|

Savaşı yaşadılar yazdılar

Kuşkusuz bu sayfalarda bütün bir edebiyat savaş ilişkilerini örnekleyerek tartışmak fiziken mümkün değil. Bu yüzden biz kuş bakışı olarak, akıllarda yer eden, edebiyat tarihine mal olan nitelikli ve genel kabul görmüş eserleri hatırlatmakla yetineceğiz. Tarihçi için kahramanlar vardır, edebiyatçı için bu kişilerin yaşamının her yönüne cevap vermeleri anlamında, kahramanlar yoktur ve olmamalıdır, sadece insanlar var olmalıdır.

Necip Tosun
04:00 - 15/04/2022 Cuma
Güncelleme: 09:08 - 15/04/2022 Cuma
Yeni Şafak
Ernest Hemingway
Ernest Hemingway

İnsanlığın yaşadığı en dramatik sahnelerden biri olan savaş insanlık tarihi boyunca bütün disiplinlerin üzerinde düşündüğü, fikirler sürdüğü, değerlendirdiği bir olaydır. Dramatik yönü itibariyle onun doğasını anlamaya en yakın eserleri edebiyat üretmiştir. Edebiyat bu eserleriyle savaş ve barışa nüfuz eder, gizlerini ortaya çıkarır. Elinde hem kurmacanın gücü hem de insan denen büyük bir hazine olan yazarlar, başka disiplinlerle kolay kolay ortaya konamayacak yeni düşünceleri eserlerinde gündeme getirirler. Çünkü büyük edebiyat eserleri, kuru bir tarih kitabından, felsefi metinden, hukuk tartışmalarından çok daha fazla bir deneyimi, ufuk açıcı gözlemleri, sarsıcı insanlık tecrübelerini aktarır, işler, tartışır. Şaşırtıcı detay tercihleri, gerçekliğin ortaya konmasına yardımcı olurken, şiirsellik ve biçim tercihi ise okurda güzellik duygusu yaratır. Duygular çarpışır, tasvir anlatımı derinleştirir, iyi ve kötünün bilinç karanlıkları aydınlatılır.

Kuşkusuz bu sayfalarda bütün bir edebiyat savaş ilişkilerini örnekleyerek tartışmak fiziken mümkün değil. Bu yüzden biz kuş bakışı olarak, akıllarda yer eden, edebiyat tarihine mal olan nitelikli ve genel kabul görmüş eserleri hatırlatmakla yetineceğiz.

SAVAŞIN İNSANA ETTİKLERİ

Dünya edebiyatında savaşı konu alan en büyük romanlardan biri Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı kitabıdır. Tolstoy’un başyapıtlarından biri olan Savaş ve Barış’ta dönemin tarih anlayışı yorumlanır, tarih felsefesine ilişkin görüşlere yer verilir. Bu savaşları anlatan tarih anlayışları tartışmaya açılır, eksik ve yanlışlarına işaret edilir. Savaş ve Barış bir anlamda tarihin atladığı, yanlış yorumladığı savaşı yeniden hakikat çizgisine oturtmak için kurgulanır. Tolstoy’a göre tarihin yasalarını öğrenmek için bakışımızı büsbütün değiştirmeli, kralları, bakanları, generalleri bir yana bırakarak, halk yığınlarını yöneten küçük ayrıntıların, küçük parçaların toplamına bakılmalıdır. Tolstoy tarihçinin ve sanatçının tarihe yaklaşımının farklı olduğunu belirtir. Tarihçi için kahramanlar vardır, edebiyatçı için bu kişilerin yaşamının her yönüne cevap vermeleri anlamında, kahramanlar yoktur ve olmamalıdır, sadece insanlar var olmalıdır.

Romanda, kahramanlık, ün, vatan sevgisi gibi soyut ideallerle savaşa gelen askerlerin savaşın acımasız yüzüyle karşılaştıklarında nasıl şok yaşadıkları, bir bilinç kaybıyla âdeta insanlıktan çıktıkları örneklenir. Öyle bir savaş atmosferi çizilir ki Rus mu Fransız mı belli olmayan, daha çok canavarlaşmış yaratıklar bilinçsizce her yeri bir cehenneme, mahşere çevirmişlerdir. Birbirlerini ezip geçmekte, kim ölü kim sağ belli olmamaktadır. Galip ve mağlup, komutan ve er davranışları, psikolojisi incelikle gözler önüne serilir. Savaşın sadece bir kahramanlık destanı olmayıp bir insanlık dramı olduğunu öne çıkaran Savaş ve Barış bu yönüyle de savaş karşıtı edebiyatın öncü eserlerinden biri olur.

Ernest Hemingway: Savaş Edebiyatı

Savaş ve edebiyat dendiğinde ilk akla gelebilecek yazarlardan biri de Ernest Hemingway’dir. Hemingway Birinci Dünya Savaşı’nda, İspanya İç Savaşı’nda, İkinci Dünya Savaşı’nda aktif olarak bulunmuş bu da ona savaşın doğasını yakından tanımasını ve eserlerine ustalıkla yansıtmasını sağlamıştır. O başarısı hakkında konuşurken “yazarlıkta ne başarı elde ettiysem bildiğim şeyleri yazarak elde ettim” demiştir. Bu nedenle yazdığı kurmacalarla kişisel hayatı hakkında pek çok ortak yön bulunmuştur. Ona göre bir kurmacada savaş olabilecek en iyi konudur. Çünkü azami materyali bir araya getirmekte, aksiyonu hızlandırmakta ve normalde görmek için bir ömür geçmesi gereken her türlü şeyi ortaya çıkarmaktadır.

Hemingway, en başarılı romanlarından biri olan Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da savaşın değiştirip dönüştürdüğü insan psikolojilerini gündeme gelirken ölme ve öldürme kavramlarını tartışır. Savaşın acımasızlığı iç savaşta daha iyi ortaya çıkmıştır. Çünkü askerlerle siviller savaşmaktadır ve askerlerin işi adam öldürmekken siviller hiç adam öldürmemişlerdir. İnsanların savaş atmosferindeki erdem ve zaaflarına bakılır. Ölüm savaş atmosferinde sıradan bir olay olur. Öldürme anında karşılarında insan yoktur, sadece hedef vardır. Kurşuna dizmeler, köy basmalar, insanları uçurumdan atmalar, esir düşmemek için intiharlar ile savaşın kötü yüzü ortaya konur.

Savaş gerçekliği üzerine oturmuş olan Çanlar Kimin İçin Çalıyor siyasi romana yaklaşsa da daha çok bir aşk ve macera romanıdır. Belli bir siyasi görüşü yansıtmayan daha çok siyasetin fon olarak kullanıldığı bir yaklaşımı yansıtır. Silahlara Veda yine bir savaş ve aşk romanıdır. Romana savaş karşıtlığı aşk ilişkisine ustaca yerleştirilir. Zafer, fedakârlık, ölüm gibi çığlıkları savaşın yarattığı acılarla yüzleşmemiş olanlar atar ancak. Savaştan kayıpsız ayrılmak mümkün değildir. İnsan savaşın etkisinden kurtulup gündelik hayata alışamaz. Savaşlar insanları insan olmaktan çıkarmakta, bütün hayallerini yıkmakta ve gelecek umutlarını yok etmektedir.

- Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Ernest Hemingway, Bilgi Yayınevi
- Silahlara Veda, Ernest Hemingway, Bilgi Yayınevi

Savaşı Beklemek: Tatar Çölü

Dino Buzzati’nin hayat, körleşme, talihsizlik, bürokrasi ve saçma etrafında dönen Tatar Çölü romanı gitgide hayatın anlamına ilişkin olağanüstü sembolik bir anlatıma dönüşür. Romanda hayatı bir kale içinde yaşamanın, bir başka deyişle hapishaneye dönüşen bir hayatın ağır eleştirisi yapılır. Genç teğmen Giovanni Drogo iç karartıcı Bastiani Kalesi’ne vardığında burayı kısa sürede terk edeceğini kurar. Ama zamanla kimsenin gelip geçmediği bu kale onun tek dünyası olur. Burası ölü bir sınır ucudur. Kaleye hiç el sürülmemiştir. Yüzyıl önce nasıl yapıldıysa aynı kalmıştır. Öbür tarafta da bir çöl vardır: Tatar Çölü. Ama eski savaş zamanlarında bile buradan hiç kimse geçmemiştir. Bu anlamda kale hiçbir işe yaramamıştır.

Kale yalnız, terk edilmiş, hayatla gerçeklik bağlarını koparmıştır. Burası tam bir ceza ve sürgün yeridir. Buraya gelen herkes geçici olarak buraya geldiğini düşünür ama yıllarca bu kalede kalır. Çünkü buradan herkese bir “hastalık” bulaşır ve buraya alışır. Kaledekiler Tatarların tam karşılarında olduğunu ve bir gün saldıracaklarını beklerler. Ama emekli olurlar hiçbir şey olmaz. Oysa burada beklemek, bir şeyin olacağını sanmak bir hastalıktır.

Sonunda gerçekten savaş çıkar. Ama komutanlar bir an önce onu kaleden tahliye etmek istemektedir. Drogo düşmanı bekleme uğruna yaşamın en güzel şeylerinden feragat etmiş, yıllardır yalnızca bu umutla beslenmiş, şimdi tam savaşın başlayacağı zamanda kovulmaktadır: “Tüm yaşamı, dünyadan tamamen tecrit edilmiş bir şekilde orada geçmişti; otuz yılı aşkın bir süre düşmanı beklemek için kendini her türlü zevkten mahrum kılmış, şimdiyse, tam düşman gelirken kovulmuştu. Hele arkadaşları, şehirde rahat ve mutlu bir yaşam sürmüş olan o arkadaşları, şimdi küçümseyen ve tepeden bakan gülücüklerle yukarıya, zaferin meyvelerini toplamaya geliyorlardı.” “Elveda Bastiani Kalesi,” der.

- Tatar Çölü, Dino Buzzati, İletişim Yayınları

Mo Yan’dan Kızıl Darı Tarlaları

Çinli Mo Yan’ın Kızıl Darı Tarlaları romanı ağırlıklı olarak Çin ve Japonlar arasındaki savaşı ele alır. Japon işgalinin açtığı yaralar ve buna karşı Çin halkının direnişi gündeme getirilir. Romanda, okur savaş gerçekliğiyle yüz yüze getirilerek savaşın nelere mal olduğu anlatılır. Savaş bir gerçeklik olarak neleri gerekli kılıyor, insandan ne istiyor ve insandan ne götürüyor başarılı bir şekilde aktarılır. Savaş eni-konu herkese bir bedel ödetir. İşte Yan tam buraya ayna tutar. Kısaca özne savaş ve savaşın kıyıcılığı, acımasızlığıdır. Burada hayat ve ölüm arasındaki o ince çizgi iyice incelmiştir. Birinden diğerine geçmek neredeyse kendi seçimleri olmaktan çıkmıştır. Savaş kimseyi bir başına bırakmaz. Ölümle, kendisiyle yüzleştirir ve bir başkasına dönüştürür. İnsanlar sivil yaşantılarında ne olurlarsa olsunlar, onlara kendi gerçeklerini dayatır. Bencilleştirir, acımasızlaştırır. Kimin kimi niye öldürdüğü belli değildir. Bir savaş makinesine dönüşmüş askerler, korku, nefret ve şaşkınlıkla içinde bulundukları atmosferin sarsıcı etkisiyle rastgele ateş ederler. İronik bir yaklaşımla zafer, bir öldürme/yok etme törenine dönüştürülerek mahkûm edilir.

Savaşın insanî olanı yok edişi ve bireydeki acınası psikolojik tahribatı çarpıcı görüntülerle gündeme getirilir. Karakterler oldukça sağlam, derinlikli ve inandırıcı çizilmiştir. Umutsuzluğun ve çaresizliğin insanları nasıl dönüştürdüğü açık edilirken, kötülerin bile bu ortamda haklı ve verimkâr bir ortam bulabileceği vurgulanır. Karakterlerin acımasızlığı ve kötülüklerinin arka plânı inandırıcı bir şekilde verilir ve kötülükler temellendirilir. Roman bir savaş övgüsü yapmamakla birlikte “şeytan” olarak nitelenen Japon saldırganlığını tek taraflı olarak mahkûm eder ve bir “vatan savunması” penceresinden savaşa yaklaşılır.

