|
Gazze kıvılcımı, medeniyet atılımına dönüştürülebilir mi? (I)

Tarih, büyük krizlerin çocuğudur: Büyük krizler, büyük doğumlara gebedir. Büyük kırılma anları, aynı zamanda büyük kurulma zamanlarıdır.

Gazze’de yaşanan soykırım, insanlık tarihinde nadir rastlanan ürpertici cinayetlerden biridir.

Gazze’de tarihin şahit olduğu en büyük cinayetlerden biri işleniyor: Özellikle çocuklar ve kadınlar katlediliyor. Katledilen insanların sayısı 27 bine ulaştı dört ayda. Bunların üçte birinden fazlası çocuklar! İnanılır gibi değil ama acı ve acıtıcı gerçek böyle!

GAZZE’YE İKİ TÜRLÜ BAKIŞ: BASAR VE BASÎRET

Gazze’ye nasıl bakmalı?

İki türlü bakılabilir Gazze’de yaşananlara: Birincisi, sıradan bakışla. İkincisi, sıradışı bakışla.

Sıradan bakış, sadece basar’la (çıplak göz’le) görünen’e bakan bakıştır. Akışı kaçırır; son duruma odaklanır; arkaplanı, akışı ve bütün art arda yaşanan hâdiseler arasındaki ilişkiyi, irtibatı göremez.

Çağımızın en büyük sanat tarihçilerinden ve estetlerinden Ernst Gombrich “çıplak göz, kördür” demişti. Çıplak göz, göremez; göremediğini de göremez. Kendinin farkında değildir. Bir kitabı ya da bir hâdiseyi okumanın üç olmazsa olmaz durağını oluşturan fark erme, tefrik etme ve fark olma melekelerinden yoksundur.

Sıradışı bakış, mü’min bakışı basiret, iç göz’dür, görünenin ötesindeki görünmeyeni görür, bir hâdisenin derin anlamlarını idrak eder, fark etme, tefrik etme ve fark olma melekelerini aynı anda harekete geçirdiği için furkan’dır; sadece okuma biçimlerini değil, okumayı okuma biçimlerini de inşa eder.

Basar / çıplak göz, hasarları görür sadece.

Basiret / iç göz veya derûnî göz ise, hisarlar örer; derinlikli, kapsamlı ve kuşatıcı bir kavram haritası, anlam haritası ve yol haritası inşa eder ve bu üç haritayı da yeri ve zamanı geldiğinde sunar insanın önüne…

İSLÂM MEDENİYETİNİN SINIRLARI YOKTUR UFUKLARI VARDIR

Gazze’ye bakış biçimindeki bu iki farklı okuma biçimi, mü’minlerin diğer insanlardan farkını, direnç noktalarının sağlamlığını ve ufuklarının sınırsızlığını gözler önüne serer.

İslâm medeniyetinin sınırları yoktur, ufukları vardır. O yüzden Kurtuba’dan Kaşgar’a kadar sorgusuz sualsiz yolculuk yapar’dı Müslümanlar. Delhi’den Kahire’ye, Afrika’nın içlerine kadar hem kendini hem de yolculuk yaptığı tabiî, kültürel ve entelektüel coğrafyaları keşfederek yolculuk yapardı.

İbn Battuta, sadece bir seyyah değildi; keşfedilmeyen kıtaları (terra incognitaları) keşfe çıkan bir keşşaftı. Delhi’den Kahire’ye kalkıp gelir, üç ay yaşar Kahire’de ve kadılık yapardı.

Biz bir millettik. İslâm milleti. İslâm milletinin çocukları. Yeryüzü mescid kılınmıştı mü’minlere… Mü’minler yeryüzünde emaneti üstlendiklerinin bilinciyle hareket ederek, güveni ve emniyeti, adaleti ve merhameti temin edecek, teminat altına alacak, hakikatle donanarak yeryüzünde hakkaniyetin, sulhün, selametin ve barışın hâkim olduğu muazzez bir medeniyet yeşerterek, yeryüzünü ubûdiyetin en güzel gerçekleştirildiği bir kutsal mekâna (“sadece Allah’a boyun eğilen bir “mescid”e) dönüştürmüşlerdi.

DOGMA VE AKÎDE FARKI

Mü’min sıradan bir insan değildir. Mü’min, sadece kör kütük inanan bir kişi değildir. İnandığını iliklerine kadar idrak eden, yaşayan, yaşatan, diri bir varlıktır. Sıradan insan beşerdir sadece.

Mü’min, beşeri aşmış, insan olma şerefine ulaşmış, kâmil insan olma gayreti içinde olan, kendini her daim yeniden ve yenileyerek inşa eden, nefsini sürgit terbiye ve tezkiye ederek bakışını derinleştiren, ufkunu zenginleştiren, umudunu yeşerten, dipdiri tutan, dirilen ve başkasının dirilişine de vesile olan kişidir.

Mü’min dünyaya teslim olan kişi değildir, dünyayı avucunun içine alarak teslim alan kişidir.

Mü’min, bütün dogma’ları yıkan kişidir. Dogma, donmuş zihnin eseridir. Mü’min’in akidesi, dogma değil, hakikat’tir.

Dogma anlamı dondurur, kalbi katılaştırır, ruhu öldürür. Akîde, hakikatin anlamını billurlaştırır, derinleştirir, zaman-mekân boyutlarını kaldırır, insanın başka dünyalara açılmasının kapılarını açar sonuna kadar...

Dogma, insanı bu dünyada kapana kıstırır.

Akide, insanı kıstırıldığı bütün dünyevî kapanlardan kurtarır ve özgürlüğüne kavuşturur.

Gazze’de yaşanan, insanın haysiyetini ve hürriyetini koruma mücadelesidir. Bu mücadeleyi sadece Müslümanların verebileceklerini bütün dünyaya ispat etmiş, insanlık adına haysiyetli yalanacak bir dünyanın kıvılcımlarını çakmıştır.

Burada izi sürülmesi gerek soru şudur: Gazze kıvılcımını uzun soluklu medeniyet atılımına nasıl dönüştürebiliriz? Bu sorunun cevabını Pazar günkü yazıda tartışmak niyetindeyim…

#Gazze
#Toplum
#Yusuf Kaplan
3 ay önce
Gazze kıvılcımı, medeniyet atılımına dönüştürülebilir mi? (I)
“Biz Kitab"ı koruduk, Kitap da bizi korudu”
Bir taş at!
Müslümanlar en güçlü olmak zorunda
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet