Bağımlılık teorisi, her şeyi büyük güçlere dayanarak açıklar. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkışına da böyle bakar. 1970’lerde gelişen bağımlılık teorisi, bütün hareketleri emperyalizm konseptine yerleştirir. Toplumların kendi iç dinamiklerine, tarihsel anlamlarına ve dini temellerine bakmaz. Bu yaklaşım, çoğunlukla sol entelektüel tarafından benimseniyor. Samir Amin bunların başında gelir. Demokrasiye kof der. Millet de kuklaya dönüşür. Bunun yerine özne olarak küresel güçler öne çıkar. Emperyalizm ve bağımlılık ilişkisi çerçevesinde merkez- küresel güçler, birer “küçük Tanrı”ya dönüşürler. Her şeyi onlar belirliyor. Türkiye’de de Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası çalışmasıyla bu bakışını daha bilimsel kullanan bir bilim adamı. Fakat iş bilimselliğin sınırlarında kalmıyor. Her şey ulu orta emperyalizm ve bağımlılığa dayandırılıyor.
Halbuki bu atılımlar, Arabistan’ın uzantısı olmanın çok ötesinde ekonomik ve demokratik realitelere dayanıyor. Türkiye’de milyonlarca insan faizli bankalarla çalışmak istemiyor. Faizsiz bir model arıyor. Özal da bu arayışı görüyor. Yine bu arayış ile hem yastık altı paralar-altınlar piyasaya dönüyor hem de Arap sermayesinin Türkiye’ye girişi gerçekleşiyor. İslami camiadaki insanlar açısından bundan daha normal bir şey olamaz. Çünkü hem faizli bankalardan ayrı bir alternatife ulaşıyorlar hem de başka Müslümanlarla da ticaret yapma imkânına kavuşuyorlar. Yine Özal döneminde demokratikleşme ile beraber düşünce özgürlüğü artıyor. 141-142-163 maddeleri kalkıyor. Özal, Ankara Harbiye’de yaptığı bir konuşmada Kürt kelimesini kullanıyor. Askerlere sivil siyasetin önceliğini hatırlatıyor. Bu gelişmelerden din de yararlanıyor.
İslami hareketleri emperyalizm ve dış güç uzantısı gören çevreler, zaman zaman “Arabistan’a gitsinler” veya “Türkiye Malezya olmayacak” ifadeleriyle de reflekslerini ortaya koydular. Bu çevreler, İslam toplumlarının yakınlaşmasını ve ortak güce ulaşmasını istemiyorlar. Böyle davranmakla da İslam toplumlarının emperyalizme açık alan haline gelmesine hizmet ediyorlar. Çünkü farkına varmadan emperyalizmin değirmenine de su taşıyorlar. Nitekim Demirel, 28 Şubat döneminde bir yandan başörtülüleri kast ederek “Arabistan’a gitsinler” derken öte yandan da “Biz batının demokrasi ve şampanyasının teminatıyız” gibi ifadeler kullanmıştı.
Ak Parti 28 Şubatın dini ve dindarları dışlayıcı politikalarına karşı, yine demokrasi ve küresel demokrasi çevreleri ile beraber hareket ederek iktidara geldi. Laikçi entelijensiya, bu defa da Erdoğan ABD’nin BOP uzantılarıdır demeye başladı. Yine bu millete ve bu milletin din dinamizmine inanmadı.
Emperyalizm ve bağımlılık teorisi ile İslam’ı açıklayanlar, büyük oranda İslam coğrafyasının özgül dinamiklerini yok sayıyorlar. Toplumlarına inançları yok. Ayrıca psikolojik zihniyetlerinde İslam’ı da bu topraklara yakıştırmıyorlar. Oysa İslam mana ve ehemmiyetiyle en fazla Anadolu’ya yakışıyor! Anadolu da en fazla İslam’a yakışıyor!