|

Toplumdaki değişimi sanat tetikler

Siyaset bilimci ve sinema araştırmacısı Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, Türk toplumunu anlamanın en iyi yolunun akademik metinlerden değil sanattan geçtiğini söylüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 1/10/2017 Sunday
Güncelleme: 00:05 - 1/10/2017 Sunday
Yeni Şafak
Sinema araştırmacısı Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı yeni dönem sinemasını derinlikli bulmadığını belirtiyor.
Sinema araştırmacısı Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı yeni dönem sinemasını derinlikli bulmadığını belirtiyor.

Siyaset bilimci ve sinema araştırmacısı Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, bitmek bilmeyen enerjisiyle Türkiye'nin pek çok kentinde gençlerle bir araya gelip, bilgi birikimini aktarmayı sürdürüyor. Biz de kendisini, 7. Uluslararası Malatya Film Festivali kapsamında düzenlenen bir sempozyumda konuşmacı olarak yakaladık ve Türk sinema tarihi üzerine söyleştik.

 Sinemayı Türk düşünce geleneğine yerleştirmek ve Türk kültürünün bir ürünü olarak ele almak mümkün mü?

Şöyle söylemek mümkün, bir toplumu etkilemenin yolu düşünceden çok sanat metinlerinden geçer. Hele Türkiye gibi bir takım düşünceleri söylemenin zor olduğu bir ülkede bu durum böyledir. Mesela bir 60-70-80 yaş kuşağı, Türkiye'de sosyalizme Nazım Hikmet şiirleriyle, İslami muhafazakar eğilime de Necip Fazıl şiirleriyle yönelmiş. Bir beyit, bir dörtlük insanları yüreğinden yakalayabilir. Bu, düşüncenin aczini gösteren birşey değil, düşüncenin topluma yönelmesinin sanat yoluyla oluşundan kaynaklanır. Bir toplum hakikaten tamamen özgür olsa bile, sanatın yeri hep ayrı olacaktır.

 Sinema neden 60’lı 70’li yıllarda çok hareketli?

60'lı 70'li yıllar Türkiye'de düşünce açısından da, sinema açısından da olağanüstü dinamik yıllar. Çünkü bu yıllarda Türkiye'de insanlar çok ciddi meseleleri tartışmışlar. O döneme baktığınız zaman Türkiye'de sosyalizm biraz daha geride kalmıştı. İslami muhafazakarlık daha öne çıkmıştı. 60'larda gerçekleştirilen İslamcılık- Sosyalizm tartışması Roger Garaudy'nin Sosyalizm ve İslamiyet metni üzerinden çok ciddi bir tartışma konusu oldu. O dönemin bir de başka bir özellliği daha vardı. Bu toplumun özgün bir yapısı olduğunu düşünüyorlardı ve aynı zamanda bu toplumda düşünce üretilebileceğine inanıyorlardı.


 Sonrasında neler değişti ?

Ancak, 1980 sonrasında, bu toplumun da herhangi bir başka toplum gibi olduğu, hatta tipik bir batı toplumu olduğu şeklinde genel bir kanaat oluştu. Bu kanaat sadece sosyalist ve liberal aydınlar tarafından değil, aynı zamanda islamcı aydınların bir kısmı tarafından da savunuldu. Bu durum üretilen akademik ve sanatsal metinlerin düşün planında biraz geride kalmasında neden oldu. Bizim geleneğimiz içinde evvel eski edebiyatçılar , sanatçılar, şairler aynı zamanda bir düşünce adamı olarak telakki edilirdi. Bunu 60'lı ve 70'li yıllarda teleaffuz etmek olağanüstü rahattı. Bu dönemde Türkiye'de düşünce üretilemez, Türk düşüncesi diye birşey garabettir diyen eğilimi yoktu. Yeni dönemde ise edebiyatçıdan, sanatçıdan düşünce adamı olmaz zihniyeti yerleştiği için o metinler ciddiye alınan metinler olarak gündeme gelmedi. 60'lı ve 70’li yıllarda Türkiye'yi değiştirmeye dönük bir sinema, toplumsal gerçekcilik serüveni var. Yılmaz Güney'in Umut filmi ile birlikte devrimci sinema denilen sinema gündeme geliyor. Onlar şunu söylüyor : " Biz bu bu toplumu biliyoruz ve onu değiştirebiliriz."

