|
Çalınan "sivil toplum"

Her ülkede, anayasa ve yasaların izin verdiği sınırlar içinde gelişen ve siyasi otoriteden görece bağımsız olan sivil bir alan vardır. Toplum üzerindeki baskı ve kontrolün azalması, daha az yöneten, özel hayata daha az müdahale eden, insan haklarına saygılı bir siyasi rejimin kurulabilmesi için, "sivil toplum" adı verilen bu alanın güçlenerek devlet karşısında özerkleşmesi gerekir.

Siyasi kurumların ve bürokratik kademelerin dışında oluşan "sivil toplum", sosyal yasalara uygun olarak gelişir ve varlığını kendi imkanlarıyle sürdürür. Kendiliğinden üretilen inançlar, değerler, ahlak, kültür, özel hayat, özel teşebbüs, vakıflar, dernekler, kulüpler, sendikalar, meslek odaları, tarikatlar ve yerel yönetimler "sivil toplum kuruluşları"dır. Yasaların belirlediği sınırlar içerisinde, fakat resmi devlet organizasyonu dışında gelişip faaliyet gösteren bu kuruluşlar güçlendikçe, siyasi rejim demokratikleşir.

Gramsci''ye göre, "devletin ideolojik ve bürokratik hegemonyasına karşı halkın kendi iradesiyle oluşturduğu alternatif bir toplumsal örgütlenme" olan sivil toplum örgütleri, kapitalist toplumun ve burjuva kültürünün ürünüdür. Günümüzün en önemli sivil toplum örgütü olan belediyeler, komünler, il yönetimleri ve meslek teşekkülleri Batı''da 18. yüzyıldan sonra merkezi siyasi otoriteden ayrılarak özerk nitelikler kazanmıştır.

Batı''da önceleri kiliseye, daha sonra da devlete karşı verilen mücadelelerle, siyasi otoritenin kişi hayatı üzerindeki baskıları azaldıkça, sivil toplum güçlendi. Aydınlar da sivil toplumun güçlenmesi yönünde verilen mücadelenin öncülüğünü yaptı.

Türkiye''de Batılılaşma''nın derecesini tayin eden devlet, sivilleşmenin alanını ve gücünü de kendisi tayin etti. Devletin bir tür ajanı olan aydınların ise, siyasi otoritenin kararlarına karşı gelmesi mümkün değildi. Bu nedenle Batılılaşma sürecinde, etkili bir sivilleşme olmadı. Osmanlı''dan kalan sınırlı sayıdaki sivil toplum örgütü bile, "devlet-millet bütünleşmesi" gerekçesiyle devletin bünyesinde eritildi.

Türkiye''de ilk olarak çok partili dönemde, serbestiyet, demokrasi, hürriyet kavramlarının arkasına sığınılarak, dolaylı yoldan sivil talepler dile getirildi. Ancak bu talepler çok zayıf olduğundan, iktidar çevrelerinin kaşını çatmasıyla bir anda yok oldu. Doğrudan "sivilleşme" talepleri ise, ilk olarak 12 Eylül müdahalesinin ardından gündeme geldi. Darbelerin ve ara rejim düzenlemelerinin tartışıldığı 1980''li yıllarda, özellikle yasaklı siyasetçilerin cesur açıklamalarıyle sivilleşme geniş boyutlarda tartışılmaya başlandı.

Günlük dildeki en yaygın kullanımiyle "sivil", resmî kıyafet giyinmeyen ve askerlikle ilişkisi olmayan anlamına geldiğinden, "sivilleşme" de öncelikle kelimenin dar anlamında kullanıldı. Başta Süleyman Demirel olmak üzere, siyasetin askeri müdahaleden arındırılmasını savunan siyasetçi ve aydınlar, sivilleşmeyi vurguladılar. O günlerde Turgut ÖZAL''ın yüksek sesle dillendirdiği liberal politikalar da sivil toplumun daha geniş çevrelerce benimsenmesini ve gerçek anlamına yaklaşan çerçevede tartışılmasını sağladı.

1985''lerden itibaren, yaklaşık on yıl süreyle, liberalizm, hukuk devleti, demokratikleşme ve insan haklarına dayalı bir yönetimin gereği olarak "sivil toplum" gündemde kaldı. Belki uygulamada fazla yol alınamadı. Ama bu alanda önemli bilgi birikimi sağlandı. Ancak 28 Şubat sürecinde, tartışmalar bile aniden kesildi. Sivil toplum, buharlaşarak gündemden çıktı. Günün modasına uyarak "sivil toplumcu" olan resmi aydınlar, vicdanlarının sesini dinleyerek tekrar devletin kolları altındaki güvenli bölgeye sığındılar.

28 Şubat sürecinde inisiyatifi ele geçiren anlayış, yıllardan beri binbir güçlükle beslenip büyütülen sivil gelişmelerin belini kıracak radikal önlemleri uygulamaya koydu. Sivil toplumu devlet içinde eritmeye yönelik düzenlemelerle, temel hak ve özgürlükler sınırlandı. Resmî anlayış dışındaki toplumsal gelişmelere izin vermeyen totaliter zihniyet, ekonomi, kültür, eğitim ve din alanındaki sivil oluşumları ya resmîleştirdi ya da yok etti. Sivilleşmeye karşı böylesine katı olunan bir dönemde, sivil toplum-devlet ilişkileri üzerine samimi olarak dirsek çürütenler de "sivil toplum"u unuttular.

Oysa, toplumun bünyesinde beliren hak ve istekler, politik iktidar karşısında güçlenerek otonomi kazanmadıkça demokrasi gerçekleşmez. Uygulanan her türlü baskı ve sindirmeye rağmen, Türk halkı, devletin bünyesinde eritilen sivil kurumları yeniden üretebildiğine göre, demokratikleşme şansı var demektir. Bu ağır şartlarda direnen halkın, aydınların desteğine daha fazla ihtiyacı vardır.

Sevgili Kürşat Bumin "yanlış anlaşılabilirim korkusuyla(!), yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasına ve sivil toplumu çalmasına" göz yumamazsınız. Üstelik hırsız artık kavramları değil, hayatın bizzat kendisini çalıyor.

Gerçek anlamda sivil toplum kuruluşları güçlenmediği sürece, devlet tek yönlü olarak toplumu belirlemeyi, merkezi idare yerel yönetimleri ezmeyi, bürokrasi vatandaşa olmadık engeller çıkarmayı, atanmışlar seçilmişlerden hesap sormayı, devlet kendisini kurtarıcı görmeyi ve kişi özgürlüklerini dilediği gibi sınırlamayı sürdürür.

Konunun uzmanı değilim. Benimki sadece bir hatırlatma. Sürçi lisan ettimse affola.


25 yıl önce
Çalınan "sivil toplum"
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle