|
Bırak şu burjuva âdetlerini…
Türkiye’nin, meselâ bir İsveç’de olduğu kadar bir hukuk devleti olamamasından; demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin icâbatını yerine getirememesinden şikâyet eden “entelektüel” kesimlerin söylemini son zamanlarda biraz daha dikkâtli tâkip ediyorum. Günümüzün “hi-tech” iletişim imkânlarını kullanarak, ZOOM üzerinden yapılan ve daha sonra Youtube’a yüklenen programlardan bahsediyorum.. Yurt dışından, minimalist zevklerle döşenmiş evlerinin bir köşesinden bağlanan
some thirties - some fourties
olanlar bilhassa alâkamı çekiyor. “Orada” olmanın vermenin avantajları kullanarak daha rahat konuşuyorlar. Merak etmeyiniz; onların “satılmışlığı” gibi ucuz bir edebiyat üzerinden ilerlemeyecek bu yazı. Onların mimiklerine, jestlerine kadar sirâyet eden kültürel duygu durumlarına bir bakmak istiyorum.
Bu insanların orta sınıf âilelerden geldikleri hemen belli oluyor. Genellikle Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerin SOC, IR, POL,HIS gibi kısaltmalarla anılan bölümlerinden mezûn olup, ABD, Kanada gibi yerlerde doktora yapanlar hemen temâyüz ediyor. Gâyet düzgün ve akıcı bir İstanbul Türkçesi kullanıyorlar. Konuşmalarına yer yer karışan İngilizce veyâ daha az olmak üzere Fransızca terimler, hafif tertip aksan kırılmaları ise bu konuşmaların kremalarını oluşturuyor. Ülkenin
demokratları, ilericileri
tabelâsını taşıyan
siyâsal dolmuş minübüsünün
yolcuları onlar. Entelektüel bagajları “liberâl sol” literatürün baba figürlerinin jargonları, kavramlarıyla tıka basa yüklü.
Aydınlanmanın tamamlanması
gibi evrensel bir misyonun başarılmasında kendi hisselerine düşeni yapmak gibi bir “sorumluluk ahlâkından” hareket ettikleri havasındalar..
Evrensellik istasyonundan yayın yapmak
onları târihsel çevrelerinin dışında ayrıcalıklı bir yere taşıyor. Eee, özgürlük biraz da târihin ağırlığından kurtulmak değil midir? Özgürlüğün târihselleştiği bâzı adacıklar da vardır.. Onlar da zâten oradadırlar.. Sorsak, muhtemelen bu yayınlar aracılığıyla k
amuoyu oluşturmak
gibi bir amaçları olduğunu söyleyeceklerdir. Ama bu,
insanları kazanmak,
eski solun yaptığı gibi
bilinçlendirmek
iddiası gibi bir şey değil. Zâten yeni solun babalarının
popülizmi bir çocukluk hastalığı
olarak geride bıraktıklarını ilân etmelerinin üzerinden hayli zaman geçti. Çok mühim bulduğum kırılma şurada: Onlar insandan,
insanın veri ölçülerinden değil, insana yakışacağını düşündükleri bir elbisenin mükemmel ölçülerinden” hareket ediyorlar. Artizanâl değil, endüstriyel düşünüyorlar.
Terzilikten hoşlanmıyorlar. Zahmetli geliyor bu iş.. Bir elbiseyi bedene uyumlulaştırmak, bedenden hareketle elbise dikmek, o bedeni tanımayı, onunla hemhâl olmayı icâb ettiriyor. Zor iş bu..
Narodnik kafalı eskiler
bu yolu denemişlerdi. Bedenle uyumlulaşmaya çalışmış, ama
orta sınıf entelektüel fazlalıkları
yüzünden becerememişlerdi bu işi. Bunun acısını da kendi bedenlerini ve hayatlarını horlayarak çıkarmışlardı. Kötü, beceriksiz terzilerdi onlar. Dramatik olarak bir öz nefretle sonlanan, dikiş takımlarını kırıp döken bir tecrübeydi bu. Kendi bedenlerini horlayan, zevk dünyâlarına kategorik olarak saldıran,
nekrofilyanlık
raddesindeki bir öz nefretti… Yıkanmamak, saç sakal bırakmak, en kötü sigaraları içmek, sağa sola “bırak bu burjuva âdetlerini” diye saldırmak, kısaca
devrimci ahlâk
bu başarısızlıkların göstergesiydi. Becerilemeyen bir terzilik,toptan bu zenaatın terk edilmesiyle neticelendi. Şimdikiler
konfeksiyonun
rahatlığına gömülmüş durumdalar. Elbise bedenden bağımsızlaşmış, belirleyici olmuştu.
Fikirlerin fetişizmi
değil de nedir bu? Beden elbiseye uyacaktır, elbise bedene değil. Değilse, konfeksiyonun mükemmel ölçüleri karşısındaki kusurları yüzüne yüzüne söylenecek, dükkânın dışına atılacaktır.
Kamuoyu oluşturmak
köşeli, soğuk bir ifâde. Olsa olsa bedenlerin, elbiseyi kabûl etmeye zorlanması.. Bedeni elbiseye uydurmak için uğraş dur.. Ama bu arkadaş ve kardeşlerimiz gidişâtın buna hizmet etmediğinin de farkındalar. Zülf-ü yâre dokundukça bırakın
toplumsalda tınlamayı,
biraz daha dışlanacaklarını ve yalnız kalacaklarını, seslerinin ve söylediklerinin kendilerine döneceğini bilecek kadar zekidirler. Ama bunu yapmaktan da ayrıca derin ve gizli bir zevk aldıklarını düşünüyorum.. O
kaba topluluklar
kendilerine kızıp tepki gösterdikçe, hele hele bu tepkiler şiddet boyutuna vardığında mazoşistik bir zevk aldıklarını hissediyorum.. Aslında hepi topu istenen, sık tekrarlara dayanan, zaman içinde bağımlılık
yaratan dramatik ve epik bir mâceradır. Her epik durumun mazoşizmden beslenen gizli ve tuhaf bir haz dünyâsı
olduğunu düşünürüm…Bedenin tekmil kusurlarının ortaya çıktığı, elbisenin ise mükemmel ölçülerinin korunduğu bir kesin andır bu.. Nihâyetinde elbise, üstlerine oturan yakışıklı, güzel mankenlere kalacaktır. Bu podyumda tabiî ki, ölçüleri kuran sarışınlar, mâvi gözlülerdir asıl mankenler.. Ama sarılar, siyahlar da karınca kararınca buna renk katarlar..
Fikircilik yeni orta sınıfların, soylulaşmasını
tamamlayan esaslı tutkularından birisi.
Toplumsal bedenlerle yegâne alâkası, folklorik güzellemelerle kendilerine acıma nesneleri bulmasıdır.
Uzaktan gözlerine kestirdikleri
plastik bedenlerdir
bunlar.. Nevizâde’de, Boğaz’daki bir âlemde, alkolün zihinleri gevşettiği bir anda, patlatılan bir Alevî türküsü, veyâ Kürtçe bir gazelde, Versace kıyafetlere iliştirilmiş bir poşuyla çekilen halaylarda bu plastiklik, bir organiklik yanılsamasıyla aşılır.. Hepsi bu…

Bedenler kovulduğunda fikirler kalır.. Eğer elbise kazâra beden tarafından ele geçirilirse, potlar, olmamışlıklar sıralanır. Hiçbir elbise mankenler üzerinde durduğu gibi durmaz ki..Modacılar postmodern müşkilpesent aristokratlar değil midir?

Ah benim güzel orta sınıflarım, ne kadar severiz hep
uçta
olmayı..Olmayacak olanları.. Her şeyi yokuşa vurmayı.. Hep yalnız kalmayı.. Sonra da
yalnızlar, aykırılar
cemaatinin
mahrem ayinlerinde
kahır kahır kahırlanmayı, mız mız mızlanmayı…
#Türkiye
#İsveç
#ZOOM
#Bilkent
#ODTÜ
2 yıl önce
Bırak şu burjuva âdetlerini…
Tarihimizde önemli bir tartışma!
Barometre kullanma yolları
Arafat eşcinsel miydi?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!