 Bu düşünce tarzı ulusal ve milli sinemada kendini nasıl gösterdi?

Bu çerçevede gündeme gelen ulusal sinema tartışması biraz daha farklı. Onlar, biz bu toplum hakkında derinlemesine bilgiye ulaşmak zorundayız ve bu toplum başka toplumlardan bariz bir biçimde farklıdır diyor. Milli sinema ise fikrini daha net ortaya koyuyor. Bizim nasıl bir toplum olduğumuz belli, bu toplumun özünde, yapısında olan şeyleri biz sinema yoluyla aktarabiliriz diyorlar. Milli sinemaya ve devrimci sinemaya baktığımız zaman, bu tarz bir bilinirlik çerçevesinde bir değerlendirme var. Ulusal sinema olarak nitelenen şey, hakikaten herkes ulusal sinema mı dedi orada bir soru işareti var. Halit Refiğ, çok net bir biçimde ulusal tabirini kullanıyor. Milli tabirini kullanmıyor. Yücel Çakmaklı, daha sonraki dönemde milli tabirini kullanıyor. Milli tabirini kullanırken milliliğin dışında diniliği de kast ediyor. Ama bütünüyle diniliği kast etmiyor.

 Metin Erksan'da Halit Refiğ gibi ulusal sinema diyor öyle değil mi?

Şimdi Metin Erksan'a baktığımız zaman, Halit Refiğ'in söylediği tarzda ulusal sinema demiyor. Metin Erksan temelde başka birşey söylüyor. 73 yılında katıldığı milli sinema açık oturumunda konuşmaya şöyle başlıyor:" Ya arkadaş sinema konusunu konuşuruz. Evvela ben kendi milliyetçiliğimi anlatayım." Yani onda bir milliyetçi vurgusu var. Bu vurgu Halit Refiğ'in söylediğinden belli ölçüde farklı.

AKAD REÇETE SUNMAZ
 Lütfi Akad bu tablonun neresinde?

Akad, ben reçete getirmem diyor. Ulusal, milli ve devrimci sinema veya herhangi bir başka sinema dediğiniz zaman, bu memleket hakkında bir takım tasavvurlarınızın nasıl cereyan edeceğini, ne gibi tedbirlerle bu toplumun düze çıkacağını bir biçimde söylüyorsunuz. Ama Akad, ben sadece marazı teşhis ederim, ben sosyolog değilim diyor. Anlamaya çalışırım, reçete getirmem ve çözüm üretmem diyor. Yücel Çakmaklı, Halit Refiğ, Yılmaz Güney'in sinemasında çözüm var. Akad ve Erksan'ın sinemasında çözüm yok. Onlarda slogan tarzı bir yaklaşım göremezsiniz. Örneğin Halit Refiğ'in 1972 yapımı Fatma Bacı filmine baktığınız zaman bariz bir biçimde "Batınız Batsın" sloganını görürsünüz. Böyle birşeyi Erksan ve Akad filmlerinde görmeniz mümkün değil. İkisi de belli ölçüde güncel siyasetten uzaklar ve her ikisinin filmlerinde kendi özgün sözlerinin tınısı, kendi şahsiyetlerinin damgası var. İşte bu düşünce tarzını 50'li ve 60'lı yılların, bu coğrafyanın sorunlarını diğerlerinin aksine çözümden çok anlamaya çalışan eğilimi ortaya çıkarıyor. Zaten yıllar sonra insanların Akad'ın ya da Erksan bazı filmlerine vaktinde göstermedikleri dikkati şimdi göstermesi onların bu yönünden kaynaklanıyor.


 Peki yeni dönem sineması hakkında neler söyleyeceksiniz ?

