|
Futbol direniyor

Nicedir bir fırsatını bulayım da yeni bir futbol yazısı kaleme alayım diye sabırsızlanıp duruyordum. İşte o fırsat çıktı, hem de ne fırsat! Türkiye Avrupa Kupası''nda çeyrek finalde. Bu, hiç kuşkusuz, milli takımımızın tarihindeki en büyük başarısı. Üstelik çok zorlu koşullar altında elde edilmiş bir başarı bu.

Zorlu koşullar! Çünkü bu koşullar başkasına, "öteki"nin varlığına hiç mi hiç gerek duymadan nasıl kendimizi yiyip bitirdiğimizin, nasıl bir "kendini tüketme yetisi" taşıdığımızın parlak bir örneğini oluşturuyor. Çünkü bu koşullar gerçekleri, verileri, olanaklarımızı, potansiyelimizi tanıyıp ona uygun bir "inanç" beslemek konusunda ne kadar büyük zaaflar taşıdığımızı, nasıl da yanardöner bir ruh haletine sahip olduğumuzu kanıtlıyor.

Anımsarsanız, Galatasaray''ın UEFA Kupası''nı kazanmasından sonra "olabildiğince çok sayıda" futbol yazısı kaleme almıştım. Bunlardan birinde iki yıl öncesine ait şu birkaç tümceyi aktarmış: "Ben her zaman Türkiye''nin iç ve dış siyaset performansıyla milli takım ve kulüplerimizin performansı arasında doğrudan bir ilişki olduğuna inananlar arasındayım. Siz de inanın; onlar kazanırsa Türkiye de bir şeyler kazanacak," ve eklemiştim: "Bunu artık tanıtlanmış bir sav sayıyorum."

İtalya maçından bu yana yaşadıklarımız bana "tanıtlanmış savlar"a büyük bir kuşkuculukla yaklaşmak gerektiğini anımsattı: "İnanmak" bize zor geliyor. Mustafa Denizli''ye ve milli futbolcularımıza yönelik eleştiriler öyle bir noktaya ulaştı ki bendeniz "aslında neyin beklentisi içinde olduğumuzu" anlayamaz hale geldim. Biz öyle bir takım istiyoruz ki hiç taktik ve stratejik zaafa düşmesin, hiç pas hatası yapmasın, hep yetkin bir futbol oynasın, her pozisyonu gole çevirsin, başındaki teknik direktör dünyanın en büyük dehası olsun ve bu deha aklımıza gelip de söylediğimiz herşeye kulak verecek kadar alçakgönüllü ve bilge olsun! Bu ne saçmalıktır böyle! İnanın (!) abartmıyorum; son bir haftadır spor sayfalarında yazılıp çizilen onca şeyden yalnızca bu çıkıyor.

Oysa "derin gerçek" başka bir yerde: BİZ ARTIK BAZI ŞEYLERİ BAŞARACAK BİR POTANSİYELE SAHİBİZ! İtalya maçından bu yana Denizli''yi ve futbolcularımızı topa tutanlara sesleniyorum: Lütfen bir 15 yıl önceye gidin ve kendinize "Biz o zaman da bu potansiyele sahip miydik?" diye sorun. Yanıt belli: Hayır, değildik! O an dünyanın en şanslı takımı da olsak, bütün fırsatları akıl almaz biçimde kullanabilmiş de olsak, o potansiyelden yoksunduk ve tökezlerdik. Gelgelelim, 1982 Dünya Kupası''nda grup maçlarından üç beraberlikle çıkan ve herkesin "Bu ne biçim takım böyle! Dökülüyor bunlar!" dediği İtalya aynı dönemde o potansiyele sahipti ve sonuçta Dünya Kupası''na erişti.

Gerçek gün gibi ortada: Artık biz de bu potansiyele sahibiz. Hiç değilse, Mustafa Denizli ve Fatih Terim gibi hocalarımızın "teknik birikimleri"ne (illa güven beslemek değil, ama) saygı duymak gerekiyor. Denizli''nin "sistem anlayışı"nı beğenmemek ve eleştirmek başka şey, "Bu ne biçim kafa! Değiştirin bu kafayı!" diye bağırmak başka şey. Önümüzdeki on yıllarda Terim ve Denizli gibi nice ad yetiştireceğimizin ayırdında değiliz anlaşılan.

Milli takım, bundan sonra, Portekiz''e elenebilir de, finale çıkıp kupayı alabilir de! Önemli olan nasıl bir "potansiyel" taşıdığını kanıtlamış olmasıdır. Peki biz buna inanıyor muyuz? Türkiye''nin "büyük ülke" olduğuna, son iki yıldır uluslararası düzlemde nice işler başardığına ne kadar inanıyorsak o kadar! Ey eleştirmenler topluluğu, kalemlerinizin ucunu sivriltin! Hey çocuklar, sakın yenilmeyin!

24 yıl önce
Futbol direniyor
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı