|
Dış siyasette duygusallık

Hep söyleriz ya: devletlerin dostları olmaz, çıkarları ve zararları ekseninde ittifakları veya çatışmaları olur. Dostluk duygusal bir ilişki gerektirir, bazen çıkarlarınıza aykırı olsa bile dostunuz için gözünüzü kırpmadan özveride bulunursunuz. Dostluğun tam tersi de husumettir ve yine ideal husumet ilişkisinde bedeli ne olursa olsun hasımlarınıza karşı hiçbir uzlaşma veya buluşma zeminine gözünüzün ucuyla bile bakmazsınız.

Uluslar arası ilişkilerde dostluk ve husumet ilişkilerini bu duygusal temelde tutmakta ısrar etmek ülkelere çok şey kaybettirir. Birçok ülke tarihsel olarak bazı ülkelerle arasında hasbelkader oluşmuş ilişkiyi bu duygusal cendereden kurtaramadığı için bir türlü açılım şansını yakalayamaz. Duygusal kodlamalar, tarafların birbirlerine olan bakışlarını olumsuz etkilediği için hiçbir rasyonel değerlendirmeye, dolayısıyla siyasal verimliliğe yer bırakmaz

Türkiye''nin son 4 yıldır, gerek ABD ve AB, gerek Kıbrıs ve gerekse İsrail-Filistin eksenindeki ilişkilerde bu duygusal kodlamaların yerine daha rasyonel mülahazaların ve siyasi performansın çalışması sayesinde tarihinin kaydettiği en büyük başarı seviyesini yakaladığı bir gerçektir. Tarih dinamik ve değişken bir sahnedir. Bu sahnede sizin de rolünüzün ve hatta duygularınızın tutarlı ve dengeli bir biçimde güncellenebilir olması gerekiyor. Tarihin bir döneminde farklı şartlarda sergilediğiniz roller, davranışlar ve duygular ilelebet geçerli olamaz.

Siyasette başarı, tam da bu güncellemeyi başarılı bir şekilde yapmakla mümkündür. Bu yüzden İslamcı bir geçmişe ve tabana sahip bir parti Avrupa kavramını, Avrupa''nın tarihsel kimliğinden kontrollü bir biçimde sıyırıp yeniden kodlayabiliyor. Artık Avrupa biraz da bazı kurumsal temsilcilerinin beyanlarına güvenilerek bir “Hıristiyan kulübü” olarak değil, “tarafların duyarlılığını gözeten” ve “üzerinde müzakere edilebilir bir birlik” olarak anlaşılacaktır. Avrupa kendi tarihsel kodlarını hatırlayıp bir mızıkçılık konusu yaparsa kaybeden o olacaktır. Her iki durumda Türkiye zararlı çıkmayacaktır. Bunu mümkün kılan da siyaseti sabit-metafizik kodlamalarla değil, içtihada açık, rasyonel mülahazalarla yapmak olmuştur.

Aynı şekilde, İsrail''i artık bölgenin “ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir gerçeği” olarak görüp bundan sonra bütün taraflar için “sindirilebilir, onurlu bir uzlaşma”nın arayışına yönelmek bu konuda inisiyatifi eline alanın kazançlı çıkacağı bir adım olacaktır. Bugün Türkiye bu bölgede de Hakan Albayrak''ın göğsünü kabartacak kadar yaratıcı bir performansın aktörü konumundadır ki, bilenler bilir, Hakan''ın göğsü sadece kendisine ait değildir, onda koca bir milletin kalbi atmaktadır.

Daha önce de değinmiştim, Türkiye''nin birçok alanda başarıyla benimsediği bu siyaset konsepti, Kuzey Irak''a gelince bir anda tökezliyor. Bu konuda tam bir duygusal alınganlık önümüzü kesiyor. Bu konuda özelikle askeri kesimden yana sergilenen tepkiler değerlendirmelerin duygusal ağırlığının gereğinden çok fazla olduğunu hayretle gösteriyor.

Hayretle diyorum, çünkü savaş yöntemleri, taktikleri ve stratejilerinin, yani rasyonalitenin en yüksek seviyesinin gerekli olduğu bir alan duygusallıktan en uzak davranılması beklenen bir alandır. Tabii ki askerlerin de duygusallıktan tamamen soyutlanması beklenemez, ama kabul etmek gerekir ki, siyasi kararlarda duygusallığa kim ne kadar kapılıp, siyasetin kapısını metafizik sabitelerle kapatırsa, ülkenin çıkarlarını temsil etmekten o kadar uzak bir noktaya düşmüş olur.

Başbakan Erdoğan''ın Arap Birliği toplantısında Talabani ile yaptığı görüşme zaten bilinen bir gerçeği bir daha ortaya koydu: Kuzey Irak''ta duygusallıktan uzak, rasyonel bir siyaset güttüğünde en başarılı olma şansına sahip ülke Türkiye''dir. Görüşmede Talabani Türkiye''ye açık çek vermiş: “Türkiye bir heyet göndersin, tapu kayıtlarını incelesinler”. Yine işin erbabı bilir, sadece bu bile yeterince büyük bir kazanç olmuştur. Neredeyse ayaküstü bir görüşme için çok büyük bir kazanç…

Tabii Talabani''ye geçmiş siciline bakarak güvenmeyebilirsiniz, doğrusu güvenmek zorunda da değilsiniz. Esasen siyasette insan öncelikle kendine, diplomasi performansına ve müzakere kanallarının açık tutulmasına güvenir. Bu kanallarda ilerlediğinde Türkiye, sahip olduğu statünün de etkisiyle, bölgede istemediği hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini görebilir. Bu kanalları kapalı tuttuğunda, aksine, bazı duygusal tepkilerle “aşiret reisi” diyerek aşağıladığı aktörlerle yüzgöz olan bir üslupla laf yetiştirmeye kalkıştığında, küçük düşmüş oluyor, bölgede dikkate alınabilir bir saygınlığı da kalmıyor.

Bu da açıkçası, Türkiye''nin sahip olduğu son derece güçlü statünün hiç de ekonomik kullanılmaması, dahası, lüks duygularla çarçur edilmesi anlamına gelir.

٪d سنوات قبل
Dış siyasette duygusallık
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…