|
İç bütünlük ve toplumsal aidiyet
Geçtiğimiz
haftalarda küresel ve bölgesel jeopolitik dengeler çerçevesinde ele almaya çalıştığımız "Kürt meselesi" Türkiye'yi gerek dış politika ve bölgesel stratejik planlama, gerekse iç bütünlük ve sosyo-kültürel ve sosyo-politik entegrasyon açısından doğrudan ilgilendirmektedir. Bu meselenin taşıdığı jeopolitik önem yeni dönemlerde yeni çerçevelerle ortaya çıkabilecek çok boyutlu bir karakter arzetmektedir. Apo'nun yakalanması bu boyutların daha soğukkanlı değerlendirilebilmesi açısından önemli bir fırsat olarak görülmelidir.


Türkiye'de mesele ya PKK ve terör eksenli olarak bir siyasi güvenlik problemi ya da ekonomik gerilik eksenli olarak bir "Doğu meselesi" olarak görülmüştür. Bu iki husus da meselenin önemli boyutlarını ihtiva etmekteyse de uzun dönemli ve kalıcı bir çözüm için bizatihi yeterli değildir. Apo'nun yakalanması ile PKK'nın Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği terör tehdidinin tamamen yok edilmesi durumunda bile, Irak'taki belirsizlik ve Kuzey Irak'ta her an karakter değiştirebilecek siyasi statü varoldukça “Kürt meselesi''nin Türkiye'nin ve bölgenin gündeminden düşmesini beklemek çok güçtür.


Aksine, belki de Apo'nun yakalanması “Terör meselesi”nin devre dışı kalmasıyla “Kürt meselesi”nin daha açık ve doğrudan bir şekilde ifade edilmesi sonucunu doğurabilir. Bu durum özellikle Kuzey Irak'taki düzenlemeler konusunda Türkiye'nin terör rezervini sürekli bir Demokles kılıcı gibi üzerinde hisseden Amerikan diplomasisi için geçerlidir. Apo'nun yakalanmasından sonra İncirlik'ten Kuzey Irak'a yönelik operasyonların neredeyse rutin bir nitelik kazanması ve bütün ikazlara rağmen Kerkük-Yumurtalık boru hattına yönelmesi dikkat çekicidir.


Sadece bölgesel ekonomik kalkınma yeterli mi?


Öte yandan, bölgenin ekonomik kalkınmasının meseleyi uzun dönemde çözebileceği kanaati de, doğru unsurlar ihtiva etmekle birlikte, sonucu belirsiz bir iyimserliği kendi içinde barındırmaktadır. Ekonomik kalkınmanın getirdiği ilişkiler ağının kimi zaman bu tür gerilim alanlarını daha da tırmandırdığı yönünde önemli alan çalışmaları mevcuttur. Yugoslavya'nın parçalanmasının ülkenin en gelişmiş ekonomik altyapısına sahip olan Slovenya'dan başlaması, SSCB den kopan ilk devletlerin yine göreceli olarak çok daha iyi bir ekonomik altyapıya sahip olan Baltık ülkeleri olması dikkat çekicidir.


Tarihi tecrübelerimizden de biliyoruz ki, 19. yüzyıldaki en kapsamlı bölgesel ekonomik kalkınma projelerini Tuna ve Bağdat vilayetlerinde uygulayan Osmanlı Devleti, her iki vilayetini de, iç gerilim alanlarını istismar edebilen dış konjunktür etkisiyle kaybetmiştir. Ayrıca, ekonomik olarak bugünle kıyaslanmayacak şekilde geri olan bölge halkının Birinci Dünya Savaşında Rus destekli Ermeni hareketine karşı Osmanlı Devleti ile, Kurtuluş Savaşında da batılı güçlerce desteklenen Yunan istilacılarına karşı Anadolu hükümeti ile kader birliği yapmış olmaları da aidiyet hissi ile ekonomik kalkınma arasında mutlak bir bağımlılık ilişkisi olmayabileceğini ortaya koymaktadır. Bugün daha iyi durumda olan bölge halkının problemlerini istismar eden PKK'nın Yunanlılarla ve Ermenilerle birlikte bir cephe oluşturmuş olması, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir olgudur. Ekonomik kalkınma iç ve dış konjonktürü birbirine bağlayan bu tür meselelerde önemli bir araç olmakla birlikte, ana ekseni oluşturan yegane araç niteliğinde değildir.


Kalıcı çözüm ve aidiyet hissi


Meselenin uzun dönemli ve kalıcı çözümü kültürel, ekonomik, siyasi ve diplomatik boyutların entegre bir şekilde yeniden değerlendirilebilmesine bağlıdır. Bu boyutların hiç biri tek başına yeterli değildir. Bütün bu boyutları ihtiva eden ve belirleyen temel çözüm unsuru ise kültürel, ekonomik ve siyasi meşruiyyetin temelini oluşturan aidiyet hissidir. Bir siyasi sistem, bir ekonomik düzen ve nihayet bir kültürel çevre toplumun bütün kesimlerini kuşatan bir aidiyet hissi doğuramıyorsa, dış jeopolitik çıkar çatışmalarından beslenen bu tür iç gerilim alanlarının yeni niteliklerle tekrar tekrar gündeme gelmesi şaşırtıcı olmaz.


Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istismara açık bir yumuşak karın oluşturan "Kürt jeopolitiği" uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine girecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyyeti ile çözümlenecektir.


Bu aynı zamanda Ortadoğu bölgesinin genel meşruiyyet ve aidiyet probleminin de bir yansımasıdır. Türkiye teröre ciddi bir darbe vurulduğu bu dönemde toplumsal aidiyet hissini sarsma riski taşıyan bir söylem yerine, terörist grup ile Kürt halkını ayrıştıracak ve masum bölge halkını yeni bir aidiyet hissi ile kucaklayacak kültürel, siyasi ve ekonomik politikalar geliştirmek zorundadır.


Bu noktada Türkiye bölgeye müdahil olmak isteyen büyük güçlere ve Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önemli avantajlara sahiptir. Herşeyden önce yaklaşık bin yıl birlikte yaşamış olmakla birlikte etnik nitelikli hiç bir çatışmaya taraf olmayan Türk ve Kürt nüfus batı karşısında son direniş noktası olan Osmanlı Devletini birlikte savunmuşlar ve bu savunmanın yetersiz kaldığı bir dönemeçte de İstiklal Harbi'ni birlikte yürütmüşlerdir.


Aidiyet hissi, ortak hayat alanı ve vatandaşlık bilinci


Sabit veriler olan ortak tarih, coğrafya, din ve kültür unsurları Anadolu'nun değişik bölgelerinde yaşayan bu insanların ortak bir sosyal aidiyet hissi ile kaynaşmalarını sağlamıştır. PKK, bütün çabalarına rağmen, Kürt nüfus içinde yeterli bir destek bulamamışsa bunun sebebi sadece alınan askeri tedbirler değil, bu aidiyet hissinin getirdiği ortak hayat alanı bilincidir. Tarihi birikim ile desteklenen bu aidiyet hissinin zaafa uğratılması PKK'dan daha tehlikeli sonuçlar doğurabilir.


Geleneksel unsurlardan kaynaklanan ve toplumu birarada tutan bu aidiyet hissinin modern destekleyici aracı vatandaşlık bilincidir. Toplumun bütününü hiç bir ayrıma tabi tutmadan kucaklayan bir vatandaşlık bilinci ve hukuku oluşturmaksızın toplumsal aidiyet hissini siyasi meşruiyyet alanına taşıyabilmek mümkün değildir.


Dolayısıyla, kültürel, ekonomik ve siyasi çözüm tekliflerinin dayanması gereken iki ana ilke olmalıdır: 1. Toplumun aidiyet hissini bir bütün olarak güçlendirmek ve bu aidiyet hissini pekiştirecek tarihi, dini, kültürel ve coğrafi unsurları desteklemek; 2. Siyasi meşruiyyetin temeli olan eşit vatandaşlık bilincini hiç bir dış müdahaleye ihtiyaç hissettirmeksizin garanti altına almak.


Türkiye gerek dış konjunktür gerekse iç siyasi kültür açısından son derece kritik bir dönemden geçmektedir. Topluma yeni bir atılım gücü kazandıracak ana unsur toplumsal aidiyet hissinin sağlam bir zeminde yeniden kurulmasıdır. Toplumsal gerilimi tırmandıran bir söylem, bazı kulaklara hoş gelse bile, basiret sahibi zihinlerde akis bulmamalıdır. "Din kardeşlerime silah çekmem" diyerek PKK karşısında tavır alan ve Kürt nüfusun büyük çoğunluğunun aidiyet hissine tercüman olan bir köy korucusunun kızının üniversite kapısından başörtülü olduğu gerekçesi ile köyüne geri dönmesinin toplumsal aidiyet bilinci üzerinde yapacağı etki terör kadar tehlikeli bir boyut ihtiva etmektedir. Gün slogan, kısır dogmatizm ve konjunktürel söylem günü değil, basiret, aidiyet ve meşruiyyet günüdür.

#İç bütünlük
#toplumsal aidiyet
#Kalıcı çözüm
25 yıl önce
İç bütünlük ve toplumsal aidiyet
"Evet, ben de MİT"e girdim"
Zulmün bedelini en çok kadınlar ödüyor…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar