Ayrıca Lapidus’un -İletişim Yayınları’ndan Yasin Aktay’ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma ve bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme ve alma), temellük etme (özümseme ve kendine maletme) ve temessül etme (başkalarına sunma) ilişkisidir.
Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve yaşayış biçimlerini de tahsil, tevarüs, temellük ve temessül eder.
Medrese, ille de Bourdieu’nun ünlü terimini kullanmam gerekirse, tastamam bir habitus’tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır. Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin, hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın ürettiği ritimleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit’idir.
Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle dolar ve kendini aşar.
Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif bir eğitim programı geliştirilmiştir.
İşte bu medrese modeli, bugün Batı’da özellikle de Amerika’da doktora programlarında bir şekilde uygulanan ya da uygulanmaya çalışılan bir modeldir. Lapidus, biraz önce zikrettiğim çalışmasında bu meseleyi etraflıca anlatır. Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı’daki -modern Batı’yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna, Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat, Kurtuba, Ezher ve Mağrip’teki medrese modelidir.