|
Baykal"ın masum komutanı ve Doğan"ın fişleme özlemi

Aşırı zorlandığında, hele retoriğin peşine takıldığında, akıl insana tuhaf ve basit tuzaklar kuruyor. Galiba tam da bir Yunan atasözünün dediği gibi bir durum çıkıyor karşımıza: "Tanrı zeki insanları aptalca şeylerle saptırır".

Zekâsından ve etkileyici olmasa da hiç aksamayan hitabet yeteneğinden kuşku duyulamayacak olan Deniz Baykal''ın Erzurum savcılarının yetkilerini elinden alan HSYK üyelerine sahip çıkmak üzere başvurduğu akıl onu iyiden iyiye şaşırtmış görünüyor. Görevlerinin başındaki savcıları hiçbir hakları olmadığı halde görevlerinden alan HSYK''nın bu tasarrufunda ne kadar haklı olduğunu ispata çalışırken sözkonusu savcıların 3. Ordu komutanına şüpheli muamelesi çekmelerini affedilmez bir kural ihlali olarak sunuyor.

"Türkiye''nin üç ordusu var, bunluardan biri de 3. Ordu… Büyük bir coğrafyayı, savunmasını, egemenliğini, hukukunu Türkiye adına orada üstün tutacak ordusunun başındaki kişi. Şimdi bu kişiye diyorlar ki "sen şüphelisin". 3. Ordu komutanına şüphelisin deniyorsa bizim huzurlu olmamıza imkan var mı?"

Şimdi bu akıldan herhangi bir hukuk ilkesi çıkarılabilir mi? Yıllardır siyasetteki tek vaadini, tek mesajını "dokunulmazlıkları kaldırmak" olarak tespit etmiş olan Baykal''ın yarım yamalak bir dram içinde kurduğu bu retorik bize ne demiş oluyor, farkında mısınız? Burada bazı insanlara, bırakınız dokunulmaz bir statü tanımak, ancak dinsel dünyaya ait bir hatadan ve suçtan "masumiyet" atfettiği çok açık değil mi?

Demek ki, bazı insanlar 3. Ordunun başında iseler asla hata yapmazlar. Neden yapmazlar ki? Herhalde bulundukları makam gereği yaptıkları şeyin zaten kendiliğinden kural haline geldiği düşünülüyor. Bazı insanların bulundukları makamlar dolayısıyla yaptıkları şey yanlış bile olsa, onun hemen bir norm haline geldiği düşünülüyor.

Hıristiyan teolojisinden etkilenen sağ siyaset felsefesinin tipik muhafazakâr tavrıdır bu ve nedense bunu Baykal''ın ağzından duyuyor olmak hiç de şaşırtıcı gelmiyor. CHP''nin temsil ettiği siyaset epey zamandır kendine özgü bir teolojinin diliyle konuşuyor çünkü. Hıristiyan siyaset felsefesinde belli siyasal makamların kendiliğinden bir masumiyeti vardır. Zulmetseler de, bazı ilkelerden sapsalar da onlara itiraz edilmez, çünkü onların o makama gelmiş olması tanrısal iradenin takdiri iledir.

Oysa hem masumiyet inancı insan gerçeğine aykırıdır hem de CHP''liler bu masumiyeti Hıristiyanlar kadar bile tutarlı kullanmıyorlar. Örneğin milletvekilleri de bir şekilde milletin güvenerek seçtiği temsilcilerden oluşuyor ama Baykal onlar için böyle bir masumiyeti uygun görmüyor, onun yerine kendi seçtiği ve bilhassa atanmışlardan oluşan kesimlere bu masumiyeti atfediyor. Bu ülkenin sadece bir kısmının güvenliğinin emanet edildiği bir ordu komutanının hatadan masum olabileceğine inanmamızı bekliyor, ama bütün orduların başkomutanı ve milletin de cumhurbaşkanı veya başbakanı olan kişiye aynı masumiyeti tanımayı aklının ucundan bile geçirmiyor.

Nedense Baykal''ın masumiyet konumu yakıştırdığı insanlar adam gibi işletilen bir hukuk mekanizmasına en kolay yakalanabilen ve böylece soluğu Silivri''de alanlardan oluşuyor. Çünkü bütün siyasal teolojiler gibi Baykal''ın masumları da özel bir kesimden oluşuyor. Kendi mensup olduğu siyasetçi kesiminden esirgediği masumiyeti mensubu olmadığı sosyal zümreler adına talep etmesi ancak başka bir mensubiyet bağı sayesinde mümkün olabiliyor.

* * *

Başka bir akla zarar teolojik dilin örneğini AK Parti milletvekili Avni Doğan''ın ifadeleri sergilendi. "Birazcık tökezlersek bu Ergenekoncular falan çok kötü intikam alır. Bu memlekette kim başı örtülü, kim namaz kılıyor ve oruç tutuyorsa hepsini fişlemişler. Şimdi biz onları fişliyoruz" şeklindeki sözleri kameraya yansıdı Doğan''ın.

Bu sözler, devam etmekte olan Ergenekon davasının meşruiyetine gölge düşürecek türden ve hem üslup olarak son derece çirkin hem de kesinlikle bu davanın dayandığı siyaset felsefesinin çok gerisinde ifadeler.

Ergenekon davasının hedefi bir tür rövanş ve misilleme olamaz. Bugün Ergenekon davası veya soruşturması birilerinden hesap sorma veya bir devr-i sabıkla mücadeleden çok önce, hâlen fiilen devam etmekte olan bir darbe kültürünün, namütenahi darbe teşebbüslerinin bir şekilde durdurulması mücadelesidir. Baksanıza, bugün ortaya çıkarılan girişimler beş-on yıl önceki hatta 28 Şubat döneminin değil, taptaze 2009 hatta 2010 model darbe girişimleridir.

Şu anda Ergenekon davası ile hedeflenen bir adalet bile uzak bir ihtimaldir; darbe heveslerinin yok edilmesi gibi mütevazi bir hedef şu anda bu davanın en gerçekçi vizyonudur. Bu vizyonun içinde kendine uygun özlemlere yer bulanlar olabilir ama bir AK Parti milletvekilinin bu özlemi taşımaya veya bu şekilde ifade etmeye hakkı yoktur. Bu davanın nihai vizyonu adalettir, ama adaletin içine katışmış bir rövanş duygusu bile adaletin en büyük düşmanıdır.

Doğan, sözlerinde "fişleme"den kast ettiği şeyin "deşifre etmek" olduğunu söyleyerek kendini savunmuşsa da bu sözler halihazırda Türkiye''nin hukuk devleti olma mücadelesinden yana beslenen umutlara zarar vermiştir.

14 yıl önce
Baykal"ın masum komutanı ve Doğan"ın fişleme özlemi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı