
Sonradan görme eleştirisi çoğu zaman kültürel elitin ötekine yönelik yargılama mekanizmasına dönüşüyor. Eleştiriler tüketim biçimlerine olduğu kadar, kimliklere, inançlara ve alışkanlıklara da yöneliyor.
Türkiye’de son yılların en popüler kavramlarından biri “sonradan görme.” Eskiden bireysel davranışları tanımlamak için kullanılan bu ifade, bugün neredeyse toplumsal bir teşhis niteliği taşıyor. Sosyal medya, tüketim kültürü, markalar, mekanlar… Her yerde bir “görünürlük yarışı” ve “ben de varım” deme çabası hissediliyor. Bu dönüşümün arkasında yalnızca kapitalizmin teşhirci estetiği değil, aynı zamanda Türkiye’nin kendine özgü modernleşme dinamikleri yer alıyor.
Gösteriş ve performansın öne çıktığı bu çağda, “sonradan görme” çoğu kez bireysel bir kusur olarak eleştiriliyor. Oysa bu davranışların önemli bir bölümü, Türkiye’deki sınıfsal geçişlerin, kültürel ayrışmanın ve sorunlu modernleşme sürecinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Byung-Chul Han, modern insanın artık bir “performans öznesi” olarak yaşadığını söyler. Başarı, kendini dışarıdan aldığı beğeniyle ispat eden bir gösteriye dönüşmüştür. Sosyal medya bu performansın en belirgin sahnesidir: Tüketim, bir ihtiyaç karşılamaktan çok bir kimlik gösterisine evrilir.
Türkiye’de sonradan görme diye adlandırılan davranışların çoğu bu küresel dönüşümün yerel tezahürüdür. Göstererek var olma hali, performans toplumunun doğal sonucudur. Ancak Türkiye bağlamında mesele yalnızca Han’ın çerçevesiyle açıklanamayacak kadar derindir. Burada devreye tarihsel eşitsizlikler, kültürel kodlar ve sınıfsal dışlanma girer.
BAZI GECİKMİŞ TARTIŞMALAR
Osmanlı’dan bu yana modernleşmenin taşıyıcıları büyük ölçüde merkezî bürokrasi oldu. Bu elit zümre, ekonomik sermayeden ziyade kültürel sermayeyi önceleyen, statüyü “devletli olmak” üzerinden tanımlayan bir yapıdaydı. Erken Cumhuriyet döneminde de bu gelenek devam etti; yönetici elit ile geniş halk kesimleri arasındaki mesafe derinleşti. Nitekim Batılı hayat tarzını benimseyen bu zümre için çevre görmemişliğin adresi olarak tahkim edildi. Bir yandan “görmemişlik” değerlendirmesine tabi olunan bu kitle daha sonra da “sonradan görme” olarak başka bir iktidar biçiminin nesnesi haline geldi.
Türkiye’de maddi refahın geniş kitlelere yayılmasının tarihi çok eski değildir. Her ne kadar bu imkanların tüm vatandaşlar nezdinde eşit bir şekilde paylaşıldığını iddia edemesek de geçmişe göre ciddi bir fark olduğu rahatlıkla söylenebilir. Daha doğrusu tüketim ürünlerine erişimin artması da bu tarihlere denk gelmektedir. Kentleşme ve kalkınma imkanları genişledikçe çevreden gelen toplumsal gruplar ilk kez yoğun bir şekilde tüketim araçlarıyla karşılaştı. Bugün “sonradan görme” diye etiketlenen davranışların bir kısmı işte bu geç tanışmanın doğal eşlikçileri olarak kabul edilebilir.
Bu nedenle, insanlar sonradan görme olduğu için değil, çoğu zaman sonradan görmeye zorunlu bırakıldıkları için bu davranışları sergiliyor olabilir. Bugün Batılı ülkelerde yaşayan insanlarla bir ayrım görüyorsak bu ayrımın “sınıfsal aşağılanma” kavramında saklı bulabiliriz. Sadece maddi varlığının gösterilmesinden ziyade, bu kişiler geçmişte aşağılanmış ve hor görülmüş olmanın tepkiselliği maddi varlıklarını teşhir ederek ifade ediyor olabilir.
