|
Akif ve İstiklal Marşı
Bugün İstiklal Marşı’mızın büyük şairi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden sürekliliğiyle İslam davasının da büyük adamı ve mütefekkiri
Mehmet Akif Ersoy
’un vefatının 85. yıldönümü. Malum, İstiklal Marşı’mızın da kabulünün 100. yıldönümü olması dolayısıyla 2021 yılı Cumhurbaşkanlığı tarafından İstiklal Marşı ve Akif Yılı ilan edildi. Bu münasebetle hem İstiklal Marşı’nı hem de Akif’i anlamak için bu yıl vesile kılındı ve birçok etkinlik gerçekleştirildi.
İstiklal Marşı
hiç kuşkusuz Türkiye’nin İngiliz, Yunan, Fransız, Rus ve İtalyan işgal güçlerine karşı vermiş olduğu Milli Mücadele hareketinin gayesini, anlamını ve altındaki felsefeyi ortaya koyan şairane bir ifadedir.
Millî Mücadele hareketinin manifestosudur. Bu harekete katılanların kendi aralarında neyi hedeflediklerin ve nasıl bir dünya inşa etmek istediklerine dair bir ahitnamedir.
Şu veya bu kula değil sadece
“Hakk’a tapan” ve asla başka kimseye tapmamakta kararlı bir milletin hakkı olan bir istiklal hedeflenmiştir
ve bu şiirle bu ahitname 1. Mecliste ayakta alkışlanarak ikrar edilmiştir.
Ne herhangi bir ülkenin mandacılığına ne herhangi bir insanın tanrılaşarak, Hakk’ın razı olmayacağı hiçbir düzenin tesisine yer vermeyen bir ahitnamedir bu.
Akif Yılı münasebetiyle Akif’i anlamaya buradan başlamak lazım.
Bu münasebetle
Baran Mayda
’nın yapımcılığında ve
Sadullah Şentürk
’ün yönetmenliğinde yapılan, benim de konsept danışmanlığını yaptığı Akif filmi halen vizyonda. Akif’i
Yavuz Bingöl
, Mustafa Kemal’i
Fikret Kuşkan
oynuyor.
Bu filmin en önemli konsept noktalarından birisi, bu toplumsal sözleşmenin yapıldığı bir yıla odaklanmış, yani İstiklal Marşı’nın yazılmış olduğu o bir yıla odaklanmış olması.
Ne öncesine ne sonrasına değil. Bu sözleşmeyi ikrar etmiş olan heyeti içtimaiyenin bileşenleri öncesinde birbirleriyle türlü ihtilaflara sahiptir. Aynı heyet sonrasında da türlü ihtilaflara girmiş oldu.
Aslında aralarında hakemlik yapacak, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek olan referans metin İstiklal Marşı’dır.
Film o yüzden bu referans metnin oluşum bağlamıyla kendini sınırladı.
Akif’in İngiliz İşgali altındaki Payitaht’tan Anadolu’ya geçişi ve burada bu esnada verilen mücadelenin sıkıntılarına, dramasına, tarihsel ve manevi bağlamına odaklandı.
Bu esnada Mustafa Kemal ile Millî Mücadele’yi yürüten silah arkadaşları arasında tartışmalar olsa da ciddi bir ihtilaf yoktur.
İşgal altında hür iradesiyle hareket etme imkanına sahip olmayan saltanatın Millî Mücadele’ye karşı yürüttüğü siyaset ve kavga önemli bir yer tutmaktadır, ama Payitaht’ın etkisi altındaki Anadolu’yu ikna etmek için
Mehmet Akif, Hüseyin Avni belki Said Nursi ve benzeri dini kanaat önderlerinin çok önemli bir rolü olmuştur. Bizzat Mustafa Kemal’in Mehmet Akif’e “Savaş sadece cephede kazanılmaz, bunun bir de manevi boyutu vardır”
deyişi çok meşhurdur ki Akif camiden camiye, meydandan meydana koşup insanları dini gerekçelerle işgale karşı koymaya motive ediyordu. Yine bizzat Mustafa Kemal’in bu esnada halkı motive ettiği gerekçeler İslam’ın mukaddesatının, İslam vatanının ve Müslümanların, hatta hilafetin salahından başkası değildir. Bu esaslar İstiklal Marşı ile üzerinde ittifak edilmiş Milli Mücadele’nin gerekçeleridir.
Akif filminde Mustafa Kemal’in daha fazla önde olması ile ilgili eleştiriler bu açıdan çok önemli değil.
Belki filmin ve aktörlerin performansının da etkisi vardır ama unutmamak gerekir k
i bu bir yıllık dönemde Mehmet Akif ile Mustafa Kemal yol ve dava arkadaşıdır ve adı adlınca konulmuş aynı davaya hizmet etmektedirler. Mustafa Kemal Millî Mücadele yıllarında söylem ve algı itibariyle sonuna kadar İslamcıdır, sonrasında ne olduğu, neden öyle olduğu apayrı bir konudur ve ayrıca tartışılır elbet.
Önemli olan bugün Millî Mücadele’ye dayanan millet olma vasfımızın temel referansını ve bu referansa dayalı ortamı hatırlamak, hatırlatmak ve ona müracaat etmektir. Bu referans alanı sonradan milletçe neyi nerede kaybettiğimizi de bize anlatacaktır.
İstiklal Marşı on kıtasıyla birlikte Akif’in cephede yürütülen kavganın arkaplanındaki ruhu, anlamı en iyi yansıtan metindir.
Kurtuluş sadece bedenen ölmekten kurtuluş değil, aynı zamanda bu ülkenin insanlarının temsil ettiği davanın bütün boyutlarıyla birlikte insanlığı ihya edecek ışığının söndürülmemesidir. Bu ülkenin hayatiyeti eğer dünyanın mazlumlarına bu ışığı göstermiyorsa, aydınlatmıyorsa kurtuluştan söz etmek de mümkün olmaz.
Bugün Türkiye’nin bir zamandan sonra medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın boğmaya çalıştığı mazlum milletlerin ufkunu aydınlatacak noktaya gelmiş olması da İstiklal Marşı’nın hikayesine dahildir.
Mehmet Akif
ve onun temsil ettiği zihniyetin Millî Mücadele başarıldıktan kısa süre sonra tasfiye edildiği ve kendilerine iyice daraltılan hayata dayanamayıp ya idam edildiği ya evlerine kapandığı veya Akif gibi ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı malumdur. Bugün bu hikâyeyi tersine çevirip Akif gibi
“muhafazakarların veya İslamcıların Milli Mücadele’ye katılmamış olduğu”
şeklinde sunmak tam da bu süreçte bir emrivakiyle gerçekleştirilmiş
abra kadabra imhacı-tasfiyecilik arzusunun hala bitmediğini gösteriyor.
Tarihi yazmayı ve uydurmayı tarih yapmaktan, İstiklal Marşı yazmaktan kurnazca daha kârlı gören bu anlayışı irdelemeye devam edelim.
Ama öncesinde Merhum Akif’e Allah’tan rahmet dileyelim. Akif filminde emeği geçen yönetmeninden aktörlerine ve yapımcısına herkesi tebrik eder, başta gençler olmak üzere geniş bir izleyiciyle buluşmasını dilerim.
#İstiklal Marşı
#Mehmet Akif Ersoy
#Türkiye
2 yıl önce
Akif ve İstiklal Marşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset