Sâmiha Ayverdi ve Hasan Nazif Dede

04:0013/10/2019, Pazar
G: 13/10/2019, Pazar
Dursun Gürlek

Geçen haftaki yazımda, “Kerbela Şâiri” unvanıyla büyük bir şöhret kazanan Koniçalı Kâzım Paşa’dan kısaca söz etmiş, hicivlerinden bazı çarpıcı örnekler vermiştim. Bu vesileyle söylemek isterim ki, Paşa merhum sadece ateşli hicivleriyle değil, Fuzuli tarzında kaleme aldığı içli mersiyeleriyle de tanınıyor ve bu mersiyeler onun ne büyük bir şair olduğuna tanıklık ediyor. İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in “Son Asır Türk Şairleri” isimli muhalled eserinde kaydedildiğine göre; Hersekli Arif Hikmet Bey’in

Geçen haftaki yazımda, “
” unvanıyla büyük bir şöhret kazanan Koniçalı Kâzım Paşa’dan kısaca söz etmiş, hicivlerinden bazı çarpıcı örnekler vermiştim. Bu vesileyle söylemek isterim ki, Paşa merhum sadece ateşli hicivleriyle değil, Fuzuli tarzında kaleme aldığı içli mersiyeleriyle de tanınıyor ve bu mersiyeler onun ne büyük bir şair olduğuna tanıklık ediyor. İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in “Son Asır Türk Şairleri” isimli muhalled eserinde kaydedildiğine göre; Hersekli Arif Hikmet Bey’in Çukurçeşme’deki evinde haftada bir yapılan edebiyat toplantılarına, Osman Şems Efendi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Recaizade Celal, Manastırlı Naili gibi kalem ve kelam erbabının yanı sıra Koniçalı Kazım Paşa da katılıyor.


Merhum, Ehl-i Beyt hakkında kaleme aldığı mersiyeleri “Makalid-i Aşk” isimli eserinde bir araya getirdi. Kim bilir ne zaman, hangi sahaftan aldım; bu nadir kitap hamdolsun fakirin de kütüphanesinde bulunuyor. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, diğer bazı şiirleri “Divan-ı Kâzım Paşa” adıyla yayımlandı. İbnülemin, “Paşanın oğlu şehremaneti azasından Hasan Paşa tarafından merhum şair Burhaneddin-i Belhi’ye verilen ve Paşa’nın yazısıyla muharrer olan divan-ı eş’arı vaktiyle görmüştüm” diyor. Ne yazık ki böyle önemli bir divanı bendeniz bırakınız okumayı, henüz görme bahtiyarlığına bile eremedim.

“Son Asır Türk Şairleri”nin müellifi, Kâzım Paşa’nın Ehl-i Beyt’e duyduğu büyük muhabbeti anlatırken de şu çarpıcı misali veriyor:

“Bir gece bir sohbet meclisinde Âl-i Beyt’e muhabbetten bahsolunurken Paşa, “Âl-i Beyt’e candan muhabbet edenleri Allah yakmaz’ dedikten sonra parmağını, önünde duran mumun alevine sokar, bir müddet durduktan sonra çeker, huzzara (orada bulunanlara) gösterir. Parmağın alevden müteessir olmadığı (etkilenmediği) görülür. Bu hali orada bulunanlardan bir zat hikâye etmişti.”

Yine İbnülemin’in naklettiğine göre, Kâzım Paşa, vefatından birkaç gün önce, Aydınoğlu Tekkesi’nin postnişi ve kadim dostu Osman Şems Efendi’yi ziyaret ediyor. Öteden beri pek çok kimseyi diliyle, kalemiyle incittiğini itiraf ediyor. Ömrünün nihayete erdiğini söyleyerek tövbe istiğfarda bulunuyor.

