|
Avamlaşma, özerklik ve akademik cemaatleşme

Türkiye’de 200’ün üzerinde üniversite var. Halk, çocuğunun üniversiteli olmasını istiyor. Anne- babalar yemeyip içmeyip çocuğunu üniversiteye gönderiyor. Üniversite okuma teveccühü toplumda çok yüksek. Temel beklenti iş ve saygınlık arayışı. Peki üniversitelerimizin muhteviyatı, yönetimi ve çalışma temposu nasıl? Maalesef bu konuda ciddi sıkıntılarımız var. Büyük alt yapılar, beş yıldızlı kampüsler ve ciddi finans desteklerine rağmen hala sürüp gelen kronik sorunlarla boğuşuyoruz.

En büyük sorunlarımızın başında avamlaşma, akademik cemaatleşme ve bilimsel özerklik geliyor. Tüm üniversitelerde takımcılık, hizipçilik ve akademik cemaatleşme devam ediyor. Avamlaşma olgusu, üniversitenin taşralaşmasıdır. Belli bir şehre ya da bölgesinin sınırlarına hapsolmasıdır. Merkez üniversitelerde bile bununla karşılaşıyoruz. Evrensel düşünme, bilgi üretme ve katılma imkânlarından uzaklaşılıyor. İçine çekilen akademik gruplar ve yerelliğin dünyasına kapanan akademik bilinç oluşuyor. Akademik bilincin evrensel bilgi ve araştırma duygusundan ve motivasyonundan kopuşlar yaşanıyor. YÖK, Farabi Programı’nı geliştirerek bunu aşan ve etkileşimi çoğaltan bir yol bulmak istedi. Ancak buna direnen yine taşra üniversiteleri oldu. “Negatif sahiplenme”, avamlaşma olarak tezahür etti.

Akademik cemaatleşme başka önemli bir mesele. Türkiye’nin entelektüel sermayesini temsil eden öğrencileri seçen ve kamudan da en büyük mali payı alan kimi elit üniversiteler, kadroları açısından “akademik cemaati” örnekliyorlar. Burada elit, elitizme dönüşüyor. “Negatif aidiyet” oluşuyor. Akademik cemaatin bir habitusu var. Bu habitus içinde homojen bir dünya görüşü hâkim. Habitus, seküler sol liberal ağırlıklı. Beğeniler, yaşam pratikleri ve dünya görüşleri aynı. Hatta aynı tarz kupalardan aynı marka kahve içerler! Bu beğenilerden oluşan pratik yaşam tarzlarında erimeyen kişileri de akademisyen olarak aralarına almıyorlar. Mesela, Prof. Dr. Mim Kemal Öke gibi Cambridge okuyan, doktora yapan milliyetçi-muhafazakâr bir hoca farklı bir habitusa sahip olduğu için böyle bir üniversiteden dışlandı.

Elitizme saplanan akademisyenlerin özerklik savunuları, evrensel bir üniversite tahayyülünü yansıtmıyor. Çoğulcu, katılımcı, çağına ve toplumuna duyarlı ve politik merkeze karşı (kamuya) görece serbest olan bir üniversite… Oysa elit üniversitelerin özerklik talebi, tamamen “akademik cemaatin” mikro iktidar dünyasına dokunulmama isteği olarak tezahür ediyor. Akademisyenlerin kurduğu mikro iktidar alanın sorgulamasına ve farklı kadrolarla çoğul bir akademik ortamın oluşmasına tepki gösteriliyor. Oysa üniversitenin kamusal çoğulculuğu yansıtması gerekir. Farklı habituslara sahip hocaların beraber çalıştığı bir ortam olmalıdır. Demokratik akademik ortam budur.

Üniversitelerimiz avamlaşma ve akademik cemaatleşme arasında gidip geliyor. Taşralaşma ne kadar berbat bir şeyse, akademik cemaatleşme de o kadar berbattır. Çünkü kamu üniversitesini belli bir dünya görüşünün tekil egemenliği altında tutuyor. Etkileşime kapalı, kendisini üstün, farklı ve ayrıcalıklı gören bir tutum benimseniyor. Özerklik talebiyle ayrıcalıklar korunmak isteniyor. Ülkenin entelektüel sermayesi tekelinde tutuluyor. Onları da kendine dönüştürme çabasında. Batı’ya hayran, toplumunun gerçeklerinden kopuk bir bilinç inşa ediyor. Bilim, Bourdieu’nun kavramıyla ifade edersek, bir habitus içinde yapılır. Fakat çoğul habituslar ve “rasyonel etkileşime” dayalı bir müzakere ortamı yok. Türkiye’nin çoğu üniversiteleri de böyledir. Ne kadar garip ki Türkiye’nin en iyi öğrencilerini alan ve en iyi devlet desteğine sahip üniversitelerinde bu çoğulculuğu göremiyoruz. Tam tersine akademik kadroyu tekil cemaat ve tekil habitus ile dizayn ediyorlar.

Üniversitelerin bilimsel özerkliği önemlidir. Çünkü özgür düşünme, araştırma ve bilgi üretme ancak bununla gerçekleşebilir. Bilimsel özerklik bilime, bilgiye ve bilim adamlarına gösterilen saygıdır. Akademisyenler, memur olmanın ötesinde konumlanırlar. Elbette bu özerklik bir ayrıcalık ve mesuliyetsizlik anlamına gelmez. Kamunun finanse ettiği bir üniversitenin yine kamuya karşı hesap verebilir yönünün de olması gerekir. Bundan dolayı seçim ve kamusal iradenin kararlara katılmasına dayalı eklektik yönetim tarzı ülkemizin gerçekliğine hitap eder. Ayrıca rektörlük seçimleri üzerinde oluşan kavga ve hizipleşmeyi asgari düzeye indirmek için de artık üniversitelerin mali ve eğitim yönleri ayrışmalı. Rektör inşaatların ve ihalelerin peşinde koşan biri olmaktan çıkmalı. Görevleri eğitim, akademi ve kültürel boyutlarla sınırlanmalı. İnşaat, maliye ve ihaleler gibi ekonomik alanlar için de profesyonel bir yönetici atanmalı.

#Avamlaşma
3 yıl önce
Avamlaşma, özerklik ve akademik cemaatleşme
İsrail ordusunun yabancı askerleri
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?