Mânalı bakışlar

00:0023/05/2007, Çarşamba
G: 28/08/2019, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Bu “mâna” kelimesi üzerinde durmalıyız. Çok geniş bir anlam yelpazesi var. Kastım elbette ki lügatçilik yapmak değil, ben bu açıdan “hayata bakmak” istiyorum.Tefekkürün derin sularında dolaşacak değilim; zaten o kadar “derin” biri de değilim. Önce basit bir şeyden bahsedeyim. Tramvayın geçtiği hattı, arabaların geçtiği yoldan ayırmak için önce “demir parmaklık” kullanıldı. Bir kere bu demir parmaklık soğuk bir şey, hapishaneyi çağrıştırıyor. Belki bu sebepten dolayı da üzerinden atlayıp geçmeyi

Bu “mâna” kelimesi üzerinde durmalıyız. Çok geniş bir anlam yelpazesi var. Kastım elbette ki lügatçilik yapmak değil, ben bu açıdan “hayata bakmak” istiyorum.

Tefekkürün derin sularında dolaşacak değilim; zaten o kadar “derin” biri de değilim. Önce basit bir şeyden bahsedeyim. Tramvayın geçtiği hattı, arabaların geçtiği yoldan ayırmak için önce “demir parmaklık” kullanıldı. Bir kere bu demir parmaklık soğuk bir şey, hapishaneyi çağrıştırıyor. Belki bu sebepten dolayı da üzerinden atlayıp geçmeyi kışkırtıyor. Bunları boyadılar ama galiba boyada iş yok, paslanıverdi. Yağmur - yağış derken su borusundan mı yapmışlar nedir, eğilip büküldü, düpedüz çirkin, mânasız bir engel oldu.

Bir sonraki uygulama “beton parmaklık” şeklinde tezahür etti. Bunu düşünenler işin içine biraz mâna katalım demişler galiba. Beton parmaklığın üzerine bir karış eninde kanal açarak toprakla doldurdular ve sıcağa-soğuğa dayanıklı çiçekler, bitkiler ektiler. İyi.

Beton da soğuk bir şeydir, gri-sert-geçit vermez, mânasız yani. Bu çiçekler ve yeşillik onu biraz yumuşattı. Lakin caddenin ortasında, güneşin alnında zavallı yeşillikler toza-dumana, egzoz gazına pek dayanamadılar. Canlılar bakım ister, su ister; bu da olmayınca kuruyup gittiler. Zaten beton parmaklıklar oldukça iri, hantal, bulunduğu alana hükmeden kaba unsurlardı. Sonunda onları da kaldırdılar.

Otobüs duraklarına, tramvay duraklarına estetik bir hüviyet vermek isteyen yetkililer sonunda dayanıklı cam kullanmayı seçti.

Bu cam ağırlıklı durakların belki de bir devamı olarak beton parmaklıklar kaldırıldı, yerine cam plakalar konuldu. Üzerlerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi amblemi var. O kadar yüksek değil.

Tuhaftır bunların üzerinden atlamaya çalışan kimseyi görmedim. Belki camdan çekiniyorlar, hani kırılır falan. Bu cam ayrıntı uygulamasının İstanbul''da “camdan binalar”ın çoğalması ile irtibatı var. Modern teknolojinin, modern mimarinin bir ara çok moda olan akımını temsil ediyorlar. Şöyle ki:

Cam bildiğiniz gibi ardında bulunanı gösteren, bu sebeple “yokmuş gibi” duran bir madde. Sanal dünyamıza uygun. Şehirler tıkış-tıkış olunca, nefeslenecek boşluk kalmayınca bu camdan binalar sanal mânada güya ara ara boşluklar gibi algılandı.

Yine de tramvay yolu ile otoların yolunu ayıran bu cam duvarların öncekilere (demir ve beton) göre daha mânalı olduğu (zarif, ince, kırılgan) söylenebilir.

Biz yeniden katı gerçeğe dönelim. Duvar, parmaklık, sınır, yasak vesaire, onlara.

Filistin''de İsrail''in inşa ettiği duvar benzeri bir uygulama işgal güçleri tarafından Bağdat''ta yürütülüyor. İşgal güçleri Bağdat''ı duvarlar, parmaklıklar ile bölerek küçük hapisane hücreleri inşa ediyor. İnsanları duvar gerisine hapsediyor. (Bu uygulama “Berlin Duvarı”ndan beri pek çok yerde hâlâ var.)

Irak''lı ressamlar derhal harekete geçerek duvarları boyamaya başlamışlar. Yeşil ovalarda özgürce koşan, yeleleri dalgalanan atlar; şırıltı ile akan duru dereler; ağaçlar, çiçekler, beyaz bulutlar, masmavi gökyüzü.

Bütün bunlar duvarı yoketmek, onu bir tabiat parçasına çevirmek, insanların özgürce hareket edecekleri iç ferahlatan mekânlara dönüştürerek protestolarını belli etmenin yolu olsa gerek.

Şimdi duvar önünden geçen her fert oradaki resimlere “mânalı, mânalı bakarak, ressamları alkışlıyor.

“Mâna” kelimesi sadece “anlam” ile karşılanacak gibi değil. Kelime çokluk “madde” ile yan yana kullanılıyor. Burada onun “madde ve cismin dışında; iç, bâtın, ruh” anlamlarını da taşıdığını görüyoruz. Bunun ötesinde “asıl, öz, gerçek, hakikat” gibi kavramları ifade ediyor. Bizatihi “ifade” anlamı taşıyor. “Mâna âlemi” diye bir şey var, ayrıca “rüya” için de kullanılıyor.

“Mânalı” demek sadece “anlamlı” demek değil; “ince, derin ve güzel bir mâna taşıyan” demek. Kubbealtı Lügati''nden iki örnek verelim: “Bazı milletlerde bu rayiha pek ince, çekici ve mânalıdır” (Refik Halit Karay). Ona ışıl ışıl, kâinat gibi mânalı bir kelime bulmak istiyordum (Tarık Buğra). “Mânalı” ayrıca “dolaylı olarak bir şey demek isteyen, gizli bir anlamı olan, bir şeyi îma eden” demektir.

Hayatımızı “mânalı” kılmalıyız. Söz, seçim, hareket, hedef, istek, mücadele, karar, kabul, red ve daha sayamayacağımız kadar düşünce ve eylem bizim için mutlaka “mânalı” olmalıdır.

Burada mugalata yaparak “müsbet mâna”, “menfi mâna” ayrımına gitmeyelim. Günler geçip gidiyor, ömür bitiyor. Şöyle geriye dönüp hayatımıza bir baktığımızda ne görüyoruz.

Boş, mânasız, lüzumsuz; ne dünyaya ne âhirete bir faydası olmayan günler mi geçirmişiz?

Yoksa “yaşadım ama boşa yaşamadım” mı diyoruz?