|
Yeniden tarih yapmamızı mümkün kılacak köklü kaynaklarımız kurutulmaya çalışılıyor!
Şunu söylüyorum ve her zaman, her yerde de söyleyeceğim:
Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, başına ne geldiğini bilememesidir.
Belki felâketin bundan da büyüğü, bir toplumun önünü açması beklenen
aydınlarının, fikir, bilim ve düşünce
dünyasının temsilcisi öncü isimlerinin o
toplumun başına gelen şeyin ne olduğunu bilemeyecek kadar
zihnî felçleşme, entelektüel körleşme ve kültürel köleleşme yaşamaları ve celladına âşık olmalarıdır.

CEMAATLER, TARİKATLER MESELESİ VE ENTELEKTÜEL FELÇLEŞME
Cemaatler, tarikatler meselesi rastgele hortlatılmadı
ve hiç bir zaman da kolay kolay bu ülkenin gündeminden inmeyecek böyle gidersek...
Cemaatler ve tarikatler meselesi, hem Türkiye’nin bekasıyla hem de geleceği, hem bölgenin hem de uzun vadede kürenin geleceğini Türkiye’nin belirleyebilmesinin imkânsız hâle getirilmesiyle ilgilidir.
Bu kurduğum cümle özür dileyerek söylüyorum-
kolay kolay es geçilecek bir cümle değil!
Oysa Türkiye’de cemaatler meselesi,
kriminal bir mesele
, en fazla siyasî ve sosyal bir mesele olarak tartışılıyor. Türkiye’deki iki ana sosyolojik ve ideolojik eğilimin (laikler ve İslâmî kesimlerin) birbirileriyle sürdürdükleri
iktidar mücadelesinin
bir aparatı olarak ele alınıyor!
Sadece bu bile
ülkenin yaşadığı entelektüel sığlığı, sefaleti ve felçleşmeyi
gözler önüne sermeye yeter!
CEMAATLER VE TARİKATLER, BU ÜLKENİN BEKASI VE
SİGORTASININ KAYNAĞI
Eğer cemaatler ve tarikatler meselesi, belli bir tarihî, kültürel, sosyal ve entelektüel mesele olarak, başka bir ifadeyle bin küsur yıllık medeniyet tecrübemizin kodları, anlam haritaları açısından,
medeniyetimizi kuran fikir, sanat, ahlâk, estetik, siyaset, mimarî, musikî birikimimizin şekillendiricisi kurucu kaynaklardan biri
olarak tartışılmadığı sürece hiç bir şekilde anlaşılamaz ve
ülkenin önünü açacak kapılar açılamaz.
Burada Kur’ân ve Sünnet dâiresinde varolan,
doğrudan tarikatlerin, dolaylı olarak da cemaatlerin, bu topraklardaki İslâmî varlığımızın teminatı, sigortası olan yegâne kaynaklar olduğunu özellikle hatırlatmak istiyorum.

Şunu bilelim: Bin yıllık dünya tarihi, iki aktörün eseri: Birincisi, Müslümanlar (7-8 asır); ikincisi Avrupalılar ve Amerikalıların (üç asır) yaptığı bir tarih.

Kabaca bizim bin küsur yıldır tarih yapmamızı mümkün kılan iki sütun var:
Birincisi Ehl-i Sünnet sütunu, ikincisi de irfan sütunu.
Biz -Kürt’lerle birlikte-
Ehl-i Sünnet omurganın gökkubbesi altında irfanî derinlikle donanarak sadece İslâm tarihini değil, dünya tarihini şekillendirdik tam bin yıl.
Bir yandan Hanefī-Matürîdî gelenek, öte yandan irfanî gelenek, bizim hem İslâm tarihini hem de dünya tarihini yapmamızı mümkün kılan iki sarsılmaz kaynak oldu.
CEMAATLERE VE TARİKATLERE SALDIRILARAK TÜRKİYE DURDURULMAYA ÇALIŞILIYOR!

Ancak Osmanlı’nın durdurulmasıyla birlikte, bu iki kaynak da kurumasa bile belirleyici konumunu koruyamadı.

Bu meseleleri herkesten daha iyi kavrayabileceğini düşüneceğimiz
tarih felsefecisi Arnold Toynbee
,
son iki yüzyılın en büyük hâdisesinin Ehl-i Sünnet’in çökertilmesi olduğunu söyler.
Sadece müslümanlar açısından değil dünya tarihi açısından da.
Osmanlı durduruldu, Ehl-i Sünnet omurga korunamadı; İslâm dünyası bir daha toparlanamadı.

İslâm dünyasının toparlanması, Ehl-i Sünnet omurganın gökkubbe işlevi görecek konuma yükselebilmesi ve selefī yaklaşımların önünün kesilmesi ve tasavvufun önünün açılabilmesiyle mümkün.

Karahanlıların
,
Selçukluların, Eyyûbîlerin ve Osmanlıların,
İslâm dünyasının bin yıl dimdik ayakta durmasını ve dünya tarihinin akışını şekillendirmesini mümkün kılan iki sütun, işte bu iki sütun:
Ehl-i Sünnet ve irfanî gelenek.
Türkiye’deki cemaat ve tarikatlerin omurgası, bu iki geleneğin uzantısıdır. Eğer bu iki geleneği yeniden hayata ve harekete geçirebilirsek, yeniden
yeni
Yunus’ları, Mevlânâ’ları, Gazâlî’leri, İbn Sinâ’ları, İbn Arabî’leri, Mimar Sinan’ları, Itrî’leri
yeniden insanlığa armağan edecek tohumları edebilir, geleceğimizi inşa edecek esaslı bir medeniyet yolculuğuna çıktığımızı söylemeye başlayabiliriz o zaman.
Şunu bilelim:
Cemaatlere ve tarikatlere saldıranların çoğunun derdi, cemaatler ve tarikatler değil, İslâm’dır.
Bu kişilerin ve çevrelerin sadece cemaatlere, tarikatlere değil, bu toplumdaki İslâmî olan her şeye,
diyanete, medreselere, İHL’lere
vesaire saldırmaktan geri durmayan
hastalıklı tipler
olduğunu söylemek bile gerekmiyor.
FETÖ heyûlası örnek gösterilerek cemaatlerin ve tarikatlerin hedef tahtasına yatırılması, Türkiye’nin yeniden tarih yapmasını mümkün kılacak dinamiklerin dinamitlenmesi ve kendi ayağına kurşun sıkmasıdır!
FETÖ ile diğer cemaatleri ve tarikatleri aynı şeymiş gibi gözümüze sokan tipler, ya salaktır ya da asalak!
Hiç bir cemaat FETÖ gibi kaset, montaj, şantaj, hırsızlık, yolsuzluk gibi aşağılık hareketlere kalkışamaz. Kalkışırsa ona cemaat denmez ve gereği yapılır.
Ama şunu düşünelim derim:
Belki de FETÖ tam da burada anlatmaya çalıştığım gibi, insanlığın önünü açacak, insanlığın kalbini fethedecek bir İslâm anlayışını insanlığa sunmamızın en köklü kaynakları cemaatleri ve tarikatleri temizleyerek tarihi yeniden bizim yapmamızı önlemek için icat edildi ve önümüze takoz olarak sürüldü!

O yüzden basiret ve feraset lütfen, diyorum.

#Cemaat
#Basiret
#Tarikat
#Osmanlı Devleti
#Karahanlılar
5 yıl önce
Yeniden tarih yapmamızı mümkün kılacak köklü kaynaklarımız kurutulmaya çalışılıyor!
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti