
Clément Imbault Huart tarafından İslam sanatı üzerine yapılan çalışmaları Hat Sanatı/Minyatür, Hat, Nakış ve Tezyinat Sanatçıları adıyla Türkçe’ye çevrilerek yayımlandı. Huart, İlk şarkiyatçılardan biri olarak Şam’a gönderilmiş ve Anadolu’da da özellikle Selçuklu eserleri üzerine çalışmalar yapmıştır.
Clément Imbault Huart adını Arap ve Arap Dilinde İslâm Edebiyatı adıyla Türkçe’ye çevrilip 1944 yılında yayımlanan bir eseriyle tanımıştım yıllar önce. Bu kere Büyüyenay Yayınları’nca orijinal adı Les calligraphes et les miniaturistes de l’Orient musulman (Paris 1908) olan eseri, Hat Sanatı/Minyatür, Hat, Nakış ve Tezyinat Sanatçıları adıyla Türkçe’ye çevrilerek yayımlandı (Kasım 2024). Eser Kubilay Durmuş tarafından Türkçe’ye aktarılmıştır.
Adı geçen kitaba Büyüyen Ay Yayınları penceresinden bakarsak yayınevinin daha önce yayımladığı Gelibolulu Mustafa Âli’nin Menakıb-ı Hünerverân’ı (Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları-2013), Nefeszâde İbrahim’in Gülzâr-ı Savâb’ı (Hattatlar, Kağıt ve Mürekkep Yapım Usulleri-Ocak 2024), Suyolcuzâde Mehmed Necib’in Devhatü’l-Küttab’ı (Hattatlar Silsilesi-Ocak 2024) ile bir bağlam, anlamlı bir bütünlük oluşturuyor.
ŞAM’A GÖNDERİLEN İLK ŞARKİYATÇILARDAN
Clément Huart ilgi çekici bir isim. Bizde hakkında “Anadolu Selçuklu Sanati Çalışmalarının Başlangıcında İki Yabancı: Clément Huart ve Friedrich Sarre” başlıklı makalesiyle en geniş çalışmayı Semavi Eyice yapmış görünüyor. Eyice, 1972 yılında yayımlanan bu makalesinden sonra DİA’ya “HUART, Clément Imbault” maddesini de yazmıştır. İlk doğu bilimciler (müsteşrik, şarkiyatçı) arasında yer alan Huart, 1854’te Paris’te doğmuş, bu şehirde École nationale des langues orientales vivantes’ta eğitimini tamamlayarak staj için Şam’a gönderilmiştir (1875). Şam’da geçen üç yılın ardından İstanbul’a gelerek bu şehirdeki Fransız elçiliğine tercüman olarak tayin edilmiş, yirmi yıl süreyle bu görevde kalmıştır. 1875-1898 arasındaki yirmi üç yıl içinde Arapça, Farsça ve Türkçe’yi öğrenmiş; Paris’e dönünce mezun olduğu okula Fars dili profesörü olmuştur. Başka bir okulun müdürlüğü yanında üyesi olduğu Société asiatique’e ikinci başkan (1916), Dışişleri Bakanlığında tercüman, Académie française’e üye (1919), ölümünden iki gün önce de başkan seçilmiştir (1926).
SELÇUKLU SANATI TANINMASINDA İLK ADIM
Çalışmalarında Arap ve İran kültürüne ağırlık verdiği görünen Huart, Encyclopaedia of Islam’a 200 kadar madde yazmış, bu maddeler Türkçe baskıda da yer almıştır. Başta sözünü ettiğim Arap ve Arap Dilinde İslâm Edebiyatı çalışması, Agah Sırrı Levent tarafından (çevirin başında yer alan “önsöz”de), Menakibü’l-Ârifin’in Fransızcaya yaptığı çevirisi Fuat Köprülü (1925) ve daha sonra Tahsin Yazıcı tarafından bazı eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu eleştirileri değerlendirirken meseleye tek yönlü bakmamamız gerekiyor herhalde. Huart’ın 1891’de yaptığı Konya seyahati notları -bir bölümü Türkçeye de çevrilmiştir- hakkında Semavi Eyice şöyle diyor çünkü:
“Huart’ın Konya hakkındaki kitabı, ilk defa olarak, başta bu Selçuklu merkezi olmak üzere Anadolu’nun bir bölgesindeki Selçuklu mimari kalıntılarını, kitabeleriyle tanıtıyor, hükümlerdeki hatalarına, kitabelerin okunuş ve tercümelerinde eksiklik ve yanlışlıklara rağmen bunların tarihlerini ve yaptıranlarının adlarını batı ilim âlemine takdim ediyordu. Böylece Selçuklu sanatının tanınması yolunda ilk adım atılmış sayılabilirdi.”
Clément Huart, bu yazımda üzerinde durduğum Hat Sanatı/Minyatür, Hat, Nakış ve Tezyinat Sanatçıları kitabının takdim yazısının bir yerinde “Bizler, Şark âleminin hüsn-i hat çalışmalarına onlar kadar tutku duyamayız. Metinleri anlasak dahi, kâğıda aktarılan zarâfete neredeyse kayıtsız kalırız. Bunun nedeni, kalem darbelerinin düzenliliğine, çizginin saflığına, nefis bir Arapça kitâbenin ya da bir yazma eserin hoş bir sayfasının tertibine karşı duyarsız olmamız değildir. Bu unsurların ayrıntılarına nüfuz edemediğimiz için, onu oluşturan muhtelif kalem darbelerini tahlil ederken, Arapların, İranlıların ve Türklerin duyduğu hazzı onlarda bulamıyoruz.” diyor. Kitabın arka kapağına da alınan bu sözleri okuyunca Yahya Kemal’in Doğu hayranı bazı Batılı şair ve yazarlar hakkında 1922’de yazdığı şu sözleri hatırladım:
“Büyük şair Lamartine, Türk’ün ahlakını beğendi, Theophile Gautiere Türk’ü hayran bir ressam gözüyle gördü ve medhetti. Ondan sonra Pierre Loti Türk’ü hayatında keşfetti; hepsinden ziyade bize yaklaşan odur. Fakat hiçbiri ruhumuza kadar nüfûz edemediler. Çünkü ruhumuz şiirimiz ve musikîmizde meknuzdur [gizli, saklı]. Eğer Loti, Nedim’in gazellerine ve Dede’nin semâilerine nüfûz edebilseydi, Türklük’ten taktîr edeceği şiir, şimdiye kadar gördüğümüz yazılarından daha çok kuvvetli olurdu. (...) Yalnız Türk değil, Arap ve Acem gibi diğer Şark milletleri de Avrupalı’ya ruhlarının asıl sırlarını vermiyorlar.”
BU MİLLETİN RUHU SANATINDA GİZLİDİR
Her milletin ruhu sanatında gizlidir. Milletlerin, medeniyetlerin ruhuna o yolla nüfûz edilebileceğini de açıklamış oluyor bu sözleriyle Yahya Kemal. O, şiir ve musikîyi anmış, buna en fazla dahil olan sanatlarımızdan biri de hat sanatıdır kuşkusuz. Batıda tam bir karşılığı yok çünkü. Huart’ın, ömrünü verdiği Doğu medeniyeti çalışmaları sonunda bu gerçeği keşfetme noktasına varması dikkat çekicidir.
Batının XIX. yüzyıldan itibaren Doğu çalışmalarını akademik bir disiplin içinde incelemeye girişmesi, kuşkusuz değişik açılardan ele alınabilecek bir konudur. Sadece merak ve hayranlık değil siyasî bazı amaçlar da bulunmaktadır bu çalışmaların arkasında. Ancak her konuda olduğu gibi “Doğu bilimi” çalışmaları adı verilen bu birikimle de karşılaşmamız kaçınılmazdı. Öyle de oldu; o metinler bir taraftan dilimize çevriliyor yıllardır, bir taraftan da onlarla hesaplaşılıyor. Kasıtları, yanlışları, nüfuzsuzluklar eleştiriliyor. Batılılar bir İslam Ansiklopedisi hazırlamışlardı; önce o çevrildi Türkçe’ye, sonra bu süreç içinde hesaplaşmalar çıktı ortaya. Hiç mi yararı olmadı, bence tahminin de üzerinde o yarar. Çünkü arkasından kendi ansiklopedimizi hazırlama süreci doğdu. Atılım dönemlerinde, geçmişteki yaşanmışlıklar da faydalanılacak deneyimlere dönüşür çünkü. Yahya Kemal, Paris yıllarının arkasından yazabilmiştir yukarıdaki sözleri. Ayrıca şair bir başka yerde “manzaradan anlayan ecnebiler” diye bir ifade de kullanıyor. Onun İstanbul’a bakışında bu göz terbiyesinin de bir yeri vardır elbet. Örnek mi istiyorsunuz, “İstanbul’un fethini gören Üsküdar” söyleyişine bakın, o zaman.







