatı tahrip eden şiddet; törenin, terör ve anarşinin şiddeti… Kısacası bugün şiddet sarmalı yeryüzünü acıya, gözyaşına ve nefrete boğmaktadır.
İslam’ın temel kaynaklarında şiddet, “zulüm” kavramıyla ifade edilir. Zulüm adaletin zıddı olup, sınırı aşmak, hak-hukuk gözetmemek, yapılmaması gereken bir davranışta bulunmak anlamına gelir. Adalet ise, her hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi yerli yerine koymak demektir. İslam’ın en temel prensiplerinden birisi zulmün haram, adaletin ise farz oluşudur. Bir kutsi hadise göre, Cenâb-ı Hak, “Ben zulmü kendime ve kullarıma haram kıldım. O hâlde siz de birbirinize zulmetmeyin.” buyurur (Müslim, “Birr ve Sıla” 55).
Zulmün de adaletin de yaşı ve cinsiyeti yoktur. Bir diğer deyişle, erkeğiyle kadınıyla, genciyle yaşlısıyla, amiriyle memuruyla, zenginiyle yoksuluyla herkes birbirine karşı âdil olmakla ve zulmetmemekle mükelleftir. Dinimizde her türlü ve her boyutta şiddet yasaklanmıştır. Şiddet nereden ve kimden gelirse gelsin bir insanlık suçudur.
ŞİDDET NEREDEN BESLENİYOR?
Şiddetin asırlardır beslendiği bazı damarlar vardır. Şiddetle doğru ve etkili bir mücadele yürütebilmek için bu damarları bilmek önemlidir. Zira çoğunlukla engelleme, ötekileştirme ve ayrımcılık üzerinden yürüyen şiddet davranışları, zihinsel ve duygusal anlamda farklı zeminlere dayanır.
1. İFADE VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ENGELLENMESİ
Din ve vicdan özgürlüğü, insan olmanın, kişilik ve haysiyetin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğü, öncelikle kişinin hiçbir baskı altında kalmadan dinini serbestçe seçmesi anlamına gelir. Ardından yine hiçbir müdahaleye maruz kalmadan bu dini öğrenme, öğretme, yayma, telkin etme, okutma ve uygulama gibi faaliyetleri yürütme hakkı gelir. Devlet-millet kaynaşmasının güvencesi, din ve vicdan özgürlüğünün varlığıdır. Din, bir vicdan işidir. Kişi din konusunda bilgilendirildikten sonra iman ve inkâra zorlanamaz. İnsanların vicdanları üzerinde baskı ve güç kullanmak bir şiddet türü olup dinî bir tavır değildir.
2. ADALET DUYGUSUNUN ZEDELENMESİ
Adalet, her türlü sapmanın ve haksızlığın karşıtı olup, “bir şeyi ait olduğu yere koymak, bir şeyin hakkını vermek, eşit ve denk yapmak” anlamlarına gelir. Adalet “insaf, haklılık, söz ve eylemde doğruluk” manalarını kapsayan bir denkleştirmedir. Makamı, soyu, ırkı, rengi, mal varlığı gibi sebeplerle bir insanın hak ettiği cezaya çarptırılmaması, hukukun sağlıklı biçimde işlememesi anlamına gelir. Toplumda sosyal barış ve güvenin kaynağı, adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygun davranmaktır. (Nisâ, 135) Çünkü adalet duygusunun tartışılır hâle geldiği bir toplumda güven olamayacağı için huzur ve barış yara alır, şiddete giden yolun kapıları açılır.
3. CİNSİYET AYRIMCILIĞI
İslam, gelişiyle birlikte her türlü cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmıştır. Kadın ve erkeğin bir bütün olduğunu ortaya koymak suretiyle her iki cinsin de Allah’ın teklifleri karşısında eşit düzeyde sorumlu olduğunu bildirmiştir. Bütün bu uyarılara rağmen yaşadığımız dünyada hâlâ kadınlar şiddet görüyor. Sadece kadın olmak bile, baskıya, zorlamaya, tehdide ve şiddete maruz kalmayı kolaylaştırıyor.
4. IRK AYRIMCILIĞI
İslam’da bir toplumun farklı soylara ve kabilelere ayrılması doğal kabul edilir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum, insanların birbirlerini tanımaları ve kimlik kazanmaları açısından bir vesile olarak vurgulanmıştır. İslam kabileye değil, kabileciliğe karşı çıkmıştır. Zira kabilecilik zihniyeti, katı asabiyet anlayışına dayanır. İslam’da müşterek manevi değerlere bağlı kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kuvvetlidir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi, cinsiyeti, ekonomik durumu ne olursa olsun, evrensel planda bütün müminler birbirlerinin kardeşidir. Bu kardeşliğin sevgi ve saygı ile tahkim edilmesi gerekir. Irk ayrımcılığına ve şiddete engel olmanın yolu da ancak gönül birliği ve din kardeşliği bilincinden geçmektedir.
5. SINIF AYRIMCILIĞI
Kur’an-ı Kerim’e göre, insanoğlunu büyüklük taslamaya sürükleyen sebepler arasında, kendisini ‘seçkin’ görmeye dayalı bir sınıf ayrımcılığı da vardır. (Leyl, 8-11). Bu da psikolojik bir şiddet türüdür. Nitekim Kur’an’ın örnek verdiği gibi, tarihte bazı varlıklı kimseler “servetlerinden dolayı” kendilerini müstağni görmüşler, küfre düşmüşler, insanlara zulmetmişlerdir.
ŞİDDETİN YERİNE BARIŞI YENİDEN KURMAK
İslam, kelime olarak “barış, güven, huzur ve mutluluk” gibi anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla, İslam’ı din olarak kabul eden her kişi, “yeryüzünde barış, güven ve esenlik isteyen, Allah’ın bu amaç için koyduğu ilke ve kuralların gereğini yerine getirmeyi kabul eden” insandır. İslam, insanlığa ulaşan bir barış davetidir. Kur’an-ı Kerim’de bu davet şöyle dile getirilir: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 208)
SONUÇ OLARAK
Şiddet ve terörün dini ve milliyeti olmaz. İslam, kaynağı ve şekli ne olursa olsun şiddetin her türlüsüne karşıdır. Çünkü şiddetin yanı başında haksızlık, adaletsizlik, merhametsizlik ve fesat vardır. Yeryüzünü ıslah etmeyi amaç edinmiş bir Müslüman, insanlık suçu olan şiddet eylemlerinde bulunmadığı gibi, şiddet ve terörden yana olumlu bir his de taşımaz. Bu nedenle, sorumluluk sahibi her Müslüman, ailesinden komşularına, mahallesinden iş yerine, çarşısından stadyumuna bütün yaşam alanlarını şiddetten arındırmalıdır.
Nasıl ki Hz. Peygamber (sav), Mekke’nin fethinde, muktedirken bile, yıllar önce Müslümanlara hayatı dar eden kimselere karşı “af ve gönül dilini” kullanmışsa, bizler de onun yöntemini kullanmalıyız. Asıl yücelik, muktedirken bağışlamaktır. Asıl başarı, güçlüyken şiddetten uzak durmaktır. Asıl iyilik, kötülük yapana iyilikle karşılık vermektir. İşte o zaman her türlü şiddetin üstesinden gelinecektir.