- Kızıl Darı Tarlaları, Mo Yan, Can Yayınları

Wolfgang Borchert: Savaşın Yok Ettiği

Wolfgang Borchert yirmi altı yıllık küçücük hayat serüveninde ölüm ile en gerçek yüzleşmeyi yapmış (ölümle yargılanmak, ölümcül hastalık ve savaşta/cephede yaralanmak) bunun sonucunda da ölüm ve hayat ikilemini öykülerine ustalıkla yansıtmıştır. II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü bir dönemde, savaş aleyhinde yazması nedeniyle tutuklanıp ölümle yargılanan Borchert’in cezası gençliği gerekçe gösterilerek affedilir. Ancak bu kez de en çok karşı çıktığı şeye, savaşa yani ölüme gönderilir.

Gönderildiği Rus cephesinde bir Alman neslinin yok olduğunu, savaşın acımasızlığını dehşetle gözler. Bu arada savaşta kendisi de yaralanır. Yeniden hapishane hayatından sonra ancak savaşın bitişiyle 1945’te özgürlüğüne kavuşur. Ne var ki savaş döneminde süren hastalığı gittikçe artar ve bir ayağı hep hastanede yaşar. Sanki öleceğini biliyormuş gibi evinde durmaksızın yazmakta, savaşla hesaplaşmaktadır. Ama hasta bedeni daha fazla dayanamaz ve nihayet matbaada olan en önemli kitabı Bu Salı’yı göremeden 1947’de yirmi altı yaşında ölür.

Bir savaş mağduru ve kayıp kuşağın bireyi olarak dönem gençliğinin çığlığını, ağıdını, başkaldırısını yazmak ona düşer. Ölümü bu kadar yakından tanımış biri olarak yaşamı, savaşın en acı yüzünü görmüş biri olarak barışı, hücrede aylarca yatmış biri olarak özgürlüğü belki de en iyi o anlatabilirdi. Öyle de olur. Öyküleriyle, savaşı en ağır şekilde mahkûm eder ve savaşın kötülüklerini destansı bir dille anıtlaştırır.

- Bu Salı, Wolfgang Borchert, Afa Yayınları

İzak Babel: Kızıl Süvariler

Kızıl Süvariler, İzak Babel’in gazeteci ve asker olarak katıldığı Polonya-Sovyetler savaşının izlenimlerini anlattığı öykülerden oluşur. Öyküler hiçbir tarafta yer almadan insan olmanın acılarına bakar. Yaşanan gerçeklerin özellikle insan üzerindeki sarsıcı etkisini tartışır. Her cümlesinden kan damlayan öykülerde, odağa insanı alarak yaşanan dramı aktarır.

Askerler kendilerini devletin ve yeni devrimin temsilcisi olarak görmekte, dolayısıyla kendi kişisel tercihleri de dahil olmak üzere köylülerin her şeyini almakta, onlara zulmetmektedir. Bütün bunları yaparken de sığındıkları yegâne şey komünizm olmaktadır. Herkes kendi bulunduğu konumu kullanırken her olaydan, durumdan kan damlamaktadır. İnsanlar birbirini boğazlamakta, güçlü olan ayakta kalmaktadır. Otoritenin tam sağlanamadığı ülkede, savaş kuralları acımasızca uygulanmaktadır.

Katliamlar, birbirlerini boğazlayan insanlar, denize dökülen cesetler… Köylülerin mallarına en konulur, kiliseleri yağmalanır. Savaş ortamında var olmaya çalışan Yahudiler, aç insanlar, bir yandan da Lenin’in konuşmalarını gazeteden takip edip başkentte ne olup bittiğini anlamaya çalışan insanlar… İnsanlar; bezgin, mutsuz ve açtır. Savaş onların hayatını daha da acımasız hâle getirmektedir. Bir savaş gözlemcisi, hem savaş anını hem de savaşın sonuçlarını tarar, belgeler, kayda geçirir. Savaş ortamında yaralı arkadaşını öldüren diğer askerleri, ya öldürmek ya ölmek arasında kalan askerleri, kahraman olmaya çalışan komutanları görür.

- Kızıl Süvariler, İzak Babel, Can Yayınları

Osmanlı Subayı Ömer Seyfettin’den Savaş Öyküleri

Ömer Seyfettin, 1903’de harp okulunu bitirdikten sonra bir subay olarak hayata atılmış ve Osmanlı’nın özellikle askerî alandaki çözülüşünü net bir şekilde gözlemiş hatta bizzat yaşamıştır. Hep yenilen, çalkantılarla dolu bir ordunun subayı olmak onda ağır bir tahribat yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilişi, Balkanlardaki bozgunlar ve Osmanlı Devleti içindeki diğer etnik (Bulgar, Sırp, Yunan) hareketler, isyanlar, başkaldırmalar onda Türkçülük fikrinin oluşmasına neden olmuş, bütün bu olayları da eserlerine yansıtmıştır

Ömer Seyfettin, Harbiye Nezareti’nin başlattığı İttihat ve Terakki Partisinin de desteklediği “savaş edebiyatı” kampanyası doğrultusunda seriyal öyküler yazmıştır. Ömer Seyfettin “Harp Edebiyatı” başlıklı yazısında şöyle der; “Kahraman askerlerimiz Kafkas hudutlarında, Sina ve Irak çöllerinde, Çanakkale’de nihayetsiz bir iman ve heyecan ile mütemadi çarpışırken, o insanlığın fevkine yükselen kahramanlık sahneleri hangi şiirde kendisine ma’kes buldu? Hangi bestekâr o kalpteki sesleri zapdedebildi. Hangi fırça onları tespite muvaffak oldu. Hiç, hiç değil mi?”

Ömer Seyfettin çok farklı temalarda öyküler yazmakla birlikte, onun asıl öykücü kimliğini belirleyen, vatan/millet sevgisinin öne çıktığı öyküler olmuştur. Yazdıklarıyla da ulus üzerindeki karamsarlığı yenme, moral aşılama ve bilinçlendirme amacı gütmüştür. “Eski Kahramanlar” başlığı altında yazdığı öyküleri bu duygularla yazılmıştır. Ömer Seyfettin bu öykülerde destansı/epik bir anlatımla kişilik yüceltmesine gider. Kahramanlar; vatan, millet, din ve padişah uğruna savaşır, kahramanlıklar gösterirler.

- Ömer Seyfettin, Hikayeler, Bilge Kültür Yayınları

Kemal Tahir: Yorgun Savaşçı

Kemal Tahir hiç kuşkusuz bütün bir edebiyatını tarihe yaslamış, tarihi eserlerinde yorumlamıştır. Tarih ve edebiyat bağlamında onun tartışmalı romanlarından biri olan Yorgun Savaşçı’da kritik bir konuya, olaya değinir. Kurtuluş Savaşı’nın perde arkasını, yaşanan sıkıntıları, çatışmaları aktarır. İşgal kuvvetlerinin baskısı altında bir çıkış yolu arayan insanlar bir yandan direnişi örgütlemekte bir yandan da Anadolu’yu direnişe ikna etmeye çalışmaktadır. İşgal altındaki İstanbul’da tam bir iç savaş yaşanmaktadır. İşgal kuvvetlerinin baskısı altındaki İstanbul hükümeti bir seçeneksizlik içindedir. “Harp Divanları asacak Müslüman aramak”tadır. Türk hanımlarına yabancı askerler sarkıntılık yapmakta, kalpazanlık, başıbozukluk hüküm sürmektedir. Çanakkale’de sokulmayan gemiler şimdi Beşiktaş önünde yatmaktadır. Ülke bir baştanbaşa savaş yorgunudur. Yenilginin moral bozukluğu bütün ülkeyi kuşatmıştır. Bir yandan da büyük bir huzursuzluk yaşanmakta, bir ışık beklenmektedir.

Roman hiç şüphesiz Kemal Tahir’in milli mücadele yorumudur ve karakterleri de bu yorumu temellendirmek, güçlendirmek için kullanır. Bu arada yine onun büyük tezlerinden olan Osmanlı tartışması da kitabın önemli bölümleri olarak yerini alır. Osmanlı’daki toprak düzeni bir kez de burada gündeme getirilir: “Osmanlılığın temel düzeninde varlığın tek ellerde birikimi yasaktır. Osmanlılığın, tarih içinde, üstüne aldığı ödev bence, toprağı sahipsiz kılarak çağının derebeylik düzenini küçük işletmelere bölmek, bu küçük işletmelerin zamanla belli ellerde toplanmasını şiddetle önlemektir. Osmanlılıkta hemen bütün topraklar reayasına kiracı gibi verilmiştir. Buna karşılık yetiştirdiklerinin vergisini çoğunlukla mal olarak alır. Bu düzeni sipahiler gözetir. Sipahi tımarları gibi, vezir haslarının da temelinde küçük işletmeler vardır. Osmanlı toprak yasaları, bu küçük işletmelerin küçülmemesini de kollar.”

- Kemal Tahir, Yorgun Savaşçı, İthaki Yayınları

Tarık Buğra: Küçük Ağa

Tarık Buğra Küçük Ağa’da Kurtuluş Savaşı’nı ilk kez sağlıklı bir şekilde romana aktaran yazar olmuştur. Romanda güdümlü edebiyatın dışında kalarak Türk edebiyatının yıllardır çarpıttığı, yanlış yansıttığı Kuvayı Milliye-Padişahçı ikilemine oldukça insani ve gerçekçi yorumlar getirir. Yücel Çakmaklı daha sonra bu romanı televizyon dizisi yapmış onun kariyerindeki parlak çıkışlarından biri olmuştur.

Tarık Buğra Küçük Ağa’da Kurtuluş Savaşı’nın arkasındaki temel dinamikleri, sosyal, manevi dayanakları romanlaştırır. Yeni ve eski karşıtlığında mazi ve geçmişi hiçbir zaman reddetmemiş, yaşananları tarihsel gerçekliği içinde sanatına aktarmıştır. Bir Anadolu kasabası olan Akşehir’den yükselen millî mücadele ruhunu anlatan roman, millî mücadelenin Türk insanındaki karşılığını bildik şablonları aşarak oldukça gerçekçi bir şekilde çizer.

Tarık Buğra yobaz-ilerici gibi içi boş bir tartışmaya saplanmadan, altı yüz yıldır din için, halifenin ardında savaşmış insanların şimdi bir başka savaşa çağrılması karşısındaki şaşkınlığını, tereddüdünü oldukça sağlam temellere yaslayarak anlatabilmiştir. Böylece belki de ilk kez Kurtuluş Savaşı gerçek anlamda Türk edebiyatına kazandırılmıştır. Hatta bu romanla doğru bir mecraya sokulmuştur. Çolak Salih, Küçük Ağa, Doktor Hayri Bey, Hacı Emmi, Çerkez Ethem gibi çizilen karakterler oldukça inandırıcı ve sahihtir.

- Tarık Buğra, Küçük Ağa , Ötüken Yayınları

Feyyaz Kayacan: Sığınak Hikâyeleri

Feyyaz Kayacan’ın Sığınak Hikâyeleri’nde insan sevgisi ve savaş karşıtlığı işlenir. Ölüm ve savaşlara karşı, yaşamın güzelliklerini öne çıkaran bu öykülerde Kayacan, ikinci dünya savaşında Londra’daki sığınaklarda yaşanan insanlık hâllerini gündeme getirir. Öyküler, çerçeve öykü anlayışıyla oluşturulur ve bir bütünlüğe doğru akar. Öykülerde sürekli savaş ve hayat karşılaştırılması yapılarak hayatın güzelliğine vurgu yapılır. Mrs. Valley, Mr. Ellis, Vera, Şair Alvin savaş atmosferinde insanın bitmeyecek evrensel yanlarını temsil ederler.

Bombalar altında Mr. Ellis o çok sevdiği bahçesiyle ölüm korkusunu alt etmeye, yaşama tutunmaya çalışır. Ağaçlarına, bitkilerine gözü gibi bakar. Londra halkı, canavar düdüklerini duyduğunda gaz maskelerini alıp sığınağa koşar. Sığınaktaki insanlar için özne hep ölümdür. Sinemada, sokakta, parkta, sığınakta hep ölümle iç içe yaşarlar. Sığınaklar, korkularını paylaşmaya gelen insanların kulüpleri gibidir: “Başdöndürücü bir sabırla uçan bombaları bekliyoruz. Geliyorlar, geliyorlar. Gelecekler. Gelseler, gelseler, gelseler ve düşseler artık.” Öyküler boyunca, bombalar altındaki hayata eleştiriler getirilirken, hayatın güzelliklerine dikkat çekilir.

Edebiyat insanı insanlıktan çıkaran savaşın acımasızlığını, zalimliğini anlatmayı ve savaş çığırtkanlığı yapanları, gencecik insanları ölüme gönderenleri mahkûm etmeyi sürdürüyor.

- Sığınak Hikayeleri, Feyyaz Kayacan , Kırmızı Kedi Yayınları
#Ernest Hemingway
#Dino Buzzati
#Mo Yan
2 yıl önce