Richard Sennett’in sınıf, emek ve kimlik üzerine yazdıkları, bu dönüşümü anlamayı kolaylaştırıyor. Sennett’e göre geç modern toplumda sınıfsal konumlar kalıcı değil; kırılgan, akışkan ve güvencesiz. Bu nedenle bireyler kendilerini sürekli olarak görünür kılmak zorunda hisseder. Görünürlük, bir tür güvenlik alanı oluşturur.
Türkiye’de yeni orta sınıflar tam da bu kırılganlıkla tanımlanıyor. Geçmişin yargılama araçlarından olumsuz etkilenmiş bu kitle için tüketim sadece bir “gösteriş” değil, aynı zamanda “yer sahibi olma” mücadelesi.
KİM KİMİ YARGILIYOR?
Sonradan görme eleştirisi çoğu zaman kültürel elitin ötekine yönelik yargılama mekanizmasına dönüşüyor. Eleştiriler tüketim biçimlerine olduğu kadar, kimliklere, inançlara ve alışkanlıklara da yöneliyor.
Sıklıkla dile getirilen “başörtülü jip kullanıcıları” ifadesi bunun somut bir örneği.
Bu ifade görünüşte dini sembolle tüketim arasındaki çelişkiyi gündeme getiriyor gibi görünse de, aslında arka planda çok daha derin bir sınıfsal rahatsızlık var. Muhafazakâr kimlikli insanların lüks tüketime dahil olması, kimi kesimler tarafından “sınır aşımı” olarak görülüyor. Dolayısıyla mesele din değil; kimin kamusal alanda hangi araçlarla var olabileceği sorunu.
Kendilerini sonradan görme olmadığını düşünenlerin, kamusal alanda başkalarının varlığına çoğu kez müsaade etmediği gerçeği burada önem kazanıyor. Modernleşmenin merkezinde yer alan elit kesimler, çevreden gelen insanların kamusal temsiline tahammül etmekte zorlanıyor.
Elbette sonradan görme davranışı masum değil. Abartılı tüketim, marka bağımlılığı, gösterişçilik çoğu zaman başka tür bir eksikliğe –özgüvensizlik, kimlik çatışması, estetik köksüzlüğe– işaret eder. Bu davranış tipinin meşrulaştırılmaması da gerekir. Ancak bu eleştirinin adil olması için şu noktayı unutmamak şarttır: İnsanların sonradan görme olmasını eleştirirken, onları sonradan görmeye mecbur bırakan sosyal yapıları, sınıfsal engelleri ve kültürel hiyerarşileri de sorgulamak gerekir.
KİMLİKSEL DIŞLAMA VE KAMUSAL ALAN
Türkiye’de kimlikler –özellikle muhafazakar kimlik– uzun süre kamusal alanın dışına itilmişti. Başörtülülerin jip kullanımı yıllarca kamuoyunda tartışıldı. Bu nedenle başörtülü bir kadının lüks bir araç kullanması sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir ihlal olarak algılandı. Bu ihlale verilen tepki “estetik kaygı” gibi sunulsa da, esas meselenin “sınıfsal ve kimliksel dışlama” olduğunun altını çizmek gerekir.
Bu yüzden sonradan görme söylemi, çoğu zaman kültürel iktidarın yeniden üretilmesinde kullanılan bir araç haline gelmektedir. “Biz hep vardık, siz yeni geldiniz” diyen kibirli bir alt mesaja sahiptir.
Oysa tüketim kalıpları bir sınıfın tekelinde değildir; kamusal alan herkesin ortak alanıdır.
HEM ELEŞTİRMEK HEM ANLAMAK
Sonradan görme olgusunu tartışırken tek taraflı bir gözle bakmak yanıltıcıdır.
Evet, aşırı tüketim sağlıksız, eleştirilebilir ve hatta eksikliğin dışavurumudur. Ama aynı zamanda sonradan görme, Türkiye’nin sorunlu modernleşmesinin, sınıfsal hareketliliğinin ve kimliksel dışlanmasının doğal sonucudur. Sonradan görme yalnızca bireysel bir kusur değil; toplumsal bir aynadır.









