Türkiye örneğinde yaşam tarzları tehdit altında diye ortalığı velveleye verenlerin yaşam tarzlarına sahiden de ne olmuş? Şişelerini kim taşa çalmış? Onları örtüye kim kapatmış? Onların çocuklarını kim alıp Kur''an kursları veya İmam-Hatiplerde zorla eğitime tabi tutmuş? Onlar istedikleri yerlerde istedikleri hayat tarzlarını yaşamaya devam etmişler. İstedikleri şişeden istedikleri içkiyi istedikleri steril sosyal mekanlarda içmeye devam etmişler. (İçkiyle ilgili bilinen tek uygulama AKP belediyelerinin halka açık yerlerde çocukları da özendirecek şekilde içki satışını engelleyen düzenleme olmuştur. Dünyanın her yerinde içki satışlarına bu tür kısıtlamalar vardır. Alkolizme karşı mücadeledir bunun adı, içki içmeye karşı değil, çocukları özendirecek şekilde umuma açık yerlerde içilmesine karşı bir düzenlemedir. Tuhaflığa bakınız ki, CHP''nin bu dönemde özgürlük adına yapabildiği tek şey "alkolizme emperyal özgürlük" istemekten başka bir şey olmamıştır).
Birileri başörtüsüne özgürlük istiyorsa herhalde başkalarının başını zorla örtmeyi değil, sadece kendi başını özgürce örtmeyi istiyor. Din eğitimi diyorsa başkalarının çocuklarını zorla eğitmeyi değil, kendi çocuklarına istediği eğitimi aldırmak istiyor. Şu anda yaşadığımız, zaten ulaşılmaz ve dokunulmaz olan hayat tarzlarıyla görünmez iktidara sahip olanların "korku"yu gerekçe göstererek başkalarının (mesela başörtülülerin) "yaşam tarzlarını hiçe saymalarıdır".
"AKP bazılarının hayat tarzlarına yönelik tehditlere karşı korkularını giderecek bir şey yapmadı" sözü son derece insafsız bir sözdür. Bu yöndeki eleştiriler AKP''den birçok kesimin kafasını karıştırabilir -anlaşılıyor ki karıştırmaktadır da. Ancak bu eleştirinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur.
Bu, korku politikasının çocuksu doğasını görmemekten kaynaklanıyor. Kimsenin gerçekten korktuğu yok. Korku söylemleri giderek sonuç alıcı bir psikolojik baskı yapıyor. Üstelik bu konuda sonuç alındıkça, yani bu korku edebiyatlarına prim verildikçe korkular yok olmayacak, aksine daha da artacaktır.
Gerçekten bugün ortaya çıkıyor ki, AKP''nin politikalarından veya başörtülülerden korkanlar gerçekten korkuyor değiller. Onlar o çok sevdikleri "annelerine", "kurumlarına", "iktidar odaklarına" sığınabilmek ve oradan normalde hak etmedikleri bir ödül, bir sakinleştirici rüşvet alabilmek için korkuyorlar.
Çok kolay ve çocuksu bir yoldur bu, ama bir o kadar da, Türkiye''de hepimizi utandırması gerekecek kadar sonuç alan bir yol. Birileri hâlâ bu şımarık veya en iyi ihtimalle hasta korkuları göstererek birilerinin kendilerine çeki düzen vermeleri gerektiğini söyleyebiliyor.
Allah aşkına bir an için Baykal''a veya o meydanlarda toplanıp öfkeyle bağıranlara bir bakın, onların yüzünde gerçekten korkmuş insanların en ufak bir izini görüyor musunuz?
Benim görebildiğim asla hayat tarzlarına tehdit hissedenlere özgü bir korku ve endişe değil, tam aksine linç için toplanmış öfkeli bir kalabalığın saldırgan bir nefreti, bir iktidar hâleti, tehditkâr bir meydan okumasıdır.
Üstelik sığındıkları kucaklara bakıldığında bu meydan okuma, çok şey yapabilecek bir güce de sahip -tıpkı fiilen yapmakta olduğu gibi: İnsanları sınıflıyor, ötekileştirip düşman ilan ediyor ve hayat tarzlarını hukuksuz bir biçimde rahatsız ediyor.
Dedik ya, bu korkuları gidermenin bir yolu yok. Korku politik kâr üretmeye devam ettikçe "vahşi politik kapitalizm" gibi arttıkça artar. Bu korku siyasallaşmış bir korkudur. Ama fena halde siyaset aleyhine işleyen bir korkudur.
Duygu sosyolojisi kapsamında, siyasal kimliği kuran, ama nihai noktada siyasal alanı tahrip eden bir duygu olarak "nefret"in de çok özel bir yeri vardır.
Şu kadarını söyleyelim: Nefretin beslediği siyasallık içinde bir araç olarak kullanılan korkuyu gidermek için hiç kimse nefretin ve korkunun nesnesinden daha fazla fedakârlık istemeye kalkmasın.
Çünkü bu nefretin, bu korkunun tedaviye ihtiyacı vardır. Daha fazla şımartılmaya değil.