Yazar kitabını “türkülerimizi en iyi bilen” annesiyle Fethi Gemuhluoğlu ve Erdem Bayazıt’ın ruhlarına ve Nabi Avcı ile oğlu Mehmet Haydar Karcı’ya ithaf etmiş. Dolayısıyla bu kitabı okurken Fethi Gemuhluoğlu’nun Dostluk Üzerine sohbetini, Erdem Bayazıt’ın ve Ragıp Karcı’nın şiirlerini de okumakta fayda var. Bu yapılırsa türkülerin sıradan folklor verimleri olmadığı, ötesinde berisinde derin duyarlıklar, büyük incelikler barındırdığı daha iyi anlaşılacak, bu arada “Ben-1” adlı şiirde “Nabi Avcı türküler söyler kan revan / Toprak kabarır durur / Kimse bilmez / Şimdilerde aklımdan geçenleri” mısralarıyla da karşılaşılacaktır (Tut Elimden..., s. 27).
Mehmet Ragıp Karcı, türkülerimize bakarken iki kavramı ısrarla öne çıkarıyor: melâl ve ümmîlik. Yazarın melâlden ne anladığını gösteren birkaç alıntı: “yüce Yaratıcı’nın dünya gurbetine gönderdiği kuluna kendini unutturmamak için ihsan ettiği iç sıkıntısı” (s. 11); “... melâl içinde Allah’ı hatırlatan bu hususiyeti sebebiyle umudu da içinde barındıran belki de bir cezbe hâlidir” (s. 28); “Melâlin ortaya çıkması herhangi bir sebebe mebnî değildir çünkü aslında insanla Allah’ın bir dirsek teması mesafesinde tutulduğu diğer bütün rûhî hassasiyetlere kalbi hazırlama hâlidir.” (s. 29). “Melâl bir bilgi değildir; bilgi olmadığı için de iktisap etmesi gereken bilgiye de ihtiyacı yoktur, yani ümmîdir.” (s. 121).
Ümmîlik bahsini açacak birkaç alıntı daha: “Türkünün hiçbir kelam ve ahenk hazırlığı olmadan ortaya çıktığını biliyoruz. Bu bakımdan herhangi ikinci bir bilgiye sahip olmadan ve ihtiyaç da duymadan dil ve gönül hazinesinde ne bulduysa onu dışarı verir. Hz. Yunus’un (Emre) ya ben öleyim mi söylemeyince ifadesi bu hâlin habercisidir. İrticâlîdir. Kalbin ümmî hâlinden zuhur ettiğinden dolayı da hesabı kitabı yoktur.” (s. 19). “Bayburtlu Zihnî’nin kerem ayağında okunan türkü hâli”ni “sarayda şehnaz makamında bestelenmiş şarkı hâli”ne tercihini ilkinin ümmîliğine bağlayan yazarımızın, durumu açıklamak için kullandığı ifade “bâtınî ihlâs”tır (s. 69).
Yeri gelmişken belirtelim: Türkü Dinleme Temrinleri, okuyucusundan belli bir edebiyat birikimi ve şiir hafızası istemektedir. Mesela, Bayburtlu Zihnî’nin yukarıdaki alıntıda sözü edilen eserinin “Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş / Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı / Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş / Sâkîler meclisten çekmiş ayağı” dörtlüğüyle başlayan meşhur şiiri olduğunu hemen hatırlamalısınız. Aksi takdirde kitaptan alacağınız zevk ve fayda azalacaktır.
“Ben ilmin beldesiyim, Ali kapısıdır buyuran kâinâtın efendisinin ümmîliği ise, insan ve dünyalı olarak yeryüzünde ancak, bütün kalbî ve manevî alâkalarını sadece Allah’a hasretme hâlidir. Dünyadaki ve cennetteki hiçbir nimete göz ucuyla bile nazar ve meyletmeme hâlidir Onun ümmîliği.” (s. 128).
Melâl ve ümmîlik tanımında olduğu gibi başka pek çok konuda da sufiyane yaklaşımlarıyla dikkati çeken Ragıp Karcı’nın zaman zaman acıtıcı tarizlerde, iğneleyici dokundurmalarda bulunduğu da görülüyor. Cahilâne cesaretleriyle güzelim türkülerimizi tahrif edenlerin kınanmalarını ve mahkûm edilmelerini isabetli bulan okur, yazarın “hazret” diyerek taziz ve tazimle andığı Fuzuli’yi eleştirmesini yadırgayabilir.
Yeri geldikçe kendi hayatından hatıralar ve müşahedeler de nakleden yazarın îmâ ile geçtiği, merak uyandırdığı hâlde cevapsız bıraktığı hususlara da rastlıyoruz. Bunları çözmek ve aydınlığa kavuşturmak için çeşitli yollara başvurulabilir. Ancak bir sohbet ortamında her şeyin ayrıntılı olarak açıklanmasının imkânsızlığını veya lüzumsuzluğunu fark ederek susmak ve bazı şeylerin zamanla belireceğini ummak yahut yitip gideceğini düşünmek de mümkün.
Sohbetleri boyunca çeşitli türkülerin sözleri çevresinde ilginç yorumlar yapan Mehmet Ragıp Karcı, yeri geldikçe din, mezhep, sanat, şiir, siyaset ve tarih bahisleri hakkında da değerlendirmelerde bulunuyor. Bu yorum ve değerlendirmelerin isabetli olup olmadığı elbette tartışılabilir ama üzerinde düşünmeye değer olduğu açıktır.
“Türkü dediğimiz hayatiyet, nağmeli sesler aracılığıyla icra edilen sözler manzumesi değildir. Sözsüz eserler de türkü sınıfına girer ve bize tasavvufun ‘seyr-i sülûk’ macerasını gösterir. Aşk ehline söylüyorum. Meselâ Çorum, Yozgat halaylarının ağırlama, ağlatma ve halay bölümlerini bedenlerini geri çekerek kalp gözüyle seyredip gönül gözüyle dinlesinler. Ağırlama bölümünün arkasından geçilen halay aslında varılan son noktadaki cezbenin feryâdıdır.” (s. 137-138).