Yeni dönemi teferruatlı olarak toparlayamam. Çünkü yeni dönem deyince 1980 sonrası ve 2000 sonrası var. Daha geniş bir çerçevede konuyu açıklayayım. Lütfü Akad sinemasında, din unsuru din çerçevesinde değil biraz da gelenekle iç içe geçmiş bir biçimde Düğün, Diyet, Gelin filminde var. Ancak , Türkiye'de son dönemlere baktığınız zaman meselelere derinlikli bir yaklaşım yok. Alevilik meselesini konu edinen iki filmden örnek vereyim. 1967 yapımı "Kızılırmak Karakoyun" filmini ilk izlediğinizde neyden bahsettiğini hemen anlamıyorsunuz. Alevilik meselesine değiniyor ama detaylandırmıyor. Diğer tarafta 2001 yılı yapımı "O da Beni Seviyor " isimli bir film var. Bu film de aleviği anlatıyor. Baktığınız zaman herkes filmin bu yönünü konuşuyor. Günümüzde hiç kimse filmlerde anlatılan konulara, "bizim hayatımızda düşünsel bir yönü de var mı? " diye yaklaşmıyor. Belki de eskiden sinema eksenli temel tartışmalar olması da dinamizm getiriyordu. Siyasal boyutu olan sosyal mesajı güçlü filmler yapılıyordu. Ancak şimdilerde her şeyden önce ben sinema yapayım, yaptığım şey film olsun yaklaşımı var. Söyleyiş biçimi, söylenecek şeyin önüne geçiyor. Uluslararası başarı günümüzde çok daha önemli bir hale geldi.

SEYİRCİYE FİKİR DİKTE ETMEZ
 Siyasi görüşler bu anlamda sinemada söylenecek şey üzerinde çok etkili değil mi ?

Dönemin iktidarını ister savun, ister eleştirel bak ama bunları aktüel meseleler çerçevesinde söylemeyeceksin. Yani Türkiye'de ulusal, milli, devrimci sinema ve daha sonraki yeni dönem sineması türünde eserler üretenler belirli korolara katılarak laf söylüyorlar. Özgün bir duruşları yok. Türkiye'deki etkin baskın yaklaşım biçiminin dışına çıkamıyorlar. Mesela Yılmaz Güney çıkamıyor mu ? Belli ölçüde çıkıyor. Sizin bana dikte ettirmeye çalıştığınız Marks, Engels, Lenin ,Stalin'den ben de sizin kadar anlarım diyor. Yılmaz Güney'in marksist klasiklere birebir gönderme yapan filmlerine baktığınız zaman belki rahatlıkla eleştirebileceğiniz tarzda doğru-yalnış, iyi- kötü kendi düşünce tarzını dışlaştıran metinleri var. Aslolan hikaye sinemacının biraz rahat bir biçimde biraz özgür bir tarzda bunları anlatmasıdır.

EDEBİYATÇI AYDIN OLURDU
 Toplumun ruh halini akademisyenler anlatamaz diyorsunuz? Neden onlar bu konuda başarılı değiller?

Toplumun ruh halini , akademik metinlerde anlamak anlatmak mümkün değil. Bu akademisyenin aciziliğinden kaynaklanan birşey değil . Bu duygular şiir, öykü ve roman ile ortaya çıkar. Türkiye’de eski dönem edebiyatçıları aynı zamanda entellektüel olarak telakki edilirdi. Bu durum son dönemlerde yok. Türkiye’de akademisyenlerin arkadan gelmesinin en önemli göstergesini de sinemada buluruz.


Erksan: Bana Nemrut derler
 Metin Erksan kitapları yazdınız, sizi onun sinemasına yönelik kitap yazmaya iten şeyler neydi?

