|

Camiler hayatın merkezidir

İslam ilk günden itibaren cami merkezli bir medeniyet kurdu. İlmi, sosyal, sanatsal hatta sportif faaliyetlerin yapıldığı camiler, Asr-ı Saadet'ten sonra da İslam’ın kalbinde yer almaya devam etti.

Zeynep Betül Erhun
00:00 - 30/09/2022 Cuma
Güncelleme: 21:18 - 29/09/2022 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

İnsan toplumsal bir varlıktır; daha net bir tabirle “Toplumsal hayat onun doğasında vardır” ve tarih de insanın ilk baştan beri toplumsal olarak yaşadığının şahididir. İslam dini de insanın fıtratında olan bu özelliğini en güzel şekilde biçimlendirip, hayatın merkezine mabet ve mescidi yerleştirerek cami merkezli bir medeniyet oluşturdu. Hz. Adem tarafından yeryüzünde inşa edilen ilk mescit olan Kâbe’den beri, yapılan her cami, her mescit Müslümanların dini, ilmi ve sosyal hayatının merkezi oldu.

CAMİ VE MESCİT ARASINDAKİ FARK

Peki nedir cami? Arapça cem‘ kökünden türeyen, ‘toplayan, bir araya getiren’ anlamındaki câmi‘ kelimesi, başlangıçta sadece cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılan el-mescidü’l-câmi‘ (cemaati toplayan mescit) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Daha sonra, içinde cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minber bulunan mescitler cami, minberi bulunmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük mabetler ise sadece mescit olarak anılır olmuştur.

HİCRETTEN SONRAKİ İLK İŞ

Hz. Peygamber’in vahye başladığı ilk andan itibaren camiler hayatın merkezi haline geldi. Mekke’de putlarla dolu olan Kâbe’den mabet olarak yararlanamayan Resul-u Ekrem, Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evini bir eğitim merkezi haline getirdi. Hicretin ardından Medine’de yapılan ilk iş de Müslümanların toplanıp, her türlü ilmi ve toplumsal faaliyetlerini yapacakları bir mescit inşa etmek oldu.

HER SIKINTI İÇİN MESCİDE

Peygamberimiz döneminde mescitlerin fonksiyonlarını aktaran rivayetler bize, dertlerine derman, sıkıntılarına çare, yaralarına şifa bulmak isteyenlerin hep mescide müracaat ettiğini bildiriyor. Bir sahabi diyor ki: “Yağmur yağsa, şimşek çaksa, gök gürlese hemen mescide sığınırdık.”

Bizzat Hz. Peygamberin mescidi, şair sahabiler için şiir kürsülerinin ayrıldığı, kılıç kalkan gösterilerinin yapıldığı, devlet işlerinin görüşüldüğü, evlilik akdinin gerçekleştirildiği, öğle uykusunun uyunduğu ve sosyal hayata dair daha birçok meselenin halledildiği bir mekan olmuştur.

MEDENİYETİN MERKEZİ OLDU

Asr-ı Saâdet’te hayatın merkezi haline gelen cami, İslam medeniyet tarihi boyunca bu fonksiyonunu sürdürdü. Asr-ı Saâdet’ten sonra kurulan ve gelişen eğitim öğretim kurumları medreseler, kışlalar, sosyal dini hayatın parçası haline gelen tekke ve zaviyeler ile ticari hayatın merkezi sayılan bedesten, çarşı ve pazarlar, cami merkezli gelişti. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı döneminde medreseler, camilerin etrafındaki ilim yuvaları olurken, köyler, cami ve musalla merkezli olarak kurulmuştur. Camilerin yanına açılan imaret, aşevi ve kütüphane ile şifahaneler, mescitlerin ne derecede hayatın merkezinde olduğunu gösterir.

HAYATI DA TANZİM EDİYORDU

Camilerin taş yapılar olarak sağlam ve son derece estetik inşa edilmesinin yanında, hayat mekanı sayılan evlerin ve diğer binaların ahşap ya da topraktan yapılmış olması, İslam tarihindeki cami merkezli medeniyet anlayışının çok önemli bir göstergesi. Çünkü cami merkezli medeniyet mekan öncelikli değil, zaman öncelikli bir medeniyetin doğmasını sağlamıştır. Camilerin etrafında oluşan sosyal yapı, hayatlarını minarelerden okunan ezana göre düzene koyup, hayatı onunla tanzim etmeye başlar.

İMAR SADECE BİNA ETMEK DEĞİLDİR

Allah Kur’an-ı Kerimde: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder” buyurmaktadır. Ayette yer alan “imar etmek” ifadesi inşaatın yanı sıra ibadet, zikir ve ilim için camilere gitmeyi alışkanlık edinmek anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla müminler olarak bizler, ilim ve ibadet için camilere gitmeyi alışkanlık edinerek camileri ikinci adresimiz haline getirmek ve böylece onları mamur etmekle mükellefiz.

CAMİ EVİN OLSUN!

Sahabeden Ebu’d-Derda (ra) arkadaşı Selman’a gönderdiği mektubunda bu sorumluluğa şu öğütlerle yer vermiştir: “Ey Kardeşim! Kulun geri çeviremeyeceği belalar başına gelmeden önce sağlığını ve boş vaktini ganimet bil. Sıkıntıda olan insanların dualarını almayı da ganimet bil. Ey Kardeşim! Cami evin olsun! Çünkü ben Resulullah’ın (sav) şöyle dediğini işittim: “Cami bütün müttakilerin evidir. Yüce Allah camiyi ev edinenlere, rahatlığa, rahmete ve sıratı geçerek Allah’ın rızasına erişme konusunda garanti vermiştir.”

CEMAATLE ŞENLENMELİ

Günümüzde, Kur’an’ın istediği ve hedeflediği cami ve cemaat kalitesini bulmakta çok zorlanıyoruz. Bu konuda sorumluluk büyük oranda bizlerde olmakla birlikte yaşadığımız çağ ve toplumun etkisi de az değil. Çünkü camiler ve mescitlerimiz hayatımızın merkezinde değil, yaşantımız cami ve mescitlere göre şekillenmiyor, ruhumuz buralardan gıdalanmıyor. Camilerimiz takva esaslı kurulmuyor. Cemaatimiz bu esaslar çerçevesinde cemaat olamıyor. Önemli olan caminin taş ve beton binasını dikmek değil, içini cemaatle şenlendirip mabet özeliğini korumak. Bu da camiyi, bütün fonksiyonlarını icrâ edecek bir konumda tutmakla, hayatın merkezine almakla olur.

#İslam
#cami
#Asr-ı Saadet-
#Kur’an
2 yıl önce