|
Mahalle Sosyolojisi

Bir sürç-ü lisan muamelesi görür, unutulur gider diye umdum ilk duyduğumda, ama öyle olmadı. “Mahalle baskısı” kavramı, Prof. Şerif Mardin''in yarım yüzyılı aşan sosyolojik birikiminin hepsini solladı, onunla özdeşleşen bir kavram haline geldi. Bence bu onun açısından oldukça talihsiz bir durumdur.

Gerçi kavram, ortaya atıldığından bu yana belki şimdiye kadar ihmal etmiş olduğumuz bir “mahalle sosyolojisi” için gerekli bütün lafları toparlamış oldu. Kavram ortaya atıldığından beri bir sosyolojik olgu olarak mahalle ve onu çevreleyen yaşam biçimleri hakkında yazılmayan bir şey kalmadı neredeyse. Örneğin, yaşadığımız dünyada artık mahalle diye bir mekânın kalmadığını fark etmiş olduk bu tartışma sayesinde. Eğer gerçekten mahalle diye bir şey kalmış olsaydı hiç endişeniz olmasın, onun baskıcı yanları değil, aksine özgürleştirici, rahatlatıcı, merkezi rejimlerin baskıcı yanlarına karşı sığınak yanı çok daha fazla dikkatimizi çekerdi.

Doğrusu, her şey olurdu da “mahalle”yi “baskı” sözcüğü ile aynı terkip içinde kullanan Şerif Mardin olamazdı, olmamalıydı. “Türk toplumunu inceleme aracı olarak sivil toplum” veya “Türk siyasasını açıklayacak bir kavram: merkez-çevre ilişkileri” üzerine yazdığı yazıları okuyanların Şerif Hoca''dan bekleyebileceği şey mahalle kavramının baskıcı değil, aksine özgürleştirici mahiyeti hakkında bir analiz olabilirdi. Çünkü Mardin bu yazılarında özellikle Türk-İslam toplumlarında otoriter, merkezi devlet despotizmine karşı bireyi koruyan mekanizmaları, tam da en geniş anlamıyla mahalleye tekabül edebilecek sivil toplum oluşumlarında bulmuştur. Medreseler, hadis cemaatleri, ulema, hukuk mekanizması ve yerel teşekküller tam da devlet despotizmine karşı bu korumayı, bu özgürlüğü sağlayan mekanizmalar olarak Mardin tarafından vurgulanmıştır. Mardin''in bu çözümlemeleri Türk toplumunu “oryantal despotizm” klişesine indirgemiş olan oryantalist okumalara karşı çığır açıcı bir alternatif olarak literatürde hak ettiği yeri almıştır.

Mardin''in şimdiye kadarki sosyolojik çizgisiyle daha tutarlı bir yaklaşım, bugün baskıcı, insan haklarına karşı saygıda alabildiğine kusurlu bir resmi despotizmin uygulamaları fiili bir gerçek iken, bu despotizmi artırmaktan başka bir işe yaramayacak şekilde muhtemel tehlikeler için mahalleyi işaret etmeye asla yanaşmamak olabilirdi.

Mahalleye benim okuduğum Mardin''in çalışmalarında olsa olsa bu tür merkezi despotizmlere karşı insanların nefes alabildikleri, rahatlayabildikleri bir sosyal alan olarak dikkat çekilebilirdi. Mahalle, kaldıysa tabi, tam da bütün yaşama alanlarını kuşatan merkeze karşı bireyin sığınabildiği belki tek alan olarak kalmıştır ve bu alanın bugün Mardin''in gadrine uğramış olması çok acı bir durumdur.

Bugün fiilen uygulanmakta olan akıl-dışı, kanun dışı bir yasak bir yandan başörtülü kadınları kurumlardan dışlarken, diğer yandan zincirleme etkisini gösteren fiili baskılar yoluyla büyük bir insan kitlesini hayatın dışına itmekte, aşağılamakta, onlara yönelik her türlü hakareti normalmiş gibi benimsetmektedir. Bir First Lady olduğu halde Hayrunnisa hanıma reva görülen muamele ortada iken, muhtemel bir mahalle baskısının mazeretine sığınabilmek için gerçekten çok yaratıcı bir zihne sahip olmak gerekiyor.

Mahalle baskısı deyimini kullanan Şerif Mardin, tabii ki kavramın bütün kullanımlarından sorumlu değildir. O yüzden kavramın Ertuğrul Özkök''ün ağzında, Mardin''in ağzından döküldüğü gibi durmuyor olmasına şaşmamak gerekiyor.

Bu arada Mardin''in, anlattıklarından, mahalleyi, bize anlattığı şekliyle hiçbir zaman bilfiil yaşamamış olduğunu anlıyoruz. Zaten “ham softa-yobaz baskısı” diye de açıkladığı terimi bir aile büyüğünden aldığını söylüyor.

Oysa Mardin''in ve onun çevresindeki birçok sosyal bilimcinin bilfiil yaşadığı ve bence kendilerine asıl esin kaynağı olduğunu zannettiğim bir baskı türü var ki, bahsettiği mahalle baskısı en çok onu tarif ediyor:

Mardin, altmışlı yıllardan itibaren sosyoloji gündemine hâkim olan (sınıf, üretim tarzı gibi) konuların dışına çıkıp “zihniyet dünyaları, değerler” gibi konulara odaklanan çalışmaları dolayısıyla bilim çevrelerinden nasıl baskı gördüğünü anlatsa, mahalle baskısı dediği şeyi çok daha iyi örneklemiş olur.

Kendisi gibi daha birçok sosyal bilimcinin araştıracağı konunun seçiminden dolayı bile son derece dışlayıcı ve yargılayıcı bir baskıya maruz kaldıklarını çok iyi biliyorum. Çok güçlü bazı sosyologlar çok istedikleri halde yetmişli, seksenli yıllarda çevrelerinden dışlanacakları korkusuyla Arapça veya İslam''la ilgili herhangi bir şey öğrenmekten geri durmuşlardır.

Şerif Mardin ise Türkiye''nin bir olgusu olarak din, nurculuk, Said Nursi çalıştığı için kendi çevresinin, sonuçta fiilen dışlamaya dönüşen kuşkulu bakışlarına maruz kalmıştır. Sonuçta bu çalışmalarıyla dünya çapında bir bilim adamı-sosyolog olmayı başardığı halde Türkiye''de bir Bilimler Akademisi üyesi olamamıştır.

Mardin''in mahalle baskısını düşünürken zihninin arka-planında bu acı tecrübelerin olmaması mümkün değil, oysa bu vesileyle onu da herkesi de temin ederim ki, Türkiye''de ne YÖK''ün, ne Nişantaşı çevrelerinin, ne de Mardin''in yaşadığı çevrelerin uyguladığı baskıları uygulayacak bir mahalle yoktur.

il y a 17 ans
Mahalle Sosyolojisi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler