|

Hayat tetikte olmak mı?

“Avlak, bela sözcüğü ile yan yana gelmeseydi, Nuri Pakdil’in hayatının bir dönemine, on üç yıllık suskunluk dönemine “Sükut Sûreti”ne denk düşen sözcüğün yalnızlık, tenhalık, halvet ve uzlet anlamları üzerinde durulabilinirdi.”

Yeni Şafak
12:26 - 11/10/2017 Çarşamba
Güncelleme: 12:30 - 11/10/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
ARİF AY
HANÇER SÜSLEMESİ

Avlakta belâ

İn için için (*)

Dünya bir av yeridir; avcı ve av sahnenin gerçek oyuncuları. Sahne tuzaklarla doludur; bu yüzden avcı da, av da tetikte olmak zorundadır. José Ortega Y Gasset’nin dediği gibi: “Tetikte olmak. İşte avcı bu tetikte olan insandır-uyanık insan.” Kendisi de bir avcı olan bu İspanyol düşünür “Avcılık Üstüne” adlı eserinde avcılığın felsefesini yapar adeta. (José Ortega Y Gasset, Avcılık Üstüne, Çeviren: Derin Türkömer, YKY, 1997) Avcıyla düşünür arsında şöyle bir ilgi kurar Ortega: “Kırsalın salt anlamda ‘dışındaki’ avcı gibi ‘düşünür’ de, tehlikeli ve fethedilmesi olanaksız bir ormana benzeyen düşüncelerin ‘içinde’dir. Avlanmak kadar sorunlu bir eylem olan derin düşünmek de eli boş dönmenin riskini her zaman taşır.”

Nuri Pakdil’in, avcılık mesleği dışında günlük hayatta pek kullanılmayan ‘avlak’ sözcüğünü bilinçli olarak seçtiğinde kuşku yoktur. Bu sözcüğü seçerken bir düşünce adamı olarak onun da Ortega Y Gasset gibi ‘düşünme’ edimi ile ‘avlanmak’ edimi arasındaki benzerliğe vurgu yapması, hayatını ‘dikkat’ ve ‘titizlik’ üzerine inşa etmiş, gevşekliğe, hımbıllığa, dikkatsizliğe asla müsamaha göstermemiş bir insan olarak son derece doğaldır.

Avlağın sözlüklerde birinci anlamı: Avı çok olan yer, av yeri olarak geçer. Diğer anlamları ise: Evlerin damlarından akan ve birleşen sular, çalı çırpıdan yapılmış bağ bahçe çiti, kuzu ağılı, dere, vadi, su cedveli, bataklık ve sulak yer, hudut, sınır, çerçeve, iyi ekin içinde zayıf kalmış yer, yalnızlık, tenhalık, halvet ve uzlet edilen yer.

“ŞU YALAN DÜNYAYA GELDİM GELELİ”

Avlak, bela sözcüğü ile yan yana gelmeseydi, Nuri Pakdil’in hayatının bir dönemine, on üç yıllık suskunluk dönemine “Sükut Sûreti”ne denk düşen sözcüğün yalnızlık, tenhalık, halvet ve uzlet anlamları üzerinde durulabilinirdi. Karacaoğlan bir şiirinde:

“Şu yalan dünyaya geldim geleli

Deli gönlümün düzeni bozuldu

Felek tabancasın belden çekince

Avlağım sulağım evim bozuldu” der, ama bu dörtlükte geçen ‘avlak’la Nuri Pakdil’in kullandığı ‘avlak’ aynı değildir. Belâ sözcüğünün: Sınamak, denemek, musibet, sıkıntı, ceza, gam ve keder gibi anlamlar içermesi, dünyanın da bir imtihan yeri olması sebebiyle ‘avlak’ın birinci anlamı yani ‘av yeri’ anlamı Nuri Pakdil’in kullandığı anlama daha yakın duruyor diye biliriz. “Dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeridir, ölüm de hayat da bunun için yaratılmıştır.” (Mülk, 67/2)

Fuzuli: “Ya Rab belâyı aşk ile kıl aşina beni / Bir dem belayı aşktan kılma cuda beni” derken, Şeyh Galip: “Mürid-i bi-kayde belakeşliktedir ârâm / Yoksa çoktan terkederdim cânı da cânânı da” diyerek bize Şibli’nin şu sözünü hatırlatır: “Ya İlahî! Halk seni nimetin için, bense belân için seviyorum.”

Yaratıcı, insanları mal-mülk, mevki ve makamla sınar, bunlar üzerinden sınava tabi tutar. Elindeki nimetleri kendine mal edip böbürlenen, şımaran ve yoldan çıkan insan da, elindeki nimetler alınınca isyan eden insan da denenmektedir. Çünkü insanlara verilen nimetler deneme amacını taşır. Dolayısıyla imtihanı, lütfun da hoş, kahrın da hoş diyenler kazanabilir ancak.

Mü’min olmak, Allah yolunda yalın , samimi olmak demektir. Bunu yapabilmenin yolu, üstümüzdeki ağırlıkları, yükleri atmaktan geçer. Bu bir bakıma iç yolculuğa çıkmaktır. “Avlakda belâ / İn için için” diyen Nuri Pakdil, bu yolculuğu kasdediyor olabilir. Bu yolculukta tuzağa düşmemek için tetikte olmak gerekir. Çünkü, Allah’ın bizi sorumlu kıldığı her şeyi en iyi biçimde yapmakla yükümlüyüz. “Yaşam demek ‘burada ve şimdi’ demektir; çünkü yaşam burada ve şimdi yapmamız gerekenlerdir.” diyen Ortega Y Gasset, ahlakı da “Bir şeyi yapılması gerektiği şekilde yapmaya çalışmak” olarak tanımlar.

Gelelim ‘hançer süslemesi’ne. Hançer, insanoğlunun ilk ürettiği en eski silahlardan biridir. Çatalhöyük kazılarında VI. bin yıla ait çakmaktaşından yontulmuş hançerlerin özenle yapıldığını ve saplarının kemik, fildişi ya da lacivert taşıyla süslendiğini görürüz. Osmanlı döneminde Tanzimat’an önce, erkeklerin bellerindeki kuşağa yerleştirdikleri hançerler, bir mertlik ve kabadayılık simgesidir. Özellikle Osmanlı sultanlarının, vezirlerin ve devletin önde gelenlerinin taşıdığı hançerler zümrüt, yakut, necef, elmas, pırlanta ve incilerle süslenirmiş. Hançerlerin hem süslü ve estetik oluşu, hem de mertliğin bir nişanı oluşu Nuri Pakdil’in ilgisini çeker.

PADİŞAHLAR AVCILIĞI ÇOK ÖNEMSER

İnsanoğlunun tarihin ilk çağlarında avcılık ve toplayıcılıkla başlayan yolculuğunda, toplayıcılık eskilerde kalsa da avcılık günümüze kadar gelmiştir. Ortega Y Gasset, avlanmayı insanı mutlu kılan uğraşlardan biri olarak görür ve şunları der: “Kuşkusuz tüm mutluluklarda zevk de vardır; ancak bu onun yalnızca küçük bir parçasını oluşturur. Zevk pasif bir olgudur. Aristo’ya göre mutluluğun kaynağı her zaman eylemdir, gösterilen enerjik çabadır. (...) Gerçek olan şu ki, avcılığın önemli ve çekici olan yanı ne zevkidir ne de zahmeti, yalnızca avcılığı oluşturan eylemin ta kendisidir.”

Bizim tarihimizde avcılığın önemli bir yeri vardır. İyi avcı olmak için cirit, kılıç mızrak kullanmak, nişancılık, binicilik ve ok atma konusunda hüner sahibi olmak gerekir. Padişahlar avcılığa özel bir önem vermişlerdir. Osmanlı’da “Hassa Avcıları” adıyla kurulan örgüt Tanzimat’la birlikte lağvedilir. I. Murat, Yıldırım Bayezit, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, III. Murat, I. Ahmet, II. Osman, IV. Murat avcılığa ilgi gösteren padişahlardır. IV. Mehmet avcılığa düşkünlüğü nedeniyle tarihe ‘Avcı Mehmet’ olarak geçmiştir.

Özetle, yukarıdaki iki dize, Nuri Pakdil’in hayatına ilişkin iki temel ilke ile buluşturur bizi. Bunlardan biri, bir mü’min olarak, bir devrimci olarak hep tetikte ve uyanık olmak, ikincisi de eylem. Nuri Pakdil namazı,düşünmeyi, okumayı, yazmayı, duayı, paylaşmayı, putperestliğe karşı öfkeyi ve buğuzu eylem olarak görür. Bir Yazarın Notları I’de şunu der: “İyi balık avlayan gibidir iyi yazar da! Yazar, direnmede iyice pişmedi mi, balık avına çıkmamalıdır; açmalı kitabını, saatlerce değil, günlerce okumalıdır.”

(*)Osmanlı Simitçiler Kasidesi /22

#Su Kasidesi
#Padişah
#Avcılık
6 yıl önce