Bir önceki yazımda da dile getirdiğim gibi, Kâzım Paşa, daha evvel Gönüller Sultanı Mevlânâ’ya ve Mevleviliğe muhalif idi. Bir gün kadim dostu olan Beşiktaş Mevlevihanesi’nin şeyhi Nazif Dede’yi ziyaret ediyor. Hazretle yaptığı çarpıcı mülakattan sonra rotayı değiştiriyor. Muhalifliği bırakıp muvafıklar zümresine katılıyor.

1854’de Beşiktaş Mevlevihanesi’ne postnişin olarak tayin edilen Nazif Dede vefat edince mevlevihanenin içine defnediliyor. Daha sonra bu mevlevihanenin yerine Çırağan Sarayı inşa ediliyor. Bu sırada Maçka’da bir mevlevihane yapılıp 1869’da açılıyor. Nazif Dede’nin kemikleri oraya naklediliyor. Beş yıl sonra bunun yerine de Maçka Kışlası yapıldığından Bahariye Mevlevihanesi’nin binasına başlanıyor. Merhumun kemikleri bir kere daha çıkarılarak 1877’de tamamlanan bu mevlevihaneye defnediliyor. “Kemiklerin iki defa nakli, garip bir mazhariyettir” diyen İbnülemin, “Dede Efendi şair, zarif, bir merd-i nazif idi” cümlesiyle sözünü bitiriyor.

Kâzım Paşa’nın onun hakkında söylediği dörtlük şöyledir:

Maarif beytine beyt-i şerif-i Mesnevi’den gir

Kemal ehramına o hall-i münif-i maneviden gir

Hakikat yoluna kestirme yoldan vuslat istersen

Tarik-i aşka gel, bâb-ı Nazif’i Mevlevi’den gir

Merhume Sâmiha Ayverdi “Boğaziçinde Tarih” isimli kıymetli eserinde, işte bu Nazif Dede ile ilgili şöyle bir anekdot naklediyor:

“Devir, Şeyh Hasan Nazif Dede Efendi’nin postu işgal ettiği devirdi. O Nazif Efendi ki, yeryüzünde bir hırkası, bir sikkesi olan adamdı. Belki ‘benim’ diyebileceği bir döşeği bile yoktu.

Gecenin ileri saatlerinde ‘Müttekası’na (Mevlevi dervişlerinin ‘erbain’ denilen kırk günlük çile süresinde, yukarı tarafındaki kavisli kısmına çenelerinin altını koyarak, kısaca uyku ihtiyacını giderdikleri ucu sivri alet veya baston) dayanarak uyur uyanık bir halette sabahlamak adeti idi. İşte, günlerden bir gün, saray, dergâhın bahçesindeki bir servinin, manzarayı bozduğu mülahazası ile kestirilmesi için Nazif Efendi’den ricada bulunur. Şeyh Efendi’den padişaha giden cevap şu olur: ‘Bir dergâhın değil ağacını kesmek, bir yaprağını dahi zayi etmekten korkarız. Zât-ı Şâhâne’ye böylece arzediniz.’

Zât-ı Şâhâne’ye arz edilir. Amma ricası kabul edilmeyen padişah kızıp gazaba geleceği yerde, şeyh efendiye son derece kıymetli, mücevherli, yakutlu, zümrütlü, murassa bir cep saati yollar. Bu defa da Nazif Efendi, bu atiyye-i şâhâneyi (padişah hediyesini) havana koyarak tuz buz eder. Ve ‘Biz derviş adamlarız, böyle şeyler kullanmayız!’ diyerek hurda hale getirdiği saati saraya iade eder. Fakat bu muamelekarşısında da yine sarayın sesi çıkmaz ve manevi makamın celadeti karşısında saltanat makamı bir kere daha susar.”

Bundan da anlaşılıyor ki, hakiki saltanat, manevi saltanattır.

Not: Allah, Barış Pınarı Harekâtı’nda, kahraman askerlerimizin yardımcısı olsun.

#Hersekli Arif Hikmet Bey
#Koniçalı Kazım Paşa
#Sâmiha Ayverdi
#Hasan Nazif Dede