Ben sinema üzerine ilk olarak Lütfİ Akad'ın "Gelin-Düğün-Diyet" üçlemesini yazdım. Neden yazdım. O filmi seyrettiğim sırada kent, kır sosyolojisi üzerine dersler almıştım. O dönemdeki metinlerde ana eksen kentleşme üzerine değil de daha çok köy üzerine idi. Bu üç filmi izlediğimde şunu gördüm. Akad, kentleşme sorununu bizim entellektüellerden daha gerçekci bir şekilde görmüş. Türkiye'de kentleşme üzerine metinler ağırlıklı olarak 70'li yılların başında yazılmış. Akad 50'li yılların başında bu filmi çekmeye çalışıyor. Onun kafasında bu mesele çok daha önceki tarihlerde de var. Herkes köy üzerine odaklanırken, Akad tam tersine köyden kente gelene odaklanıyor. Bu başlı başına önemli birşey ve soğukkanlı tarzda bir öykü çekmeye çalışıyor. "Vah bu adamlara yazık, vah bu güzel adamlar buralara geldiler " diye bakmıyor. Ondan sonra daha köşeli olan Yılmaz Güney filmleri dikkatimi çekti. Ben Erksan'ın derinliğinin daha geç farkına vardım. Onunla tanışmam 1990 yılında oldu. Metin Erksan, Ankara Film Festivali'ne gelecekti. Bilim ve Sanat dergisi festival sayısı gibi birşey yapıyordu. Onunla ilgili bir yazı kaleme aldım. Mahmut Tali Öngören'e götürdüm. Bana Metin Erksan'ı kişisel olarak tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de hayır dedim. Onun oturumunu sen sunar mısın dedi. Ben de fazla düşünmeden sunarım dedim. Mahmut Tali Öngören, olağanüstü kibar bir insandı. Erksan ise çok sert biriydi. Tırnak içerisinde kendisinin de söylediği birşey "bana Nemrut derler" şeklinde kendini ifade ederdi. Kimse sunmak istemiyor o belayı benim üzerime yıkıyorlar (gülüyor) ama o zaman ben farkında değilim. Metin Bey biraz rahat konuşur ve konuştuğu zaman eski dönemi anlatırdı. Kendisinin 70 yaşında meselelere nasıl bakıyor ise 50'li ve 60'lı yıllarda da aynı baktığını söylüyordu. Bu konuda dürüst olduğunu, 1958 yılında bir sanat dergisine Türk sinemasına üzerine yazdıklarını görünce anladım. Hakikaten o yazı, düşüncelerinin temelinin çok eskiye dayandığını gösterdi. 1990 yılından son zamanlarına kadar onunla çok sık görüştüm. Ben, gerçekten Metin Erksan'dan toplum üzerine çok önemli şeyler öğrendim.

Bir sahne yüreğinize dokunur
 Son olarak, hatırladığınız sizi derinden etkileyen bir film sahnesi var mı?

Bir filmi hatırladım . Çoğu zaman filmin bütününü unutursun o kareyi unutmazsın. Şellale filminde benim kendi hayatımla ilgili birşey bulmuştum. 50'li yıllarda ilkokulda Amerikan peyniri dağıtılırdı. Bir de süt tozundan süt içerirlerdi. Okulda kazanda kaynatılan süt tozundan yapılmış sütü içerdik. Süt tozu deyince damağıma, nefret ettiğim bir tat hala gelir. Bizim, kuşak bunu yaşadı. O filmde adam postalını çıkardı ve kaynayan süt tozu kazanın içine attı. O sahne hiç aklımdan çıkmaz Kendimi çok rahatlamış hissetmiştim. Hala unutmama o sahneyi. Filmin hepsini unutsan bile yüreğine dokunan sahneyi unutman mümkün olmaz.


Birleşen yollar filmi kitabını geçti
 İslami muhafazakar eğilim yükselişte İslami sinema sizce nasıl bir seyir izliyor?

Tam da 28 şubat sürecine denk gelen dönemde "Kelebekler Sonsuza Uçar" gibi filmler var. Onun ötesinde bu tür sinema Yücel Çakmaklı'nın ürettiği yerli sinema seyircisine yaslanıyor. "Birleşen Yollar" filminde Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı romanından esinleniyor. O dönemde "Minyeli Abdullah" en çok satan kitaplardan. İşte bu eserlere yaslanarak filmler yapılıyor. Ancak "Birleşen Yollar" filmi bir biçimde romanı geçen bir film oldu. Belli bir yönetmen kuşağını etkiledi. 28 Şubat'ta eleştirel mahiyette filmler yapıldı. 2002'den beri İslami muhafazakar yükseliş var.


Ancak, bu eğilimde milli sinema olarak telakki edilecek filmler çok sınırlanmış. Bu tür yönetmenler şunu amaçlıyor. Diyorlar ki biz herşeyden önce film çekelim. Ne söylediklerinden çok, söyleme biçimlerini önemser oldular. Bu tür sınırlılıkları iyi film çekmelerine engel oldu. Bir de eski dönem heyacanın kalkması, ciddi sinema tartışmalarının ortadan çekilmesi sözkonusu. Eskiden ulusal ve devrimci sinema tartışmaları vardı. Aynı zamanda Milli Sinema açık oturumları vardı. Yönetmenlerin ve aydınların katıldığı bir tartışma ortamı vardı. Son dönemde bu tür tartışmalar yok. Türkiye'de modernist sinema da, sola yakın sinema da aynı durumda. Filmler düşünsel olarak önem arz etmemeye başlıyor. Söyleyiş biçimi, söylenecek şeyin önüne geçti.


Nuri Bilge ne amaçla film yapıyor bunu filminde göremiyoruz
 Sizin dikkatinizi çeken yönetmenlerden isim olarak söyleyeceğiniz kimler var ?

Onur Ünlü, Yüksel Aksu, Nisan Akman gibi yönetmenler var. Yani şimdi hepsinin aklıma gelmesi mümkün değil. Tekil olarak bir film örneği vereyim. "Bana Masal Anlatma ". Fimde, Türk sinemasının komedi geleneğinden nasiplenmiş bir eğilim var.

 Uluslararası ödüller alan yönetmen Nuri Bilge Ceylan hakkında ne düşünüyorsuz? "Bir zamanlar Anadolu"epey ses getirmişti.

"Bir Zamanlar Anadolu" Nuri Bilge Ceylan'ın hiç bir filmine benzemez. Kış Uykusu'na göre iyi bir film. "Kış Uykusu" filmini izlerken perdeye arkanı dön filmi anlarsın, bütünüyle dialoga dayanıyor. "Bir Zamanlar Anadolu" nun ise çok daha sahici bir dokunuşu var. Evrensel bir şey anlatabilirsin. Ama ne amaçla film yapıyorsun. Mesela Yılmaz Güney, en başında bu coğrafyanın hikayesini anlatarak bir yere geldi. Belli bir seyirci kitlesi yarattı. Devrimci sinema da onun attığı temeller üzerine oturdu. Türkiye'de solun yükselişte olduğu dönemlerde Yılmaz Güney'e sahip çıkanlar, ona samimi bir şekilde yaklaşmadılar. O dönemden itibaren onun sinemasını hem yerleşmiş kitleye yönelik, hem de dışardaki başarıya dönük olarak gündeme getirdiler. 1980'den sonra herşey değişti. Mesela en önemli konu yurt dışındaki başarılar oldu. Milli sinemaya baktğın zaman da Yücel Çakmaklı örneğini aynı şekilde görüyoruz. Peşinden gelenler onun geleneği ve oluşturduğu seyirci kitlesi üzerinden yürüdüler. Şimdi sinemada başka bir hikaye var. Uluslararası başarı herşeyin önüne geçti ve bu çerçevede Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın ortaya çıktı. Akın, zaten kendini Alman yönetmen olarak tanımlar. Akın'da yaptığı filmin sahici olmasına yönelik bir eğilim var. Nuri Bilge'de en belirgin özelliklerden biri, çok dar bir seyirciye film yapar. Türkiye açısından popüler film hevesine girdi. Kendi konuşmalarına baktığınız zaman bunu görürsünüz. Ama mesela Zeki Demirkubuz başlangıçtan beri çok tutarlı, kendi içinde birbirini yineleyen ama geliştirerek tekrarlayan filmleri var. "Masumiyet " filmini birinci sınıf olarak nitelelendirebiliriz.

#Birleşen Yollar
#Fatma Bacı
#Kurtuluş Kayalı
#Sinema
7 years ago