|
Dünyanın kırıldığım yeri

Dün bir arkadaşım hatırlattı. Halden anlar birine “insanların akıllı olup olmadığını nereden anlarsın?” diye sormuşlar. O da “konuşmasından” diye cevap vermiş. Tekrar sormuşlar: “Ya hiç konuşmazsa?” Tekrar cevap vermiş: “O kadar akıllısına rastlamadım henüz.”

“Bak bunu sadece sana anlatıyorum, tamamen aramızda kalsın” diye başlayan konuşmalar, verilen sırlar bilirim. Sonra o sırları bir başkasından, sonra bir başkasından, sonra bir başkasından çokça dinlemişliğim vardır. Zira “demirin tucuna, adamın picine” kaldığımız bir çağ burası. Sırrını, derdini, içinin sıkıntısını sıkıntısızca, zahmetsizce önüne koyabileceğin birini arar da bulamazsın. Öylece kalakalırsın çöl ayazında kalmış gelincik gibi. Dayan bakalım dayanabilirsen.

Dayanamazsın. Yaşamak, atılı bir suç gibi kalır üzerinde. Anlatamazsın çünkü. Dilini eline alıp sokaklarda bağıra çağıra anlatmak, derdini ummana dökmek istersin de susmaların en kavisi, sessizliklerin en çığlıklısı düşer payına. Anlatamazsın ve atlamamasın kolaylıkla. Tütün de yetişmez olur imdada. Hayır, onu bozmamışlardır. Ağzının tadıdır bozulan.

Bozulmasın ne yapsın? Hayal kırıklıklarıyla dolu bir ormanda yürürken bulmuşsundur çünkü kendini. Çiçek sandığın meğer zehir saklarmış içinde. Bal sandığın ağu imiş, ahu sandığın canavar. Dişlerini görmemekmiş üstelik en büyük hatan. Yok, öyle değil. Dişlerini görmüşsündür aslında da etinden bir parça koparabileceğini konduramamışsındır ona. Yok, yine öyle değil. Etinden kopardığı parçaları hissetmemişsindir. Yok, vallahi yine öyle değil. Etinden parçalar koparmıştır ama hayra yahut yanlışlığa yormuşsundur her seferinde.

Yorulmuşsundur. Bin yıldan uzun sürmüştür yorgunluğun, bir geceden kısa. Sonunda kafanı duvarlara çarpa çarpa “yorgunluğumdan başka nedir ki taşıyacağım” cümlesine yar olmuşsundur. Yükünü hafifletmek için yanına yaklaşan herkese “demek ki yeni yükler yüklemek için geldi yanıma” diye bakar olmuşsundur. Güvenmek istersin aslında bir an, amma ki insana, o kıyıcıya, o zalime nasıl güvenebilirsin ki?

Güvenemezsin. “Güvenmemelisin” demiyorum, haşa. Güvenemezsin. Sana zorla, beynine onluk bir inşaat çivisini çakar gibi öğretir insanlar “bana güven olmaz” cümlesini. Payına ne düşer peki? Payına geçmeyen bir karıncalanma, bitmeyen bir kırgınlık düşer.

Kırılırsın. Sonra unutursun hatta neye kırıldığını ama o kırgınlık geçmez, geçebilemez. Geçsin istersin. Geçebilsin istersin. “Çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri” bir salıncak dilersin bütün salıncakların sahibinden. Amma ki geçmez. Çakıda pas, alında çatkı gibi kalır seninle bütün kırgınlıkların. Bütün hayal kırıklıkların kalır, bütün anlaşılmamışlıkların.

Anlamamışlardır da o yüzden arar sorarlar seni mesela. “Neyin var kuzum?” derler. “Sana ne oldu, niye yaptın bunu?” derler. İç çekerek şöyle dersin. “Bir şey olduğu yok. Dünyaydı sadece. Onunla kavga etmeyi bıraktım da ona ağlıyorum. Aslında ona da ağlamıyorum. Gözüme toz kaçtı sadece. Ayağım tökezledi. Birazdan kalkarım tekrar. O görmeyi hep arzu ettiğiniz sorunsuz, sesini çıkarmayan adam olurum. Siz hiç merak etmeyin.”

Merak etmezler zaten. Kimsenin kimseyi gerçekten merak etmediği bir zamana geldik dayandık. Kimse kimseyi merak etmez.

Ben mi? Kendimi mi?

Kendimi merak etmekten çok uzun zaman önce vazgeçtim. Arada bir kurcalıyorum kendimi, doğrudur. Fakat “bozarım” diye korkarak bırakıyorum çabucak. “Zaten bozulmuş bir şeyi daha ne kadar bozabilirim” diye düşündüğümden de olabilir tabii. Ama bunu size itiraf etmeye niyetim yok. Hem itiraf etsem ne olacak ki?

“Yine güzel yazmışsın” deyin siz iyisi mi. Ben anlarım anlayacağımı.

#Demir
#Salıncak
#Çakı
4 years ago
Dünyanın kırıldığım yeri
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler